Bellatores
Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir.
Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır.
İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
KARAKTER DEĞİŞİM ARACI
♣ Karakter Değiştir ♣
K.Adı:
Şifre:

HOGWARTS: AÇIK!
TARİH: ŞUBAT 1976

Paylaş
 

 Unicorn Vampiri

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Eleanor N. Ashton
Bellatores Lustitiae Rehberi
Ϟ Rp Beğenileri : 2

Eleanor N. Ashton
Bellatores Lustitiae Rehberi

İç karartıcı bir cuma akşamı, onlarca yıllık devasa ağaçların arasında dağınık bir ışık huzmesi yükselmiş ve bir anlığına aydınlatmıştı ormanı. Bu minik ışık gösterisinin içinden beliren figür kahverengi saçları ve kırkına merdiven dayadığını belirten ufak kırışıklıklar bulunduran yüz hatlarıyla düello turnuvalarında nam salmış bir isme aitti. Yüzündeki ciddi ifade; sağanak yağmurdan dolayı zemini çamurlaşmış, upuzun ağaçların gölgelerini iyice uzattığı ormanın kasvetine kasvet katacak cinstendi. Öncelikle asasını tepesine doğrulttu oyalanmadan ve tepesinde görünmez bir şemsiye yarattı: Beyaz kazağının üzerinde koyu yeşil, kadife bir ceket; altında ise siyah kanvas bir pantolon bulunan kadın, üstünün kirlenmesini pek istemiyor gibiydi. Bu sebeptendir ki çizmelerinin tabanının çamurdaki hissiyatını fark ettiği anda memnuniyetsiz bir ifadeyle büzdü dudaklarını. Tam bu esnada ansızın bembeyaz bir ışık kapladı ortamı; muazzam ışık yerini minik, sarı bir ışığa bırakırkense gürüldedi gök tüm hiddetiyle.

Bir görev için gelmişti buraya: Bölgedeki tek boynuzlu atlara muhafızlık yapmak. Genellikle nüfuzlu ailelerin şatafatlı problem çözme metotları için hizmetleri istenirdi ve buna alışkındı kısa boylu cadı da. Nitekim buradaydı, bakanlık adına. Daha doğrusu, bakanlık kılıfına sokulmuş organizasyonları adına. Son günlerde manşetlerde kendine yer edinmiş meşhur “unicorn vampiri”nin favori cinayet mahallerinden biriydi burası. Ölü bulunan ve tek bir damla bile gümüşi kan bulundurmayan tek boynuzlu bedenlerinden belki beş, belki on beş tanesi bulunmuştu bu ormanda. Normalde bakanlık bürolarının ilgilenmesi gereken bir husustu bu. Lakin bu ormanlara en yakın yerleşke; büyük zenginlikleri, devrim öncesi bakanlıktaki yüksek mevkileri ve günümüzde de sahip oldukları nüfuz ile potansiyel Scuta destekçileri olan Rischerlara aitti. Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetim Dairesi’nin başkanı bu ailenin yakın bir akrabası iken bu olayı incelemesi için atanan seherbazın da bir Rischer olması olaylarla ve atamalarla alakalı bir bit yeniği olabileceği şüphesine gebe olmuştu bakanlıktaki kulaklarınca. Aslında Feichin McCormack bir Bellatores üyesiydi ancak Merovenj kimliği onu da şüpheliler listesine ekliyordu. Tüm bu sebeplerden olsa gerek, ormandaki tek boynuzluların potansiyel bir saldırıdan koruması için kendisiyle bir sözleşme ayarlatmıştı Bellatores üyesi olan bakanlık çalışanları. Bir hafta boyunca bu ormanda kalması ve ortalığa göz kulak olması icap edecekti, olabildiğince büyük bir gizlilik içerisinde.

Gelgelelim Eleanor’un aklında kendince planlar da vardı. Bir seherbaz değildi belki lakin bu nüfuzlu aileden şüphelenmek için muazzam bir dedektif olmaya da pek lüzum yoktu. Ağzının iyi laf yaptığına güveniyordu ve bunu Rischerlarla görüşmek, olası açıklar yakalamak ve potansiyel zayıflıklar bulmak için kullanmaya niyetliydi. Sakin adımlarla ormandaki ilk akşamında ufak bir “konuşma”nın iyi bir başlangıç noktası olabileceği düşüncesiyle ilerliyordu şatonun kendisine tarif edilen konumuna doğru. Tabii buradaki asıl görevini açık etmeden, neticede kendisine karşı önlemler alınabilirdi yılanın kuyruğuna bastığı takdirde…

Devasa bahçe duvarları gösterdi önce kendisini, ardından ise şatafatlı bahçe kapısı. İçeriye sızacak hali yoktu, bir konuk olarak gelmişti, davetsiz de olsa. Fakat çevredeki olası büyülü korumaları incelemeye çalışıyordu elinden geldiğince, biraz da lanet ve koruma büyülerine olan ilgisinin payı vardı bu merakında. Üstelik orman her ne kadar ailenin mülkü olmasa da, bu kadar ıssız olan devasa alanda aile tarafından çeşitli önlemler alınmış olmayacağının garantisi yoktu. Sadece bu şatonun yakınlarındayken değil, ormanın ortasındayken dahi düşman topraklarında olabilirdi: Tetikte olmalıydı. Yavaşça kapıya yanaştı ve zile davrandı, beklemeye başladı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t6054-eleanor-n-ashton-lejant
Crassus Merovech Rischer
Büyücü
Ϟ Rp Beğenileri : 15

Crassus Merovech Rischer
Büyücü


Yağmur bulutlarının arasından belli belirsiz ışıyan ay ışığının pencereden içeriye, şatonun kiremit rengi duvarlarına yansıyarak iç gıcıklayıcı bir kızılı hakim kıldığı tenha koridorlarının birisinde, şekilsiz burnu ve göz altlarına yuvalanmış torbalarıyla son derece sakil bir mizaca sahip olan bir ev cini –ona bu evde Karly derlerdi- huysuz adımlarıyla dış kapıya yaklaşmaktaydı. Her ne kadar sessizliği baki, konuşkanlığı kıt olsa da; bir mucizeye maruz kalıp dile gelebilseydi şayet, koca şatonun işleriyle bir başına uğraşmaktan kaynaklı hoşnutsuz homurdanmalarını işitebileceğinize yemin edebilirdiniz. Yanından geçtiği taştan yontma ve en az kendisi kadar sevimsiz bir hilkat garibesinin, kendisine kimilerince gargoyle denildiği de olurdu, muzip nüktelerine aldırış etmeden, hedefine güdümlü bir mermi misali yürümeye gayret göstermekteydi. “Esmer, düz saçlı, insan fizyolojisine kıyasla genç denemez... Senden genç olduğu kesin ama Karly... Zaten bu şatonun kendisi hariç her şeyi senden genç olabilir. Yaşlı Crassus bile senden genç, buna inanabiliyor musun? Belki de kapıya senin yerine o bakmalı, ne dersin?”
 
Yüzünü bir anlığına gargoyleye dönüp, öfkeyle tıslamaya çalıştı sevimsiz ev cini. Ancak tıslayacak bir dile sahip olmadığı için olsa gerek, dişlerinin arasından fışkıran tükürükleriyle taştan oyma heykelciği birazcık ıslatabilmekten gayrısını gerçekleştirememişti. Bahtından daha kara bir büyüyle dilini koparıp aldıkları o elem dolu günden yıllar sonra bile, hala bazı alışkanlıklarını terk edemiyordu anlaşılan. Kendisini mütemadi bir şekilde alaya alan şu heykellere şöyle okkalı bir küfür savurmayalı o kadar zaman olmuştu ki. Gargoyle ise maskaralıklarına tüm sevimsizliğiyle devam etmekten vazgeçmiyordu inatla. “Nicedir teşrif edip yanımıza, bir güzel temizlememiştin bizi. Ağzına sağlık... Ama senin kapıya bakman gerekmiyor muydu? Misafirimiz bekliyor hala... Çok sabırsız birisi olmalı, seni Kont’a şikayet etmesinden korkmuyor musun yoksa?”
 
Hilkat garibesi haklıydı. Her zaman yaptığı gibi şatodaki ve özellikle kapıdaki diğer gargoyle heykellerini, ki kendilerinden hep ‘biz’ olarak bahsederlerdi, kullanarak misafirin kim olduğunu çoktan gözlemlemiş olmalıydı. Gelen her kimse mühim bir şahıs olsa gerekti. Yoksa böylesine manidar bir alaycılıkla, Karly’nin çok önemli vazifelerinden birisini sekteye uğratmaya çalışmazdı. Adımlarını çabuklaştırdı minik canlı. Ahşap tırabzanlara tutunarak güçlükle aştığı merdivenlerin ardından alçak antreye vardı ve yüksek, kompozit kapının tokmağına uzandı biçimsiz parmaklarıyla.
 
Bir kadın duruyordu hemen eşikte. Tam tepesine konuşlanmış gargoyle heykelinin altında, ıslak çamura bulanmış çizmeleriyle ve sade, ancak düzgün giyim kuşamıyla ne maksatla geldiğini kestirebilmek güçtü. Yine de, keskin sayılabilecek bakışlarını Karly'e dikmiş olan kadının bu mendebur canlıya kendisini tanıtması ve ne için geldiğini anlatması pek uzun sürmemişti. Gözlerini bir süre daha kadının üzerinde gezdiren ev cini, birkaç şüpheli adım atmıştı çamurlu çizmelere doğru. Parmağını lekelere doğru dikkatlice uzatıp birkaç şekil çizdi havada. Hızlıca temizlenen ayakkabıların siyah derisi şimdi ışıl ışıl parlıyordu ay ışığının da yansımasıyla.
 
Yabancı her misafire istisnasız uygulanan usulü bir kez daha tekrarladı ev cini. Suskunluğuyla bilinen Clovis Meroveç’in tablosunun önünden geçirip, bir köşesini antika olduğu besbelli, guguklu bir saatin süslediği yemek salonuna kadar eşlik etti kadına. Salondaki mumları parmaklarını şaklatmak suretiyle yakıverip, oturması gereken sandalyeyi gösterdi ruhsuz bir halde. Şatoya ilk kez gelen tüm yabancı misafirler, istisnasız burada karşılanır, Kont’un çalışma odasına girmesi bir yana, yukarı katlara çıkmalarına dahi müsaade edilmezdi. Adımlarını mutfağa yönlendiren ev cini, raflardaki fıçılardan birisine yaklaştı usulca. Merovenjlerin özü Frenk incirinden yapılma, meşhur Anka şerbetinden bir kadeh doldurup kadının önüne bıraktı. Sonra da tek bir söz dahi söyleyemeden, keza söylemesine zaten imkan yoktu, üst katlara çıkan merdivenlerden birisinin yolunu tuttu.
 
Belli ki Kont’a misafirin geldiğini haber vermek için yollanmıştı. Yine de ev cininin yavaşlığını, Kont’un ne kadar yaşlı olduğunu ve şatonun büyüklüğünü düşündüğünüzde, kadının burada gereğinden fazla bekleyeceğini tahmin edebilirdiniz. Öyle de oldu nitekim. Belki birkaç dakika süren, ama bir kaç saatten daha az olmadığına yemin edebileceğiniz gergin ve sessiz bir bekleyiş sardı salonu. Ev cininin giderek uzaklaşan güçsüz ayak seslerinden kim bilir ne kadar sonra, tahta bir sopanın yere vurulmasından kaynaklandığı belli bir takım tıkırtılara uyumlu ayak sesleri duyuldu merdivenlerde. Ağır ağır yaklaştı sesin sahibi... Antika saatin yelkovanı bile kendisinden daha hızlı hareket edebiliyor olabilirdi bu gelen kişi her kimse.
 
Mutfağın asma, sürgülü kapısının gürültüyle açılmasına müteakip, Kont’un hoşnutsuz yüzü karşıladı kadının bakışlarını. Eleanor’un burada ne kadar da istenmediğini fazlasıyla belli eden bir ifade takınmıştı yüzüne. İstifini bozmadan ve kadının yüzüne dahi bakmadan mutfağa doğru adımlarını yönlendirdiği esnada söze girdi nihayet. “Acemi nalbanda küheylan emanet etmişler. Çifteden çivisini tabutuna çakmışlar. Bakanlık artık dışardan çömez mi gönderir oldu, iki tane boynuzlu atın ölümünü teftiş için?” Kadının kibirli cevapları yeterli gelmemiş olacak ki, söylene söylene ilerlemeye devam etti mutfağa doğru. “Hanemi çapulcu yuvasına çevirmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar!” Kadının kim olduğunu, ne için geldiğini elbette ki biliyordu. Bakanlığa uzanan kollarını ve kimi yerlere gizlediği kulaklarını halen kaybetmiş değildi. Mesele, bu kadının niye geldiği değildi aslında. Sempati duyduğu o çapulcu sürüsüne ne gibi bir hizmet sunmayı planladığıydı.
 
Testral başlı bastonunu koltuk arasına sıkıştırarak yürümekte, bir yandan da siyah eldivenlerini bir bir sökmeye çalışmaktaydı derisinden. Mutfağa vardığında etrafa kısaca bir göz gezdirdikten sonra birer kadeh çıkardı uzandığı ahşap raftan. Salonda halen oturmakta olan ve bulunduğu yerden mutfakta neler çevirdiğini görmekten aciz kadına cevaben söylenmeyi de ihmal etmemişti bu sırada. “Fevkalade mahlukatlar hakkında herhangi bir ihtisasınız olmadığını biliyorum. Seherbaz olmadığınızı tahmin etmek de o kadar zor değil...” Uzun zaman önce Alba’dan getirttiği, süslü bir şişeye sahip yeşil naneli Fae pastisinden kadehlere biraz boşalttıktan sonra da, bastonundaki gümüş, testral biçimindeki tokmağı çevirerek çıkardı ve tokmağın hemen altına monte edilmiş minik cam tüpü, bulunduğu yerden söktü. İçinde rafine edilmiş basilisk zehri barındıran bu şişeyi bir çırpıda kadehlerden birisine boşaltıvermişti şimdi. Kendisine karşı bağışıklık kazanmamış herhangi bir bünyeyi, zerk edildikten yahut içildikten sonra bir dakika içerisinde öldürebilecek olan, son derece tehlikeli bir zehirdi bu.
 
Bastonunu tezgaha bırakıp, pastis dolu kadehlerle ağır ağır yemek salonuna döndü. Zehir koyduğu kadehi kadına doğru ikram maksadıyla olduğu besbelli bir jestle uzatırken, diğerini de kendinden yana tutmuştu şimdi. “Benim bakanlık vazifelerinde ne kadar müşkülpesent birisi olduğumu size anlatmışlardır elbet.” Huysuz bakışlarını, kadının gözlerine dikmişti. Sanki, o beyazlığın ortasında yeşil birer misket gibi yuvarlanmakta olan gözbebeklerinin ardını görmeyi, zihninin derinliklerine nüfuz ederek bir zihinfendar misali, en derin arzu ve korkularını bilmek istiyor gibiydi.  “Değirmende öğütülen buğday, başağını yadırgarmış ya... Benimki de o hesap...”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eleanor N. Ashton
Bellatores Lustitiae Rehberi
Ϟ Rp Beğenileri : 2

Eleanor N. Ashton
Bellatores Lustitiae Rehberi
Şatonun muhtelif pencerelerinden dışarı süzülüp yalnızca birkaç metre içerisinde gecenin kasvetli karanlığında kaybolan ışık huzmeleri, devasa ormanla çevrili konağın yalnızlığını vurgular nitelikteydi. Ne var ki uçsuz bucaksız yabanılın ortasında, kapısında dakikalardır beklediği şatodan daha yalnız bir varlık mevcuttu: Kendisi. Çevresi neredeyse el değmemiş ormanın türlü vahşi yaratıkları ve büyücüler için bile tehlikeli sayılabilecek predatörler ile kaplı değildi yalnızca. Kendilerine Merovenj diyen, burnu havada ve konumlarını, statülerini günümüzde nasıl korudukları muamma olan -ki bunun muamma olması pis işler diye bas bas bağıran bir durumdu- şüpheli bir aile ve bunun da ötesinde bir veya birkaç unicorn katili ile sarmalanmıştı. İçinde bulunduğu konumda, şüphelendiği Rischer aile fertlerinin bu katiller çıkması ihtimalinin yalnızca iç rahatlatıcı bir senaryo olmasıysa vaziyetin tüyler ürperticiliğine delalet ediyordu.

Bir hafta boyunca içinde bulunduğu yaban topraklarda, çamurlu ve bulutlu pastel renkler arasında, tüm bu tehlikelere karşı bir sığınağı olmaksızın yaşayacaktı. Her an üstüne atlayabilecek tehditlerin yanı sıra kapıda beklediği esnada asasından fırlattığı yeşil partiküller sayesinde tespit ettiği; şato arazisinin dışına taşıp ormanı sarmalayan tılsımlar, koruma büyüleri ve tuzaklar bizzat kendi atacağı adımları bile tehlikeli hale getiriyordu. Birazdansa belki de bu tehlikelerin en büyüğüne atılacak, aslanın inine girecekti. Şato kapısından içeri ilk adımını atacağı andan itibaren metanetini, soğukkanlılığını koruması gerektiğinin bilincindeydi fakat yalnızlığını her geçen saniye daha fazla vurgulayan sessiz ve gergin bekleyiş, usta düellocunun sabrının sınırlarını zorlamaya başlamıştı. Tepesinde saydam bir hareyle kendisini ıslanmaktan koruyan büyülü şemsiyesi, aceleci bir tavırla volta atmaya başlamıştı bahçe kapısının önünde. Şatonun ışıklarına bakılırsa, karşılanması gerekiyordu bir noktada.

Tedirgin git-gelleri sırasındaysa dikkatini çekmişti beklemediği bir açıdan konukları karşılayan -karşılamaktan ziyade korkutan- dev gargoyl heykeli. Malikane girişine geniş bir ölçüde hakim olan devasa soluk mermer heykel tarafından izlendiğini sezinlemişti. Tamamen canlılıktan uzak duran gri retina üzerindeki gri göz bebekleri, kendisini takip ediyordu voltasının belirli alanlarında. Vaziyetin farkına vardığı anda taş kesildi kendisini izleyen heykel gibi. Kuvvetli rüzgar sebebiyle şemsiyesini aşabilip yüzünde yer edinen birkaç su damlası ise tamamen yağmur suyundan ibaret değildi. İnce birkaç ter damlası türemişti şakaklarında. Zayıflık göstermemeliydi şu kritik anda. Gerçi geçmişine dönüp baksa, hayatı şov ve kendini kalabalıklara ispat etmekle geçmiş kadın, hayatının hangi noktasında zayıflık gösterebileceğini düşünüp rahatlayabilmişti ki? Yalnız başına, odasında oturduğu vakitlerde bile koyveremiyordu kendisini, kendisinin yarattığı koca bir yalana bağlı yaşadığı için. Nitekim mağrur edasını takındı yüzüne ve kırkına yaslanmasına karşın hala bir hayli şeklini koruyan bedenine. Son otuz yılını üzerine ustalaşarak geçirdiği bu özgüvenli tavrına bürünmüşken ise kendisine yaklaşan varlığın ağır adımlarını duydu kopan fırtınanın uğultusuna rağmen. Birkaç saniye sonrasında aralarındaki görsel engel olan bahçe kapısı aralandı. Nihayet.

Kendisine karşı tek bir kelime etmeyen ev ciniyle bakıştıkları birkaç saniye sonucunda ziyaret sebebini beyan etmişti: “Ben Eleanor Ashton, sihir bakanlığı adına bu bölgede öldürülen unicorn’lar hakkında, Rischer ailesinin fertleri ile görüşmek istiyorum.” Sessiz ayakkabı temizliği, içeri buyur edilişinin habercisi olmuştu ve memnundu ancak bir gariplik hissediyordu yol göstericisiyle alakalı. Misafirlerle konuşması mı yasaklanmıştı? Elbette ki beklentisi, kendisiyle eski bir dost misali muhabbete girişmesi yönünde değildi önündekinin fakat devasa bahçeyi aştıkları ve şatonun kasvetli koridorlarını arşınladıkları tüm bu süre zarfında da tek bir kelime bile söylememiş olması dünyanın pençesinde olduğu hayali saatin her bir tik takıyla daha dikkat çekici ve absürt hissettiriyordu.

Misafir salonuna buyur edilene kadar geçirdiği sürenin rahatsız ediciliğinin, odanın köşesinde bulunan ve bu odaya dair en vurucu detay olan antika saat ile pekiştirilmesiyse safi bir alaycılık değil de neydi? Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrılmış, normalden biraz daha kuvvetli bir nefes salıvermişti kadın. Bahçe kapısının önüne geldiği ilk andan itibaren sinirinin bozulduğunu dışarı yansıtmış olan yegane ibare olabilirdi kendisine hakim olamadığı anlık isterik gülüşü. Sürgülü kapı aralandığında mutfak olduğunu anladığı bölüme geçen ev cininin kendisine getirdiği, harlı ateş kırmızısı bir mey ile dolu, zarif işlemelere sahip kristal kadehle baş başa kalmıştı pek de kısa olmayan bir süre içerisinde. Koridorlarında yürürken hiçbir canlılık belirtisi işitmediği malikanedeki sessizliğe ve ruhsuz yavaşlığa bulunduğu katkıdan dolayı yaşlı ev cinine karşı siniri bozulmuştu, teşekkür de etme zahmetine girişmemişti bu sebeple. İlk yudumundan sonra yanaklarının içini sarmalayan ekşimsi, lezzetli içkininse bir şarap olmadığını fark etmesiyle şaşırmıştı. Bir şerbetti elindeki kadehteki. Kokusu ve görünümü, hatta ilk yudumda verdiği mayhoş ve topraksı tat şarap izlenimi verse de ağzı terk ederken arkasında bıraktığı şekerli ve şerbetli tatmin edici aroma, alkol acılığından bütünüyle uzaktı. Türlü bakanlık elemanları ve örgüt bağlantıları arasındaki koşturmacadan, kasvetli ve çamurlu orman yürüyüşünden ve zamanın, sonu olmayan bir kaynakmış gibi hor kullanıldığı bu kasvetli şatoda şimdiye kadar kaybettiği can sıkıcı amaçsız süreden ve özellikle sessizlik içerisinde sol tarafında kalan saatin kusursuz mekanik tik taklarını dinledikten sonra, gününe dair belki de tek güzel detay elindeki kadehteki kızıl meşrubat idi.

Meşrubatının sonuna gelip tekrar yalnızlığıyla baş başa kalacağı vakit ise hışımla açılan sürgülü kapının ardından kendisine bakmaya tenezzül dahi etmeyen bir çift memnuniyetsiz göz, yalnız geçirmeyeceği ilerideki dakikaların daha da sıkıntılı geçeceğinin habercisiydi. Karşısındaki iyi giyimli yaşlı adamın kim olduğunu biliyordu; hem kendi bilgisi vardı hem de bilgilendirilmişti bu ormana ilk adımını atmadan evvel bağlantılarınca. Ne var ki bilmek ile tanımak aynı şeyler değildi. Özgüveni yüksek bir kadındı Eleanor fakat bu gece özgüveni ikinci kez sınanıyordu ak saçlı aile reisinin verdiği ilk izlenim sonrası. Böylesine köklü aileler politikacı kimliklerini korurlardı, politika ise nazik adımlarla başlayan ve her bir adımla haşinleşen, dansçılardan birisi düşene kadarsa ivmesini kaybetmeyen bir danstı. Crassus isimli yaşlı kurt ise politika dansının en ateşli, en hızlı, en haşin kompozisyonlarından biriyle yapmıştı açılışını. Beklenmedik bir anda beliren agresif tavır karşısında dengesini koruması gerekiyordu koyu kahve saçlı kadının. Düşerse, soruşturması başlamadan nihayete ererdi. Düşerse, dava da düşerdi. En önemlisi düşerse, kendisini başka yerlerden de düşürebilirlerdi.

“Bizzat sizin akrabanız olan ilgili departman başkanının bile sizin ‘çömez’ dediğiniz birinden yaşça küçük olduğu bir dönemdeyiz…” Zaten düşmanca karşılandığı bu noktada sözünü sakınmak, lüzumsuz bir eylem olurdu. Yarım saniyelik bir es verdi minik iğnesinin battığından emin olmak için. “Eh, bu da bakanlığın mevzubahis alandaki büyük bir yetersizliğine yorulabileceği gibi işbilir hale gelmek için saçların ağarmasının şart olmadığı anlamına da gelebilir. Ben daha çok ikinci şekilde düşünmeyi tercih ediyorum. Bakanlık çalışanlarının, en azından departman başkanlarının işbilir olduğunu düşünmeyi...” Henüz göz teması kurmadan kendisine düşman kesilen aile reisinin konuya giriş şekline bakılırsa kısa ve öz konuşmayı seven bir insandı. Deyimlerin yardımıyla vuruculuğunu kuvvetlendirmeyi amaçlıyordu. Bilgece hareketlerdi bunlar. Belki Kont Rischer kadar deneyimli değildi bu politika dansında ne var ki kısa konuşmaların bir gizem ve bilgelik faktörü barındırdığını ve çok konuşan bir insanın konuşurken çok da hata yaptığını, en kötü ihtimalle sıradanlaştığını gayet iyi biliyordu deneyimli düellocu. Son sözleriyse kendisini saldırması zor bir konuma geçirmişti zira alacağı doğrudan bir karşılık için bizzat kendi yeğenini de küçümsemesi, karşısına alması gerekecekti adamın. Akrabasını konu dışına çekmeye çalışırsa da çok fazla konuşacak, hata yapmasa dahi vuruculuğunu kaybedecekti. Düello, başlamıştı.

Sarımtırak, puslu bir sıvı dolu kadeh kendisine doğru uzatılırken iştah açıcı anason kokusu sarmalamıştı burun deliklerini. Kadehlerden birini kendisine ikram eden “yaşlı kurt”un tavrıysa yumuşamıştı ansızın. Bakışları buluştuğu vakit fark ettiği, karşısındaki göz bebeklerindeki keskin dikkatse biraz önceki tavırlarıyla aynı rahatsız edicilikteydi. Uzatılan kadehi almak üzere elini doğrulturken aniden farklı bir hava takınmış olan adamın istediği her tavra uysalca uyum sağlamayacağını göstermek istiyordu. İki saniye önce kendisini yerin dibine gömmeyi denemiş bu adamın ani tavır değişikliğiyle yumuşamayacaktı. Yüzüne ince, alaycı bir gülümseme yerleştirip kontun kendisine ayırdığı, uzaktaki kadehe davrandı.

Yemek masasına yerleşmelerinin ardından içkisinden ilk yudumunu almıştı: “Bu pastis… Orijinini çııkartamasam da nefismiş. Lakin eminim ki ikimiz de şu anki görüşmenin kısa sürmesinin daha makbul olacağını düşünüyoruz Bay Rischer. Bu sebeple yüksek müsaadenizle oyalanmadan konuya gireceğim...” Kelime tercihlerine azami özeni gösteriyor, en ufak bir yanlış harekette buulunmadan edinebileceği her türlü ipucunu edinebilmek için uygun ortamı sağlamaya çalışıyordu. “Sanırım sessiz hizmetçiniz size durumu izah etmiş, ortadaki konu böylesine tatsız bir türden olmasına karşın beni buyur ettiğiniz için teşekkür ederim. Acaba bunun sebebi bölgede yaşamanızdan mütevellit bazı değerli olabilecek bilgilere sahip olmanız mıdır, yoksa...” Karşısındaki adam içkisini içerken, sağ burun deliğinden ince bir çizgi halinde kan süzülmeye başlamıştı. Bir hastalık?.. Kont, metin bir tavırla çıkarttığı kumaş mendille burnunu silerken düellocunun aklına ikinci ve tatsız bir ihtimal aklına gelmişti: Bir zehir?.. Bakanlık tarafından resmi olarak görevlendirilmiş olduğunu belirtmesine karşın bu yaşlı adam kendisini az önce ikram ettiği kadehle zehirlemeyi denemiş olabilir miydi? Şimdi de üstelik istifini bozmadan bu içkiyi kendisi mi içiyordu? Panzehir alınsa dahi kuvvetli zehirlerin böyle etkileri olabilirdi. Ya iki kadeh de zehirliyse? Göz bebekleri irileşip elindeki kadehe yöneldi bir anlığına. Paranoyaklık mı ediyordu? Metabolizması hem mesleğinden hem de yaş farkından dolayı karşısındakinden çok daha hızlı olmalıydı ve henüz bir gariplik hissetmiyordu. Evet, bir rahatsızlık ya da ukalalık yaparken şans eseri kaçındığı bir zehirli kadeh söz konusu olsa gerekti. İki durumda da mağrur edasını muhafaza etmeliydi. Gamsız, vakur bir edayla söze girdi: “Efendim, iyi misiniz? Herhangi bir yardıma ihtiyacınız var mı?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t6054-eleanor-n-ashton-lejant
 
Unicorn Vampiri
Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Unicorn's Workshop

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts-RPG :: İngiltere :: Merovenjlerin Şatosu-