Bellatores
Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir.
Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır.
İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
KARAKTER DEĞİŞİM ARACI
♣ Karakter Değiştir ♣
K.Adı:
Şifre:

HOGWARTS: AÇIK!
TARİH: ŞUBAT 1976

Paylaş
 

 Kalbimi Kırdın Bin Defa

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Konunun Eski İsmindeki Şarkı:



Ekim 1975
İkinci haftası


Yağmur, gökgürültüsü ve şimşek. Dışarıda kıyamet kopuyorken içerisi çok sakindi. Dikkatimi dağıtmasın diye tüm sesleri kapatmıştım. Bir lamba eşliğinde gözlüğümü takmış, bir hafta sonraya olan yazımın planını yapıyordum. Yani aslında yapmam gerekiyordu. Ondan önceki dört günün programını çıkarmış bir yandan da kendime zaman ayırmıştım. Bir sürü fikrim vardı bu zamanlar için ancak bu fikirler beni bile korkutan şeylerdi. Yakalansam, birileri bu planlarımı görse... Beni bitirebilirdi. Bu yüzden bu fikirlerimi yazdığım ajandayı Profesör Bouchard'ın bana 5 yıl önce öğrettiği eski dilde tutuyordum. Hatta o kadar paranoyaktım ki üstüne de büyü yapmıştım. Yanında ben olup asamla dokunmadıkça üstündeki yazılar belli olmuyordu. "Dominus" kelimesini seçmiştim şifre olarak da. Diğer ajandam ise basit bir gazetecinin tuttuğu notlardan oluşuyordu. Geceleri odamdaki masama oturur, bu notları birbiri ile alakalı olacak şekilde temiz bir kağıda çıkarırdım. Ardından da dikkatlice seçerdim kelimelerimi. Bu kelimeler benim işime yarayacak şekillerde olmalıydı. Okuyan kişi eğer aynı düşüncedeysek bana daha çok bağlanmalıydı.

Kendime belli bir saat koymuştum çalışmak için ancak bugün o saati aşalı çok olmuştu. Bunun nedeni de bittikçe doldurduğum viskiydi. Masamın üstünde duran kültablası da sigara izmaritleri ile doluydu. Notlarım git gide daha karanlık bir hal almıştı. Beni tutan tüm normlar yavaş yavaş kalkınca tiksindiğim halim dışarı çıkmıştı. Artık kullanılmayan bu eski dilde iyice cinayet yazmaya başlamıştım. Sihirli tüy kalemim de ona giden sihirin dengesizliğinden dolayı bir durup, bir yazıyordu gazete notlarımı. Sihirli tüy kalemler bu eski dili yazmakta yetersiz olduğu için elimle yazıyordum. Başım döndükçe de sinirleniyor, bu siniri düşmanım olarak adlandırdığım kişiler hakkında yaptığım planlara yansıtıyordum. Bir süre sonra yazı yazmaya dikkatimi vermeyecek bir duruma gelince sinirlenip elimdeki kalemi masaya fırlattım. Gözlüğümü çıkarıp yüzümü elimle kapattım. Bir süre durdum böyle. Sol elimle tekrar viski bardağını alıp bir yudum aldım. Yüzümü ekşittim. Her zaman yüreğimde hissettiğim o doluluk yüzünden derin bir of çektim. O da yetmedi, tekrardan. Duramıyordum. Önümdeki deftere baktım. Çocukken de oturup çalışırdım masamda ancak değişmiştim. Eskiden masam karışık olurdu ve sadece bilgi için çalışırdım. Şimdi ise masam tertemiz, tamamen topluydu. Oturmadan önce Sookey'e sildirmiştim hatta. Önceden kendimi hayatın akışına bırakabilirken iyice tutuk bir adama dönüşmüştüm. Her hareketimi planlıyor, sürekli kafamda bir şeylerle meşgul oluyordum. Amaçladığım şeylere ulaşmam için kontrolü ele almam gerektiğini hayat bana çok acı bir şekilde öğretmişti.

Ayağa kalktım. Aniden kalkınca sandalyem geriye düştü. Üstündeki rahat olsun diye koyulmuş yastık da odamın içine doğru savruldu. Yeşil ağırlıklı olan kocaman bir yatak odam vardı malikanede. En büyük odalardan biriydi. Bu odayı ofis olarak da kullanıyordum ancak Lavinia ile evlenince, kadını yanıma alacaktım. Onun odasını ofis yapacak, bu odadaki ofis bölümünü doğacak bebek için kullanacaktım. Her şeyi hazırlamıştım çoktan. Doğacak çocuk ile ilgili planlarım olduğu gibi, ondan sonra bir de benden hamile kalacaktı Lavinia. Lavinia'yı hiç arzulamasam da birlikte olurken Dimitri'yi düşünmemin yeterli olacağından emindim. Sadece gözlerimi kapatmalı, Lavinia'ya vodka içirmeli ve rusça konuşturmalıydım. Düşmemeye çalışrak yürüdüm odada ve kapıya ulaştım. Alkolü fazla kaçırmıştım. Odaklanamıyor, dengemi sağlayamıyor ve duygularımı kontrol edemiyordum. Beni tutan o güç yok olmuş gibiydi. Şu an Lavinia'nın odasına gitsem ona zarar verebilirdim. Neyse ki şanslıydı. Ayaklarım beni doğruca kız kardeşim Valéria'nın odasına götürdü. Kapısına omuz attım ve durdum. Kapıyı çaldım. Tüm vücudumun ağırlığını kapıya verip, kapının kolundan destek aldım. İçeriden kız kardeşimin sesini duysam da yine de açmadım kapıyı. Aklım bana tekrar çalmam gerektiğini söylemişti. Elimi kaldırıp vurdum tekrardan kapıya.

Çıkan ses! Bu kapıya vurduğumda çıkan üç tık sesi... Kız kardeşimden ne kadar uzaklaştığımı kafama çaktı. Ona karşı dürüst olacağımı söylemiştim seneler önce, aramızda sır olmayacağını da. Şimdi ise her şey eskisinden kötü hale gelmişti. Artık kız kardeşime hiçbir şey anlatmıyor, tüm duygularımı içimde yaşamaya çalışıyordum. İşte tam o sırada bir duygu boşalması geldi! Dişlerimi birbirine geçirip engellemeye çalıştım duygularımın dışarıya akmasını ama gerçekten çok imkansızdı. En son Fransa'dayken böyle krizler geçiriyordum. Üstünden zaman geçtikçe durulmuştu. İyice bilincimin altına atmıştım. Şimdi ise, en son kurduğum plan yüzünden gün yüzüne çıkmış olmalıydı. "Val!" diye hırladım dişlerimin arasından. "Kapıyı açma lütfen." Gözlerim yandı. Kapının kenarına omzumla yaslandım. Kız kardeşimin kapının diğer tarafında olduğunu biliyordum ancak beni böyle görmesini istemiyordum. Yıkık, leş, psikopat bir kardeşe sahip olduğunu bilmemeliydi. Yutkunmaya çalıştım ama boğazım çok acıyordu. Gözümden bir damla yaş yanağımdan süzüldü. Aşırı sıcak bir yaştı bu. "Ben..." dedim. Ne diyeceğimi bilmiyordum ama alkol konuşmayı kesmemi de engelliyordu. "Yapamıyorum. Onun gibi olmak istemiyorum. Seninle, aklıselim bir şekilde yaşamak istiyorum ama... Yapamıyorum Val, delireceğim!" dedim. Dediklerimi anlayacağını düşünmüyordum kardeşimin. Zaten kimse anlamıyordu çevremde beni. Kendi kendimi bile anlamıyordum. Kafamı kendimi cezalandırmak ister gibi vurdum kapıya. Kapının kolunu sıkıca tutuyordum ki kız kardeşim açmasın. Beni görmesini istemiyordum. Dişlerimi sıkmış, ağlıyordum. O kadar iğrenç hissediyordum ki kendimi. Zayıftım. O kadar zayıftım ki hayatımdaki tek dostuma bile kendimi açmaya utanıyordum. Benden uzaklaşacağına çok emindim. Ona birilerini öldürmek istediğimi söylesem Val yanımda olur muydu? Olmasını istemezdim ki. Eğer böyle bir şey yaparsam ve Val bunu bilirse tehlikede olurdu. Ona bunu yapamazdım. Val bilmiyordu ancak hayatımda tek sevdiğim kişiydi kız kardeşim. Bunu ona gösteremeyecek kadar da korkak bir adamdım işte. Kendimi ona emanet etmeye korkuyordum. "Val..." dedim uzun sessizlikten sonra. Ağlama krizim aşırı yükseldiği için sesim çok cılız çıktı. Arada hıçkırıyordum da. "Benim için ne kadar değerli olduğunu bilemezsin."


En son Auguste Marcel Barthélemy tarafından 28.03.21 23:38 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Ϟ Rp Beğenileri : 72

Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Karalıyorum, fırçayı bastırıyordum kalın parşömenin üzerine, ucundaki kılların kopuşunu umursamıyorum ve boyanın şekilsiz bir şekilde yayılışını izliyorum. Gece geç bir saat, evde hiç ses yok, odamda resim yapıyorum ben de. Kafa dağıtmak için bulduğum yöntemlerden biri, birkaç senedir uyguluyorum. Fransa'dayken babaannem birkaç kere zariflikle nasıl fırçayı kullanacağımı göstermiş ve boyaları kullanmanın adabını öğretmeye çalışmıştı ama benim için fazla sıkıcıydı bu kurallar. Duygularımı aktarabilmem için değil miydi bu? E tamam o zaman, istediğim gibi yaparım ben de. Bu mantıkla başladığım resim yapma- aslında daha doğru söylemek gerekirse boyama işi, bana gerçekten de yardımcı olmaya başlamıştı. Mesela en iyi hatırladığım günlerden biri: Marcel'i yaktığımı düşünüp ağlayarak yanından kaçtıktan sonra odama gidip elime geçen boyaları çalışma masamın yüzeyine döktüğümü hatırlıyorum. Sonra fırçaları alıp bütün masayı boyamıştım bu şekilde; karmakarışık, hatta bazı yerleri tamamen kahverengiye dönmüş, kötü bir görüntü bırakmıştı tahta çalışma masasında. Ellerimde, yüzümde, saçlarımda yapışıp kalan ve günlerce çıkaramadığım boya izleri... Kendimi iyi hissettirmişti ama. Marcel'le aramız o kadar açılmıştı ki o günden sonra, yalnızlığımla başa çıkabilmek için böyle yöntemlere ihtiyaç duyuyordum açıkçası. O yalnız değil tabi; amcamlarla konuşuyor, halamla, kim bilir belki de İngiltere'deki arkadaşlarıyla da konuşuyordu gizli gizli. Evet evet, hatta bu Lavinia'yla da ilk karşılaşması değildir. Kesin biliyordu bu kız bizim yaşadığımızı, yoksa bu kadar çabuk bize taşınmasını istemezdi Marcel. Ona bir şekilde güveniyor olması lazım, benden saklıyorlar kesin. Ama bu... Ne kadar da sorumsuzca bir hareket. Marcel böyle bir şey yapmaz, şu an ona sinirli olsam bile yine de tanıyorum kardeşimi. Böyle bir şeye inanmak aptallık olur Val. Artık daha akıllı davranacaksın. Biraz sorumluluk alacaksın, onun gibi olacaksın, işine odaklanacaksın ve en önemlisi, gardını indirmeyeceksin. Senin istemediğin bir şey yaptı Marcel, o zaman burnundan getireceksin.

Ayaklandım nefes vererek, resim işi hiç de içimi rahatlatmamıştı. Derin düşüncelere dalıp duruyordum. Mesela az önce aklıma gelen Simon... Onunla karşılaşmamak için tanışmamızdan sonraki günler kafeye gidememiştim. Karşılaşıp tekrardan konuşma riskini göze alamazdım, ayrıca düşündüğüm gibi tehlikeli bir insansa 4 senelik korunmamızı çöpe atmış olurdum. Zaten bugün erkenden eve gelişimin tek sebebi de buydu, yoksa normalde neredeyse herkes uyuduğunda dönmüş oluyordum eve günlerdir. Üzerimi değiştirmek için gardırobuma yöneldiğim sırada kapı çalınma sesiyle şaşkınca "Gel." dedim, beklemediğim bir şey olduğundan refleksle verilmiş bir cevaptı bu. Kimdi acaba? Lavinia? Hayır olamaz, bu kadar yüzsüz değildir. Marcel olmalıydı bu. İçeri de girmiyordu bir türlü, bir daha kapıyı çalınca sesimi yükselterek "Gel işte!" diye bağırdım. Gelen yoktu, sessizlik hakimdi tamamen. "Marcel?" diye çekinerek seslendim bu sefer, neden gelmiyordu? Sinirli olduğumu mu düşünüyordu acaba? Evet, ona karşı günlerdir biriken bir öfkem vardı, bu doğru. Ama onu o kadar özlemiştim ki. Tek istediğim ilk adımı onun atmasıydı. Beni cevapsız bırakıp gidişinden sonra koyduğum tavrı ciddiye almasını ve beimle konuşmaya çalışmasını istiyordum sadece. Heyecanlanmıştım şimdi işte biraz. Aklımdan ne kadar duvarlarımı yıkmamayı planlıyor olsam da, kalbim her zaman önüme geçiyor ve mantıksız olsa da hislerimi yansıtıyor davranışlarıma. Huyum kurusun.

Bana seslendiğini duydum sonunda, kapıyı açmamamı söylüyordu. Niye gelmişti o zaman? İlerledim ve tam yanına geldiğimde elimi kapı koluna yerleştirdim. Kulaklarıma sözleri dolarken böyle bekledim sadece. Aramızı düzeltmek istediğini anlamıştım. Kendine mi kızgındı? Asıl bana kızdığını sanıyordum. Delireceğini söylüyordu. Peki bu dediği neydi: onun gibi olmak? O dediği kim? "Neyden bahsettiğini anlayamıyorum." dedim kapıya yanaşarak. Neden yanıma gelmiyordu ki? Karşılıklı, onun da dediği gibi aklıselim bir şekilde konuşabilirdik. Ben artık çocuk değilim. "İçeri gelsene." diyerek kapı kolunu bastırmaya çalıştım ama karşı taraftan sıkıca tutuyordu, bir santim kıpırdatamamıştım bile. Belki de yüzüme baksa sinirleneceğini düşünüyordu da bu yüzden geçmiyordu karşıma. Hiçbir şey demedi, sustum ben de. Bir şey daha söylemesini bekledim ama derin bir sessizlik hakimdi aramızda.

Elimi kapı kolundan çekerek arkamı döndüm ve vücudumu, kendimi serbest bırakırcasına kapıya yasladım. Onun hakkında yazdığım gazete yazısını okumuş muydu acaba? Kontrolcülüğünü düşünürsek bunu kaçırmış olması imkansızdı, bu yüzden mi gelmişti diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Bir adım atmasında etkili olmuş olabilirdi en azından. Az önceki sesi o kadar farklıydı ki... Çok duygusaldı, uzun zamandır ondan böyle cümleler duymamıştım. Bana, sadece bana değil herkese karşı aşırı sertti artık. Eski Marcel'i aşırı özlüyordum. Kulaklarıma dolan hıçkırık sesleriyle şaşkınlıkla doğrulup yüzümü kapıya çevirdim tekrardan. Ağlıyor muydu o? Olamaz... Neden? "Benim için ne kadar değerli olduğunu bilemezsin." Bu sözü duymamla aylardır göğsümde taşıdığım o ağır yük sanki biraz olsun hafifler gibi oldu. Düşünmekten yorulduğum bütün sorunlar, bütün olaylar, her şey sanki önemsizleşmişti. O kadar ihtiyacım olan bir şeydi ki bu söz. Kulaklarımla bunu işitmeme, bir kez olsun tekrar hissetmeye ve yalnızlığımı biraz olsun gidermesine ihtiyacım vardı. Farkında olmadan onunla birlikte benim de gözümden damlalar süzülmeye başlamıştı. "Marcel..." diye ne söyleyeceğiMi bilemeyerek mırıldandım. Bir elimi tekrar kapı koluna geçirmiş, diğerini de beyaz tahtanın üzerine yerleştirmiştim. "Bırak yanında olayım. Seni çok özledim... Bana neler olduğunu anlatırsan..." Sesim boğuklaşınca yutkundum ve güçlü durmaya çalışarak dikleştim biraz. "Belki yardım ederim." Benimle düzgün yaşayamadığını söylemişti. Sorun ben miydim? Ona uyum sağlayamadığımı mı düşünüyordu? "Tamam, biliyorum istediğin gibi bir kardeş değilim. Yani daha... Daha farklı olabilirdim. Deniyorum... Ama o kızla yaşamamı bekleyemezsin benden!" Lavinia'nın bu konuştuklarımızı yan odalardan duyuyor olması fikri bile beni güvensiz hissettiriyordu. Bunu neden anlayamıyordu ikizim? Evet, onun üzülmesini istemiyordum. Şu anda ona sarılmak ve iyi olduğunu görmek istiyordum. Bunların hepsi doğru. Ama o iyi olduğu zaman beni mutlu etmiyordu. Beni hiç düşünmüyordu. Bir açıklama bile yapmıyordu! Ben onun karşısında böyle ağlasam iğrenirdi benden. Peki ben ona kendimi anlatamayacaksam, içimi dökemeyeceksem kime gideceğim? "Ben." dedim kararlı bir şekilde. "Ben sadece sana sahibim Marcel. Ve senin de böyle olduğunu sanıyordum!" Gözlerimden yaşlar şiddetle süzülmeye devam etse de dik durmaya bunu belli etmemeye çalışıyordum. "Ama sen kendine ilk aydan yeni bir aile seçtin bile!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2255-valeria-e-barthelemy-lejant
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet


Kapıya yaslanmış dişlerimi sıkarak ağlamamı durdurmaya çalışıyordum ama baya imkansızdı. Pek bir şey düşünemiyor, duygularım ne yapmak istiyorsa onu yapıyordum. Yani, normalde asla yapmayacağım bir şeyi. Kız kardeşimin odasına gidip onunla dertleşmeyi... Adımı söylediğinde cevap veremedim. Eğer dişlerimi sıkmayı bırakırsam büyük bir ağlama krizine gireceğim için korkuyordum. Boğazım ağrıyor, gözlerim yanıyordu. Kız kardeşimin sesi boğuktu konuşurken. Aramızda kapı olduğu için de biraz az gelmişti ancak anlamıştım dediğini. Beni özlediğini, yanımda olmak istediğini söyledi. Ben de eski rahat halimi özlemiştim. Geleceğimin açık olduğu, gökyüzünün bulutsuz olduğu o zamanları. Kafama taktığım tek şeyin Lizz ve Beneditch olduğu güzel Hogwarts zamanlarını. Şimdi ise sürekli yağmur ve gökgürültüsü arasında gidip geliyordum. Üstelik söylediğini yapamazdım Val'ın. Ona ne olduğunu anlatamaz, yanımda olmasını isteyemezdim. Yapamazdım değil aslında, yapmazdım. Yardım edebileceğini söylediğinde kafamı iki yana salladım. Beni görmediği için bunu fark edemezdi tabi ki.

Val kendisinin, benim istediğim gibi bir kardeş olmadığını; değişmeye çalıştığını söylediğinde de kaşlarım çatıldı. Ne demekti şimdi bu? Ne demek değişmeye çalışıyordu? Sonra da olayı Lavinia'ya getirmesi beni iyice sinirlendirdi. Normalde bu laflarına asla cevap vermezdim. Çünkü saçmaydı. Artık insanların saçmalıklarını düzeltmeye çalışmaktan bıkmıştım. Çocukken buna enerjim vardı. İnsanlara fikirlerimi anlatıp onları da işe dahil etmeye çalışırdım ancak artık ipleri elime almam gerektiğini fark etmiştim. Saçma düşünceler cevabı hak etmiyordu benim gözümde. Ancak sarhoş olduğumdan olsa gerek kendimi tutamadım ve "Salak!" dedim tıslar gibi. Sonra da sesimi yükselttim kapıyı bırakmadan. "Salaksın ki! Nasıl bu kadar salak olabiliyorsun?" Kapıya sert bir şekilde vurdum sol yumruğumla. Kapıya iyice yaklaştım beni rahatça duyması için. "Ne demek yeni aile seçtim?" Sesim yüksekti hala ve gözlerimden yaşlar akıyordu. Ancak deminki gibi hıçkırmıyordum. Aniden sinirlenince sıcak basmıştı. "Benim senden başka ailem nasıl olabilir salak!" Şu an sarhoş olmasan büyük ihtimalle gölün yanında Valéria ile konuştuklarımız gelirdi aklıma. Orada da onu ne kadar sevdiğimi bilmediğini fark etmiştim çünkü. Arkadaşlarımı daha çok sevdiğimi söylemişti. Mantıklı düşünemediğim için onu kıracak cümleler kuruyordum. Oysa ki Valéria'nın sevgiye ihtiyacı vardı. Bunu ona ben veremezdim ki. İçimde, kendime karşı bile yoktu en ufak bir sevgi.

Tüm bunları düşünemediğim için "Anlamayı denemiyorsun hiç!" dedim bencil bir şekilde. Beni anlamaya çalışmadığı için ona kızgındım. Fazla sinirliydim ama ben de onu anlamaya çalışmıyordum. Tabi burasını tamamen görmezden gelmiştim. İçten içe Valéria'nın beni anlamasını ve bu hayatta yalnız olmamayı dilesem de Val ile iki zıt kutuptuk. "Neden senin gibi bir salak beni bu hayata daha çok bağlıyor? İşte ben de bunu anlamıyorum!" dedim iyice sinirlenip. "Aklımdakiler hakkında hiçbir şey bilmeyip kafanda nasıl bir düşünceye sahip olduğumu kuruyor, sonra da ona göre yaşıyorsun! Daha önce de öyleydi, şimdi de öyle." Kapıya tekrar vurdum sertçe! "HİÇ" Bir daha vurdum! "BİR" Bir daha... "ŞEY" Bir daha... "BİLMİYORSUN!" İyi ki açık değildi kapı. Valéria'ya zarar vermek istemezdim asla. Onun benden korkuyormuş gibi gözükmesini, bana o gözlerle bakmasını istemezdim. İyi ki açık değildi. "Bir de yanlış sonuçlara varıyorsun! Düşünüp duruyorsun! DÜŞÜNME! Düşünmek yerine yüzüme gel ve bağır bana! Ama yok, en ufak bir ters tepkimde geri çekilmek zorundasın! Değişmeye çalışıyorsan ilk buradan başla işte!" Durdum ve  derin derin nefes aldım. Gözlerim kocaman açılmş, kaşlarım çatılmıştı. Boğazım ağladığım ve bağırdığım için acıyordu.

Tabi bunlar bana yetmemişti. Buraya onu ne kadar sevdiğimi söylemeye gelmiştim. Saçma sapan konuşarak beni delirtmişti. Eskisi gibi basit, eğlenceli takılmalar yapamıyordum artık. Direkt onu kıracak, üzecek cümleler çıkıyordu ağzımdan. Yumruk yaptığım sol elim kapının üstünde yavaşça kaydı. Kafamı güm diye geçirdim kapıya. "Yine de seni çok seviyorum Val." dedim. İyice dengesizleşmiştim. Bir bağırıp, bir sakinleşmeye çalışıyordum. Yine de içimden ne gelirse onu söylüyordum işte. Gözlerimden hala yaşlar boşalıyordu. Dişlerimi birbirine geçirmiştim. Cümleler bu sefer bağırarak değil, dişlerimin arasından zorla çıkıyordu. "Beni böyle bırakırsan deliririm. Sonum onun gibi olur. Beni şimdi bile sevmiyorsun, o zaman nefret edersin. Benden nefret etmeni istemiyorum."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Ϟ Rp Beğenileri : 72

Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Salak, demişti bana. Nefret ediyormuş gibi. Bunu duyunca bütün bu ayakta, güçlü ve dik duracağım palavralarım yıkıldı. Sendeledim arkaya doğru birkaç adım. Bir daha söyledi, bir daha. Hıçkırmaya başladım ağlarken. Bana hakaret etmesine bile bu kadar alınıyorsam nasıl güçlü duracağım ki? Kapıya vurma sesiyle sıçradım olduğum yerde. Çok sinirlenmişti bana. Ona karşı çıktığım içindi bu tepkisi sanırım. "Ne demek yeni aile seçtim?" dediğini duyduğumda "Yalan mı?" diye bağırdım, sesim çatlamıştı. "Benim senden başka ailem nasıl olabilir salak!" Salak... Neden bana böyle diyor? Beni kırmaya mı çalışıyor? Bunu bu şekilde söylemek zorunda mı? Sakince konuşsa olmaz mıydı sanki? Bir dakika...Anlamayı denemiyor muymuşum? Deniyorum! Aklımdan milyon tane soru geçiyor günlerdir! Sorgulayıp duruyorum, bunu neden yaptı diyorum. Neden? O kız kim? Onunla nasıl bir bağı var? Marcel'e ne katkısı var, benden ne farkı var. Tamam, bazı ihtiyaçlarını gidermek istiyor olabilir. Bunu anlarım. Ama sırf bunun için eve böyle varoş, seviyesiz birini sokmak. Kendi soyadımızı bile taşımıyorken... Ayrıca böyle düşünüyorum ama Marcel gay değil miydi? En son hatırladığım kadarıyla öyleydi! Ne diye bu kadını aldık ya? Anlam veremiyorum işte buna! Aklımdan neler neler geçiyor bir bilse. Ama her şeyi o en iyi bilir değil mi? Benim ne düşündüğümü bile benden iyi bilir canım kardeşim.

"Neden senin gibi bir salak beni bu hayata daha çok bağlıyor? İşte ben de bunu anlamıyorum!" Bu söz. Bu söz kalbime bir bıçak gibi saplanmıştı sanki. Canımı acıtmıştı. Üst üste o kadar çok bağırmıştı ki salak olduğumu. TAMAM. BİLİYORUM. SALAK OLDUĞUMU BEN DE BİLİYORUM. Canım ona bu cümleleri bağırmak istese de dudaklarımı aralayacak gücüm bile yoktu, yavaşça yere eğildim ve dizlerimin üzerine çöküp nefes almaya başladım. Daralmış hissediyordum. Sıcak basıyordu. Onunla kavga edecek kadar bile güçlü değildim. Dyanamıyordum söylediklerine. Göğsümdeki acıyı, somut bir şekilde hissedebiliyordum. Sanki keskin bir alet var, dönüp duruyor göğüs boşluğumda. Denk geldiği yerleri yaralıyor, içten içe öldürüyor sanki beni. O kadar zor, o kadar dayanılmaz ki. Onun için istenmeyen biri olduğumu bilmek. Beni sevmeyi sevmiyor. Hayatında önemli bir yerdeyim, ama bunu istemiyor. Peki ben bu bilgiyle ne yapayım? Kapıya vuruşuyla bir kere daha zıpladım korkuyla. Gözümü kapatmış, dediklerini dinliyordum sadece. Tek tek, her kelimesinde canım acıyordu. Kapıya vuruşu değildi beni korkutan, onun siniri ve sözleriydi. Beni daha fazla kırabilecek sözler duymaktan korkuyordum. Çünkü benim için çok önemliydi. Tek önemsediğim kişi. Fikrini tek umursadığım. Bana yaptığı en küçük eleştirici böyle ruhumu parçalarcasına işliyordu.

"DÜŞÜNME!" Göz yaşlarım arasında sesini yükselttikçe hıçkırıyor, dediklerine kulak kesiliyor, sonra tekrar düşüncelerime dalıyordum. Her dediğini duymamıştım bile. Duymak istememiştim sanırım, savunma mekanizması gibi kapamıştım kendimi kırıcı sözlerine. Anlamıyorum. Neden düşünmemi istemiyor? Benden beklediği tam olarak bu değil mi? Düşünerek hareket etmem. Mantıklı davranmam. Sorgulamam. Tam olarak bunu yapmaya çalışıyorum. Ona niye yetmiyor hiçbir şey? Benliğimi değiştiremem ki. Beni tanımıyor mu? Beni bu halimle kabul edemiyor mu? Ama ben onu ediyorum, en başından beri. Ona saygı duyuyorum, istediklerine karşı çıkmıyorum artık. Ailemizin sorumluluğunu almasına izin veriyorum. Ama o... O kendini beğenmişin önde gideni. Beni küçümsüyor. BEN İZİN VERİYORUM ONUN BAŞIMIZDA OLMASINA. Eğer ben ona saygı göstermesem, başında efendilik taslayacağı bir ailesi bile kalmayacak. Bana böyle davranamaz. Ayağa kalktım. Yüzümü sildim ellerimin tersiyle. Kapı koluna uzandım. Tam bu sırada kapıdan şiddetli bir ses gelmesiyle tekrar sıçramıştım olduğum yerde. Gözlerimi kapadım sakin olmaya çalışarak, bu sırada Marcel'in sözleri kulaklarıma ilişti. "Yine de seni çok seviyorum Val." Kalbim neredeyse teklemişti bu lafına. Ama yeterli değildi. Beni böyle acımasızca kırıp döktükten sonra tek bir sözüyle geri toplayamaz. Bu kadar kolay değil artık. Sevgi böyle bir şey de değil. Bana bir kez olsun davranışlarıyla bunu göstermezse neye tutunacağım? Bu şekilde bir gece kapıma dayanmasını mı bekleyeceğim her seferinde? 10 tane kötü lafının arasından en iyisin çekip çıkarmaya mı uğraşacağım? Biliyorum, hiçbir zaman sevgimizi yansıtan bir ikili olmadık. Ne birbirimize ne de başkalarına. Nasıl yapılır onu da bilmiyorum, çok doğru. Ama bildiğim bir şey var ki o da aramızdaki ilişkinin sağlıklı olmadığı. Beni de onu da yıpratıyor bu durum. Küçükken onunla çok dalga geçerdim, o da benimle. Birbirimizi hiç beğenmezdik falan ama çocukluktu bu. Artık sözleri bana, her zamanki gibi dalga geçilecek boş laflarmış gibi gelmiyodu. Ruhumu yaralıyordu.

Sözlerine son kez kulak kabarttıktan sonra kararlı bir şekilde açtım kapıyı. Gözlerimi az önce silmiş olsam da şimdi tekrardan yaşlar akmaya başlamıştı. Hemen konuşamadım. Kızarmış gözlerine ve akan burnuna baktım. Saçları dağılmıştı, kapı pervazına yaslanmış, bitkin bir halde bekliyordu bir şey dememi. Onun böyle, güçsüz olduğunu görmek afallamamı sağlamıştı. Duygusallığa uzun süredir hayatında yer vermeyen biriydi, bana göstermeden mi yaşıyordu hep içindekileri yani? Böyle... Ağladığı çok mu oluyordu? Burnuma keskin alkol kokusu dolunca yüzümü buruşturdum rahatsızlıkla. Kendi cesareti değil, alkolün etkisiydi demek. Normal kafasında olsa yanıma gelmeye tenezzül bile etmeyecekti. Demek ki içinden bunlar geçiyordu. Benim ne kadar salak olduğumu ne de çok düşünüyormuş! Böyle salak birine bağlı olduğu için ne çok üzülüyormuş!

Elimi kapıdan çektikten sonra bir adım atarak onun göğsüne koydum ve arkaya doğru ittirdim onu. Canımı acıtmasının intikamını çıkarmak istiyordum. Çok az hareket ettirebildiğimden bir daha, bu sefer iki elimle güçlüce bastırdım göğsüne. "Sen bir öküzsün!" diye bağırdım. Uzun zamandan beri ilk defa ona bu sıfatı kullanmıştım tekrar. "Tüm dediklerinden sonra beni seviyorsun diye sana sarılmamı mı bekliyorsun!" Bir daha ittim arkasındaki duvara doğru. "Bilerek canımı acıtıyorsun. Ben yoruldum! Yıkılan taraf olmaktan çok yoruldum!" Güçsüz olmaktan, kendi düşüncelerimle kavga edip durmaktan, Marcel'i düşünmekten... "Madem beni seviyorsun, o zaman öyle davran!" Sinirden duran göz yaşlarım, benden izinsiz tekrardan akmaya başlamıştı. "ASIL SEN benden nefret ediyorsun! ANLADIM. SALAKMIŞIM. MİLYON KERE TEKRAR ETTİN, TAMAM. SALAK OLMAMLA BU KADAR SORUNUN VARSA SEVME BENİ! BU KADAR İSTEMİYORSAN SEVME!" Son kez vurdum göğsüne. Sonra arkamı döndüm ve odamın açık kapısının yanındaki, ikizimin karşısındaki duvara yaslandım ona bakmadan. Nefes alıp verdim, kendime gelmeye çalışıyordum. Hıçkırmak istemiyordum artık. Buraya kadar kendimden beklenmeyecek bir dayanıklılık sergileyerek gelmiş, güçlü durmayı başarmıştım. Daha iyi olabilirdim. Sakin kalmalıydım. Başımı kaldırdım, burnumu çekip yüzümü iki elimle sertçe bastırarak sildikten sonra ona döndüm. "Delirmeyeceksin. Yeterince güçlüsün." İyice sönmüştü sinirim, hatta bu sefer fazla soğuktum. Buz gibi. "Kendine gel. Babam seni böyle zayıf ol diye yetiştirmedi." Benim yanımda olmak yerine zorla güçlü durmamı sağlamaya çalıştığında kurduğu cümleler. Kim bilir kaç gece tekrar etmiştim bunu. Kaç gece kendimi yiyip bitirmiştim böyle. Ne olurdu bana sadece sarılsaydı? Zorlamak yerine sadece saçımı sevip iyi olduğunu söylemesi yeterdi bana. Ama hayır, illa kızacak. Mutlaka beğenmeyecek tepkilerimi. Çünkü ben salağım ya hani. İşte bu yüzden hayır; beni bu kadar kırdıktan sonra, ona başka bir şey dememi bekleyemez. Yine de kafamı yana eğdim, daha samimi bir şekilde "Seni seviyorum Marcel." dedim. Ne yaparsa yapsın... Benim kalbimi parçalasa bile, ondan nefret ettiğimi haykırmak istiyor olsam bile... Seviyordum yine de. İkizim. Her şeyimdi o benim. Bunu bilmeye ihtiyacı olduğunu anladığımdan dile getirmiştim. Nasıl benim de ondan duymaya ihtiyacım varsa. "Seviyorum ama... Eğer beni daha fazla kırmaya devam edersen, geriye toplayabileceğin bir parçam kalmayacak."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2255-valeria-e-barthelemy-lejant
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet


Kapı önümde açılınca karşımda Valéria'nın üzgün, ağlayan yüzü ile karşı karşıya geldim. Benim de gözlerim kızarmış, yüzüm gözüm yaş içindeydi. Saçlarım dağılmıştı. Onun da tüm yüzü çökmüştü. Onu böyle ağlattığım için kendimden nefret ettim. Eskiden de ağlatır, sinirlendirirdim kız kardeşimi ama bir süre sonra dokunulmaz olmuştu bu konuda. Dediklerimi ciddiye almıyor, kafasına takmıyordu. Tabi büyüyünce olay aynı durumda kalmamıştı. Artık eskisi gibi takılmıyordum ona. Bu yüzden söylediğim sözler ciddiydi ve ne düşündüğümü belli eden şeylerdi. Val'ın ona salak dediğim için ne kadar alınmış olduğunu biliyordum. Çok garipti bu. Çünkü en ufak bir pişmanlık hissetmiyordum. Bu yüzden daha da nefret ediyordum kendimden. Bana bakıyor, yüzünü ekşitiyordu. Bunu hak ediyordum. Sadece bir yüz ekşitmesi ile bitemezdi ama. Valéria beni daha da cezalandırmalıydı aslında. Şu an siktirip gitmemi istemeliydi. Bana merhamet göstermemeliydi. Ancak eğer bunu yaparsa kaybolurdum. Karanlığımda kaybolur, yalnızlığımda boğulurdum. Eski Marcel yavaş yavaş yok olurdu. Bunun olmasından o kadar çok korkuyordum ki.

Val beni göğsümden ittirdi. Yeterince güçlü bir ittirme değildi bu. Yerimde sarsıldım biraz sadece. Yüzünde bir hırs, ifadesi vardı. Val'dan bu ifadeyi daha önce çok gördüm. Ben onu kırdığımda ağlar, kendine acır, bana da sinirlenirdi. Bir daha vurdu göğsüme, bu sefer iki elini kullanmıştı. Ben de sarhoş olduğum için biraz sendeledim arkaya doğru. Bana eskiden söylediği gibi öküz diyince şaşırdım. Boğazım yanıyordu. Eskiden kavga eder, ona zorla istediğimi yaptırırdım. O da bana sürekli öküz derdi. Ancak Hogwarts'ta iken... Valéria'dan hiç ayrılmazdım ben. Sürekli birlikte gezer, sürekli birlikte takılırdık. Ben bazen başka arkadaşlarımla dolaşsam da, her zaman Val'a geri dönerdim. Artık doğru düzgün konuşmuyorduk bile... Aramızdaki uçurumu tam olarak fark edince korku ile doldu içim. Ona tutunamayacak kadar uzaklaşmış mıydım yoksa? Artık umudum hiç mi yoktu? Tekrar vurdu göğsüme ve tüm dediklerimden sonra bana sarılmasını mı beklediğim sordu. Bu darbe ile arkadaki duvara çarptı sırtım. Derin derin nefes alıyor, Val'ın bana bağırmasını dinliyordum sessizce. Bilerek canını mı yakıyordum? Neden yapıyordum peki? Çünkü yanıma çok yaklaşmasını istemiyordum. Başına bir iş gelmesinden korkuyordum işte. Bir yandan da beni bırakmamasını istiyordum. Çok mu zordu? Başkaları için çok zor olabilirdi ama Valéria için çok zor olmaması gerekiyordu bunun işte. O benim ikizimdi. Birbirimizi anlayabilmeliydik. Onu seviyorsam öyle davranmamı söyleyince artık ciddi ciddi dayanamadım. Gözlerimden gelen yaşlar daha da arttı ve iç çektim katılmamak için. Yutkununca boğazımdaki yumru biraz azaldı. Bu sırada kız kardeşim salak olduğunu kabul ediyor, onu sevmememi söylüyordu. Ya ben seni nasıl sevmeyeyim Val? Sen benim bir tanemsin. Seni o kadar çok seviyorum ki, kendimden bile sakınıyorum anlamıyor musun? Dünya'daki herkes kötü işte anlasana. Ben bile kötüyüm. Seni kırıp duruyorum. Korkuyorum. En çok istediğim şey, birinin gelmesi ve seni mutlu etmesi. Seni sevmesi. Benim kadar sevemez Val. Bunu bilmelisin. Seni kimse benim kadar sevemez... Yine de dediğin gibi; sana sevgisini gösterecek biri lazım.

Val gidip kapının yanındaki duvara yaslanınca olduğum yerde nefes alıp vererek izledim onu. Gözlerini sildiğinde ben de silmeye çalıştım kendiminkileri. Ancak gözlerim, yüzümün kuru durmasına izin vermiyordu. Delirmeyeceğimi söylediğinde acı acı gülümseyip kafamı sağa sola salladım. Hiçbir fikrin yok Val. Bana buz gibi bir sesle, kendime gelmemi ve babamın beni zayıf olmamam için yetiştirmediğini söylediğinde gözlerimi kocaman açıp onun gözlerinin içine baktım. Bunlar kendime de bin kere söylediğim cümlelerdendi. Babamdan nefret ediyordum. Beni böyle bir insana çevirdiği için. Sorumluluklarım yüzünden sürekli başımın ağrımasına sebep olduğu için. En ufak bir başarısızlık karşısında mide bulantısı ve kusma yaşamamın nedeni olduğu için. Hayatımda kimseye aşık olamadığım için. Karıma asla yeterince güvenemeyeceğim için. Öldüğü için. Yaşadığım için... Güçlü müyüm? Bilemiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Güvende değilim. Bunu biliyorum. Valéria kafasını hafiften yana yatırdı ve beni sevdiğini söyledi. Derin bir nefes alıp ben de ona aynısını tekrar ettim ağzımı oynatarak sadece. Seviyordu beni ama onu çok üzüyordum. Üzmeyi istiyordum bir yandan da. Bana çok derinden yakınlaşmasın istiyordum. Şu an pek sağlıklı düşünemediğim için bunları ona söylemeye karar verdim. "Val..." dedim üzgün bir şekilde. Duvardan destek alıp ona doğru yürüdükten sonra elini yakaladım. "Gel, içeri." dedim ve kızı çekiştirerek odasına girdim. Kapıyı kapattım. Sağ elimle Val'ı çekiştirip bembeyaz odasındaki koltuğa oturmasını sağladım. Bir yandan da sol elimle yüzümü siliyordum. "Lavinia duymasın." dedim fısıltı ile sonra da yanına oturdum. Bir bacağım koltuğun üstünde kırık vaziyette, diğer bacağım ise koltuktan aşağı sarkar bir vaziyette döndüm Valéria'ya. "Babamız bizi böyle eğitmişmiş. Babamızın ölüsünü sikeyim ben." dedim. Böyle aşırı bir küfürü ben de beklemiyordum kendimden ama ciddi ciddi böyle hissediyordum. Durdum. Kız kardeşime her şeyi anlatmak gelmişti içimden. Şu kapıyı kapatıp kızı içeri götürmeseydim, o duvara yaslandığımızda başlasaydım konuşmaya, büyük ihtimalle yaptığım ve planladığım her boku anlatacak durumdaydım. Oradan buraya gelene kadar ise... Beynimde eğer Val bunları bilirse ne kadar endişeleneceği ve bildiği için tehlikeye gireceği yankılandı. Söyleyemezdim. Kendime yaklaştıramazdım onu. Dişlerimi sıktım.

Ne söylemek istiyordum ona biliyor musunuz? Düşüne düşüne kafayı yediğimi. Fransa'daki günlerimizde her sabah ağlama krizlerine girdiğimi. Bunu kimseye söyleyemeyecek kadar korkak olduğumu. İnsanların yanında artık bir maske taktığımı ve o maskeyi daha çok sevdiğimi. Gerçek kendimden tiksindiğimi, güçlü olmadığımı, sadece güçlü rolü yaptığımı. Kimseye güvenmediğimi, güvenmediğim insanları daha yakınımda tutmak zorunda hissettiğimi. Bakanlıkta her zaman baş ağrısı yaşadığımı, oradaki insanları ölümüne kıskandığımı, özellikle Sihirsel Yaptırım'ın oraya gittikten sonra tuvalete gidip kustuğumu ve bunların hepsinin psikolojik olduğunu. Lavinia'yı karım olarak istememin tek sebebinin güzelliği, sorgulamaması, çataldili ve safkanlığı olduğunu. Onu asla sevemeyecek olmamı. Artık romantizm adı altında hiçbir şey yaşayamayacağıma emin olduğumu. Dimitri'yi.  Fransa'ya gidip Veela'yı bulma planlarımı. Birileri ile tanışmaya çalışacak olmamı, bu kişilerin Veela'yı öldürmesini isteyeceğimi. Veela'yı kaçıracağımı. Lavinia'nın sanat galerisinin gösteriden ibaret olduğunu, aslında alttan alttan işler çevireceğimizi. Valéria'yı ne kadar çok sevdiğimi. Onu mutlu edemediğim, ona laik bir kardeş olmadığım için her zaman kendimi psikolojik olarak cezalandırdığımı. Maskemi ne kadar çok sevdiğimi... Keşke o rolünü yaptığım kişi olsaydım diye düşünüp durduğumu. İnsanlara her zaman yalan söylediğimi. Güvensizlikten ve korkudan 10 hamle sonramı bile planladığımı. Tüm bunlar ne kadar iğrenç bir insan olduğumu belli ediyordu hep. Benim gibi biri, Valéria gibi saf ve masum birinin yanında bulunmamalıydı. İşte tüm bunları söylemek istiyordum.

Ancak ne söyledim biliyor musunuz? Dedim ki "Biliyor musun? Haklısın. Yeterince güçlüyüm. Sen neden değilsin? Artık güçlü olacaksın. Her dediğim lafta kırılmayacaksın." Bilerek canını acıttığımı söylemişti değil mi? Bilerek canını acıtmıyordum. Ben sadece bana çok yaklaşmasını engellemeye çalışıyordum. Şimdi nasıl bilerek can acıtılırmış görecekti. "Bana sarılmalısın tabi ki! Biz aile değil miyiz? Sana ne yaparsam yapayım sarılacaksın. İstersem seni tanımadığın bir adamla evlendiririm, istersem mesleğini değiştiririm! Ben bu aile için götümü yırtıyorsam, senin gibi bir salağa bu kadar bağlanıyorsam! Sen de kendinden bir şeyler vereceksin ve beni seveceksin!" Yakaladım kızın kolunu sıkıca. Benden daha da tiksinmesini istiyordum artık. Şöyle güzel bir tokat işe yarardı sanırım kendimi cezandırabilmem için. Sevgi için gelmiştim buraya ama hak etmiyordum ki. Umrumda değildi sonunda Dimitri'ye dönüşmek artık. Delirmeyi, kaybolmayı, karanlığı hak ediyordum.  Val gibi biri belki içimdeki iyi yanı bulabilirdi ama ben bulamıyordum. Kız kardeşim, beni hayatta tutmak zorunda değildi. Kimsenin böyle bir sorumluluğu almasına gerek yoktu. Bu yüzden daha da nefret etmeliydi benden. Valéria'nın gözünde sevgi gördükçe ona bağlanıyor, kendimi iyi biri sanıyordum. Değildim ama. Bu yüzden en sevdiğim kişi de benden tiksinip, nefret ederse... İşte o zaman hak ettiğim yerde olacaktım. Daha da kırmalıydım onu. En kırıcı anlarımı bile alttan alabiliyordu Valéria. Ciddi ve bilerek yapınca o kadar kolay olmayacaktı şimdi. Kolunu tutmadığım elimle de çenesini yakaladım. İki elimle de sıktım canını acıtmak için. "Buraya geldiğimizden beri götümü yırtıyorum Valéria! Bir şeyler yapmak için! O hiç sevmediğin Lavinia bile katkıda bulunuyor ailemizin katillerini bulmamız için. Bir yerlere gelebilmemiz için. Sen ne yapıyorsun? Hiçbir şey! Bari bana sevgi göster de bir işe yara! Onu bile yapmıyorsun! Bir de çıkıp senin istediklerini göz önünde bulundurmamı bekliyorsun. Seni sevdiğim için yapacağım bunu öyle mi? Annemiz olacak kadının kanından gelen bir durum sanırım bu! Sadece erkeklerin onlara olan sevgisinden yararlanıp, istediklerini yaptırmak. Bana yemez bunlar." Konuşurken iyice yaklaşmıştım kız kardeşimin yüzüne. Birkaç saniye küçük görerek baktım ona. Her gün başkası gibi davrandığım için, rol yapmak o kadar kolay geliyordu ki artık. Çenesini tuttuğum elim ile Valéria'nın yüzünü kafamdan uzağa ittirip geri çekildim. "Şimdi beni sevdiğini tekrar söyle de keyfim yerine gelsin. Kırılman önemli değil, bunu bil." Bunu hak ediyorum. En sevdiğim insanın, benden nefret etmesini hak ediyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Ϟ Rp Beğenileri : 72

Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Onu sevdiğimi söylediğimde ağzını kıpırdatarak cevap verişini izlemiş ve belli belirsiz gülümsemiştim. Evet, beni kızdırıyordu, beni değersiz hissettiriyordu günlerdir, hatta şu anda da, ama sevdiğini söylüyor oluşuyla mutlu olmadan da edemiyordum. Kalbime engel olamıyorum, tamam mı? İstediğim sadece küçük bir parıltı görebilmek. Ondan sadece minik bir ipucu bekliyorum. Her gün değil, her hafta değil, sadece ihtiyacım olduğunda yanımda olmasını. En azından yanımda olmak isteyeceğini bilmem lazım. Ama o bunu istemediğini söylüyor. Bana verdiği değerin istemeden olduğunu... Beni elinin tersiyle ittirmesini istemiyorum. Çok mu şey bekliyorum? Bence hayır. Bunu ondan bekleyemeyeceksem ben bu hayatımla ne yapmalıyım bilemiyorum. İki büklüm olduğu duvarın dibinden dikleşip yanıma doğru geldiğinde ben de doğruldum merakla. Sarılmayacağımı söylemiştim ama belki de o sarılırdı ve biterdi artık bu konu. Ona kırgınlığımı unutabilir miydim? Bilmiyorum. Ama sönerdi bu kızgınlığım mutlaka. Derken elimi tuttu ve beni odamın içine doğru çekiştirmeye başladı. Lavinia duymasın diye olduğunu belirttiğinde göz devirerek peşinden ayaklarımı sürümeye başladım. Ben de tam olarak bundan bahsediyorum işte. O bile bu kıza güvenmiyorsa ne işi vardı iki adım ötedeki odada? Yatağıma oturduk, o bir bacağını kırıp bana dönmüştü, ben de ne yapacağımı bilemeyerek rahatsızca kıpırdandım yerimde. Sonunda bağdaş kurarak odamın karşı duvarına, gardırobumun kapağına bakmaya başladım. Onun konuşmasını bekleyecektim. Düşündüğüm gibi o başladı konuşmaya, babamın lafını açmamdan girmişti konuya. Küfretmesiyle şaşkınca ona çevirdim bakışlarımı. Babamın ölüsünü... "Ne?" dedim istemsizce. Anlaşamadıklarını biliyordum ama ölüsüne sövecek kadar... Bu kadar kindar kimse olamaz. Marcel gerçekten duygusuz birine dönüşmüş olabilir mi? Ama bu gece, onun da hala duygularının olduğunun kanıtı sayılır. Hayır bu çok farklı bir şey, bu babamın kendi yarattığı bir canavar. Yıllarca ona kurduğu baskının ürünü. Bu yüzden ona kızamam. Sadece acıyabilirim kardeşime. Ama ne var biliyor musunuz? Bana çocukluğumdan beri sanki bir yaratıkmışım gibi davranan, her yaz tatilimi burnumdan getiren halama karşı bir kez olsun karşı çıktı mı? Bir kez olsun bana bu yüzden acıdı mı Marcel? Babam en azından bizi Veela gibi terk edip gitmedi, onu güçlü birine dönüştürmeye çalıştı sadece! Keşke biraz bana da yapsaydı aynısını, belki o zaman böyle olmazdı hiçbir şey. "Konuşma böyle." diyebildim sadece. Burada babamı savunup bana bir kez daha salak muamelesi yapmasını yediremezdim kendime çünkü.

Sonra konuşmaya başladı. Dediklerini dinlerken ona bakmıyordum. Güçlü olduğunu söylüyordu, biliyorum. Benim güçsüz olduğumu söylüyordu. Omuzlarımı düşürmemeye çalıştım, dik oturmaya ve daha fazla gözümün dolmamasını sağlamaya. Ona kırılıyor olmamı küçümsüyordu. Kendimi çok zayıf hissettiriyordu. Ona sarılmam gerektiğini söylediğinde ellerimi bacaklarımın arasında sıkıştırdım ve gözlerimi kırpıştırarak devam ettim karşıma bakmaya. "İstersem seni tanımadığın bir adamla evlendiririm..." dediğini duyduğumda dayanamayıp ona döndüm tabi. "HAYIR!" diye bağırdım sinirle ama ses tonuyla beni bastırıp devam etmişti konuşmasına. Mesleğimi ben seçmedim bile! Bana bunu yap dediler, tamam dedim. İkilettim mi kabul ederken? Ben dedikodu yazarı mı olmak istiyordum sanki? Ben, bunların hiçbirine ses çıkarmadım şimdiye kadar! Gidiyoruz dedi, tamam dedim. Dırdırcı'da çalış dedi, tamam dedim. Kuzenlerimiz de bizimle olacak dedi, tamam dedim. Ama! Ama buna ben izin verdim! Ben izin vermedikçe bana hiçbir şey yaptıramaz.

Tekrar o kelime. Salak. Gözümü kapatıp yüz kaslarımı sıktım sonuna kadar. "Sus." dedim. Devam ediyordu ama. İlk başta kolumu tuttu, sonra sıkıca çenemi kavradığında gözlerimi açmak zorunda bıraktı beni. Hiçbir işe yaramadığımı yüzüme vuruyordu. Aynı tahmin ettiğim gibi. Dediklerini duymak istemiyordum, kolumu çekmeye çalıştım. "Canım acıyor!" dedim çenemi bırakması için. Devam ediyordu. Lavinia bile benden daha işe yararmış. Dinleme Val. Kapa kulaklarını. En azından ona sevgi göstermeliymişim. Sus artık, konuşma, sus. Beni sevmesinin hiçbir fark yaratmayacağını söylüyordu. "SUS." Duymak istemiyordum daha fazla. Daha fazla beni kırmasını istemiyordum. Yüzü, ses tonu, bakışları o kadar içime işliyordu ki. Benden tiksiniyordu. Bunu bu kadar net görebiliyor olmak göz yaşlarımı tutabilmemi de imkansız kılmıştı. Birkaç damla yaş yanağımı ıslatırken gözlerimi kaçırmadan ona bakmaya devam etmeye çalışıyordum. İşte tam da bu sırada, ben hala güçlü durmaya çalışırken söylediği sözler... "Annemiz olacak kadının kanından gelen bir durum sanırım bu! Sadece erkeklerin onlara olan sevgisinden yararlanıp, istediklerini yaptırmak. Bana yemez bunlar." Bir nefes verdim. Gözlerim bulanıklaştı. Kelimeleri beynimde dönüp duruyor ama anlam kazanmıyordu bir türlü. İnanmak istemiyordum bana bunu diyebildiğine. Bu kadar olamaz diyordum. Bu kadar kötü düşünüyor olamaz. Benden bu kadar nefret ediyor olamaz. "Hani..." beni seviyordun. Diyemedim. Gözlerindeki parıltının beni susturmasına izin verdim. Tehlikeliymişim gibi. Uzak durulması gereken, kimsenin görmemesi gerektiği bir böcekmişim gibi bakmıştı bana. Ama ben bunu hak etmiyorum. Hak etmiyorum. Hayır, hem de hiç. Gözlerimi diktim, sıktığım dişlerim arasından tıslamaya benzer bir şekilde "Bırak beni." dedim. Çenemde sıktığı elleriyle kafamı arkaya ittirdikten sonra geriye çekildiğinde, göz kapaklarımı sıkıp son damlanın da düşmesine izin vermiştim. Her şeyi kabul edebilirdim ama benim o kadına benzediğimi ima etmesi apayrı bir mevzu. Hala konuşmaya devam ettiğini duyunca "SUS ARTIK! SUS, SUS, SUS!" diye çığlık attığımda bütün evde sesimin yankılanmıştı. İşte tam da şimdi burada, kayışım koptu. Düşünmeden hareket etmeye başladım.

Önce asamı çıkardım ve çenesinin altına dayadım. "Silencio." diyerek susturdum onu ilk başta. Ağzını açıp iki çift laf etmesini isterken bunları kast etmiyordum ben. Böyle olacaksa hiç konuşmasın daha iyi. "Beni." dedim asamı boynuna bastırarak. "O kadınla. ONUNLA BİR Mİ TUTUYORSUN?" Asamı sol elime geçirdikten sonra boşta kalan sağ elimle yanağına sert bir tokat yapıştırdım. Ona bunu hiç yapmamıştım şimdiye kadar. Sinirlenebilirdi, daha çok artabilirdi öfkesi ama umurumda değil. Artık o susacak, ben konuşacağım. "SENDE DE AYNI KANDAN VAR!" Ayağa kalktım ve saçlarımı arkama attım hışımla. Sıcak basmaya başlamıştı tekrardan. Asamı savurarak Marcel'in arka çaprazında kalan pencerelerden birini açtıktan sonra tekrar ona döndüm. Alaycı bir şekilde güldüm. "Sende de babamın kanından gelen bir durum var sanırım, zenginliğinden yararlanmak isteyen kadınların güzelliğine aldanıp boyun eğme aptallığı." Ona doğru birkaç adım attım. "Kimsenin sevgisine muhtaç değilim ben. Ama sen? Kendini sevdireceksin diye insanlara olmadığın biri gibi davranıyorsun!" Yaklaştım ve asamı göğsüne dayadım. "Ben. Seni. Tanıyorum. Ve olduğun kişiden nefret ediyorum! Anladın mı? NEFRET." Sıcak. Çok sıcaktı. "Yürüyüşünden de, özenle taranmış saçlarından da, gereksiz takıntılarından da, ağzından zorla çıkan iki kelimeden de!" Az sonra alev alacağıma emindim neredeyse. Boynumdan yanaklarıma, oradan alnıma kadar çıkan alevi hissedebiliyordum. "Everte Statum!" Onun arkaya doğru bir takla atarak uçmasını sağladıktan sonra asamı camlara doğrulttum. "Her şeyi mahvediyorsun! Sen sinirlenince her şeyi paramparça et. İstediğin gibi kır dök. Kendi egon yüzünden evdeki bütün camları yere indir. Sonra bana gelince kırılmak yok, öyle mi? Tutturmuşsun bir tane büyü, her şeyi patlatmaya, yok etmeye çalışıyorsun. AL SENİN YERİNE BEN YAPAYIM! BOMBARDA MAXİMA!" diye bağırarak pencereleri teker teker patlattıktan sonra tekrar ona doğrulttum asamı. İkimizin de üzerine cam kırıkları uçmuştu, umursamadım. Canım yeterince yanmıştı, daha fazla yanamazdı."Bu aile için götünü mü yırtıyorsun? BU AİLE KİM? KİMSE YOK! SADECE BEN VARIM." Benim için sadece o vardı. Sadece Marcel. Kimseye güvenmiyorum, kimseyi sevmiyorum, kimseyi istemiyorum yanımda. Sadece kardeşimi ve biraz da huzur istiyorum ama belli ki çok şey istiyorum. "Kimse kalmadı Marcel. Zoé yok! Lara yok! O nefret ettiğin babam da yok! Malesef elinde kalan sadece ben varım. Üzgünüm bunun için, keşke başka biri olsaydı yerimde. AMA BUYUM. GİTMİYORUM. Beni benzettiğin o kadın gibi seni terk etmeyeceğim!" Belki de isterdi bunu. Gerçekten, eğer gitsem bir daha beni düşünmek zorunda kalmazdı. Veya ölsem... O zaman kardeşlerimize yaptığı gibi acısını çekerdi, ama devam ederdi hayatına. Kafası rahatlardı. Nasıl olsa bir işe yaramıyormuşum. "Bravo ya! Gerçekten bravo! Harika bir iş çıkardınız. Resim galerisi! Mükemmel bir fikir. NASIL DA İŞİMİZE YARAYACAK DEĞİL Mİ? BAŞKASININ BEBEĞİNİ TAŞIYAN BİR KADINLA EVLENMEN KADAR MÜKEMMEL BİR FİKİR!" Alkışlamaya başladım kardeşimi. Sonra asamı doğrultup çekmecemde sakladığım kapalı el aynasını yanıma getirdim. Ona doğru fırlattıktan sonra konuşmaya devam ettim. "Aç, şu fotoğrafa bir bak! Ben her adımımı onlar için atıyorum, her yaptığım harekette onları anıyorum! AMA SEN DUYGUSUZSUN. SADECE KENDİNİ DÜŞÜNÜYORSUN! Keşke senin yerine onlar burada olsaydı." Elimle kapıyı işaret ettim. "Git şimdi sesini de o kız düzeltsin. Bana ihtiyacın yok senin."

ayna ve içindeki katlanmış fotoğraf:

--bu kız çok konuşuyordu bi aralar, yine rpyi renkli görmenin bu sayede olacağını düşünmezdim--
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2255-valeria-e-barthelemy-lejant
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet

Ben konuştukça ikiz kardeşim daha da sinirleniyor, susmam için bağırıyordu. İstediğimin gerçekleşmesi de beni mutlu ediyordu. Ne yaparsam yapayım alttan alamazdı artık beni. Bilerek ve isteyerek kırıyordum işte. Canımı yakmalıydı. Hak ettiğimi vermeliydi bana. Bir anda susmam için çığlık attığında istediği gibi sustum. Uyumakta olan yanardağı uyandırmıştım galiba. Çok bile geç kalmıştı bu yanardağ patlamak için. Sonunda dedim kendi kendime ama şimdi yaptığımın acısını çekmek zorundaydım. Valeria asasını çıkardı ve beni susturmak için silencio büyüsünü uyguladı. Bir kaç adım geriye attım. Kardeşim ile çok kavga etmişizdir ama hiçbir zaman bunu beni tamamen engelleyerek yapmamıştı. Şimdi ise karşılık vermemi engellemişti tamamen. Belli ki bu bir tartışma olmayacaktı. Çok ironik değil mi? Normalde o konuşur ben sessiz kalırdım ve buna sinirlenirdi. Şimdi ise konuşmamam için büyülemişti beni. Tek tek konuşmaya başladı ve asasını boynuma bastırdı. Kafamı kaldırıp daha da geriledim asasından kaçmak adına. Valéria'yı, annemizle asla bir tutmam. Belden aşağı vurmuştum iyice basmak için damarına. Başarılı da olmuştum işte. Ancak böyle bitecek gibi gözükmüyordu. Daha da bağırarak bende de o kadının kanından olduğunu söyledi. Ayağa kalkıp odanın ortasına doğru ilerledi ve asası ile pencereyi açtı. Aniden yaptığı için bana gelecek bir büyü olur diye sol kolumu yüzüme siper ettim. Ancak sadece sıcağı gidermek için yapmıştı belli ki. Konuşmaya devam etti. Dedi ki, ben de babam gibi davranıyormuşum. Benden yararlanmak isteyen kadınlara boyun eğiyormuşum. Karşı çıkmak için ağzımı açtım ancak sesim çıkmadı. Bu yüzden dudağımı ısırdım sadece. Çünkü sonra gelen cümlesi o kadar doğruydu ki. Beni sevsinler diye başka biri gibi davranıyordum. Val, gerçek beni tamamen tanıyan tek kişi. Eskiden nasıl biri olduğumu biliyor. Nasıl kendimi bastırdığımı ve dışarıya tamamen yalancı bir görüntü verdiğimi en iyi o biliyor. Yine tek tek söylediği kelimeler yüzüme yumruk gibi indi. Beni tanıdığını ve olduğum kişiden nefret ettiğini söyledi. Yani, istediğimi almış oldum yine. Kız kardeşimi kendimden tiksindirmiş, bunu da öğrenerek kendime acı çektirmiştim. Dişlerimi sıktım ve dimdik baktım ona. Söylediği her şeyi hak ediyordum. Gözümden dökülen bir kaç damla yaş da, kız kardeşimi kaybetmek istememden dolayı akıyordu işte. Gerçekten ne kadar onu kendimden uzaklaştırma planı yapmış olsam da... Onu her şeyden fazla seviyordum. Hayallerimden bile mi? Belki de.

Öylece durmuş, kız kardeşimin ağlayarak bende nefret ettiği şeyleri söylemesini dinliyordum ki bir anda asasını tekrar kaldırdı ve beklenen büyüyü yapıştırdı bana. Asasından çıkan büyü bana geldiği anda ayaklarım yerden havalandı ve mide bulandırıcı bir kaç taklanın arkasından yere sırt üstü yapıştım. Sırtımın üstüne düştüğüm için ciğerlerimdeki tüm nefes boşaldı ve bir süre nefes alamaz duruma geldim. Gözlerim kocaman açıldı ve kulaklarımda Valéria'nın o sinirli sesi yankılanmaya devam etti. Her şeyi mahvettiğimi söyledi. Neyi mahvetmiştim? Ailemizi değil mi? Aramızdaki ilişkiyi? Gerçekten de... Ancak olması gereken buydu. Başka türlü başarıya nasıl ulaşacağım? Başka türlü seni nasıl koruyacağım? Yerden doğrulup nefes almaya tekrar başlamışken Valéria'nın ikinci büyüsü yüzünden yine kafamı koruyarak iki büklüm olmak zorunda kaldım. Odasının tüm duvarlarını bombardanın güçlü hali ile indirmiş, yıkılmış duvarların arasında dimdik duruyordu. Ailemizin olmadığını bağırdı. Kafamı kaldırdım. Normalde ona sakinleşmesini söylerdim. Çünkü olması gereken buydu. Ancak sarhoştum ve Valéria'nın daha çok bağırmasını, yıllardır bana söyleyemediği şeyleri yüzüme vurmaya devam etmesini istiyordum. Dediği gibi, kimse yoktu. Sadece o ve ben vardık. Valéria, annemiz gibi beni terk etmeyeceğini söylediğinde duygusallığıma son darbeyi geçirmiş oldu. Göz yaşlarım iyice arttı ve engellemeye çalıştıysam da başladım hıçkırmaya. Ben bu kızı çok seviyorum ya. Bayılıyorum sana dedim ağzımı oynatarak. Duyamazdı, dikkat ettiğini de hiç sanmıyorum. Lavinia ile olan planları bilmediği için onun açısından her şey bok gibiydi belli ki. Evet, Lavinia ile evlenme kararım bir anda gerçekleşmitşti. Ancak bir sürü artısı vardı. En büyük artısı çatal dildi. Safkandı. Güzeldi. Zaten beni seviyor olduğu için, başka bir kadını manipüle etmeme gerek kalmayacaktı ve... Çok parlak bir kadın değildi. Dediklerime uyuyor, fazla düşünmüyordu. Benim aşk aradığımı mı düşünüyordu Valéria? Lavinia'ya aşık olduğumu falan? Öyle bir şey düşünmediğine emindim. Kız kardeşim çekmecesinden çıkardığı aynayı üstüme attı ve ben yakalamaya çalışmadığım için, ayna pantalonumun üstüne düşüp bir kere sekti. Durgun hareketlerle aldım elime aynayı. Aç diye emretti ikizim. Açtım ben de. Karşımdaki fotoğraf içimde bir şeyleri koparttı attı. Lara, Zoe... Valéria'nın böyle güldüğünü uzun zamandır görmedim. Hepsini sarmışım kollarımla. Çok özlüyorum. Val sesini iyice yükseltip bana bencil dedi ve ben kız kardeşlerime bakarken keşke dedi, benim yerime onlar burada olsaydı... Gözümdeki yaşlar fotoğrafa dökülürken ağzımla tekrarladım. Keşke. Keşke yangında onları kurtarmak için ölseydim. O zaman bu kadar vicdan azabı çekmezdim. O zaman babamın bana tembihlediği şeyi yapmış ve bu uğurda ölmüş olurdum.

Gözümü kolumun tersi ile silip, fotoğrafı aynanın içine koydum ve kapattım. Yutkundum. Valéria'nın böyle güçlü olduğunu görmek beni aşırı mutlu etmişti. Acı çekiyordum. Daha da derine itiliyordu her şey. Ancak hak ediyordum bunu. Üstelik, kız kardeşim artık sessizliğini bozmuş, kendisini bana karşı savunuyorken benim duygularım ikinci plandaydı. Aynı amaçlarım için hissettiklerimi umursamamam gibi, üzüntümü ikinci plana atacaktım. Sinirli bir şekilde kapıyı gösteriyor, Lavinia'nın yanına gitmemi istiyordu. Aynayı cebime yerleştirip kapıya gider gibi yıkık dökük duvar parçalarının üstünden atladım. Kapı yerine Valéria'nın yanına gittim sonra da hiç beklemediği anda ona sarıldım. Kafamı omzuna koydum. Konuşamamam benim için bir artıydı burada. Yüzümü göremiyordu. Sesimi duyamıyordu. Bu yüzden utanmadan konuştum. Dedim ki;

"Benim için dünyadaki en önemli kişisin Val. Böyle biri olduğum için özür dilerim. Seni üzdüğüm için özür dilerim. Güçlüsün ve... Keşke senin gibi olabilseydim. Keşke senin gibi, kendimi yansıtabilseydim. Seni çok seviyorum. İyi ki, yanımdasın."

Val ne sesimi duydu, ne dudaklarımın oynadığını hissetti. Tüm bunları söyledikten sonra bıraktım kız kardeşimi ve yüzüne baktım bir iki saniye. Ardından gözlerimi çevirdim ve dediğini yaptım. Odasını terk ettim. Sessizlik büyüsünü bozması için Lavinia'nın odasına gitmem gerekiyordu. Sonra da evcinlerine Val'ın odasının duvarlarını tamir etmelerini emretmeliydim.

-SON-
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
 
Kalbimi Kırdın Bin Defa
Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts-RPG :: İngiltere :: Barthélemy Malikanesi-