Bellatores
Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir.
Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır.
İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
KARAKTER DEĞİŞİM ARACI
♣ Karakter Değiştir ♣
K.Adı:
Şifre:

HOGWARTS: AÇIK!
TARİH: ŞUBAT 1976

Paylaş
 

 Quarta Paradisium Topluluğu Yardım Gecesi

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Adrasteia Ovis Lloyd
Bakanlık Çalışanı
Ϟ Rp Beğenileri : 9

Adrasteia Ovis Lloyd
Bakanlık Çalışanı
Quarta Paradisium Topluluğu Yardım Gecesi Qp_simge
Gözler kalbin aynasıdır diyorlar. Yeterince iyi bir oyuncuysan görülmesini istediğin şeyleri gösteremez mi gözler? Mesela şu an koltuğumda uzanmış kitap okuyan bu tatlı kumral çocuk istesem ona aşık olduğuma inanmaz mı bakışlarımdan? İstesem koca bir salon dolusu insanı kandıramaz mıyım gülümsememle? Bence bu söz tam bir palavra. Bakışlarınla ne düşündüğünü gizleyememek tam bir güçsüzlük göstergesi, bu kadar kendini kontrol edememek ise bana kalırsa büyük bir başarısızlık sayılmalı. Gerekiyorsa maskeni yalnız kalmadıkça indirmeyeceksin ama yine de kafanın içinde dönen fırtınalara kimse ulaşamayacak, çünkü eğer ulaşırlarsa işte o zaman yalnız kalırsın. O yüzden de bugün, tüm gözler üzerimdeyken, en dikkatli olmam gereken ve en yalnız kalmamam gereken gecelerden biri.

Yanaklarıma sürdüğüm tombul fırçanın tenimde bıraktığı pembeliği gözlerimle takip ederken yapmam gerekenleri aklımdan geçiriyordum son kez. Davetiyelerine cevap yollayanlar, sanatçılar, basın, yemekler, görevliler, sahne, açılış saati... "Silas, saat kaç?" dedim ruja geçtiğim sırada. Çıkma zamanımızın geldiğini haber verdiğinde gözlerimle kendimi süzüyordum, hiçbir eksiğim yoktu. Yeşil tonlarında saten askılı bir elbise giymiştim, vücut hatlarımı tamamen ortaya çıkaran zarif bir elbiseydi. Fazla açık giyinip de seviyesiz bir görüntü çizmek istememiştim aslında, Daire Başkanıydım sonuçta artık. Bazı şeylere daha çok dikkat etmem gerekiyordu belki de. Çok yoğun olmayan, samimi bir makyaj yapmış, saçımı ise su dalgası şeklinde sırtıma doğru serbest bırakmıştım. Uzun topuklularımla sekreterimle aynı boya geliyordum neredeyse. Çocuk bana kürkümü uzattığında minik bir gülümsemeyle karşılık vererek omzuma attım, ardından gözlerimi gözlerine dikerek konuşmaya başladım. "Mekana ayrı geçmemiz gerekiyor tatlım. Ben önden gideceğim, senin ise gelmeden önce halletmen gereken bir işin var." Elini tutup avcunu açtım ve bir not bıraktım içine. "Nereye gitmen ve ne yapman gerektiği yazıyor. Geç kalma." Yanağına bir öpücük kondurup kravatını düzelttikten sonra onu salonumda yalnız bıraktım.

Galerinin arkadaki odalarından birine cisimlenmiştim, burayı Marcel bizim için ayarlatmıştı. Toplantı odası tarzında, bize özel minik bir odaydı. Çok havalı bir şeye gerek de yoktu zaten, sadece kimsenin duymadığından emin olarak konuşabileceğimiz özel olarak mühürlettiğimiz bir odaydı. Ceketinin burada olduğunu görünce onun benden önce geldiğini anlamıştım, Simon ve diğerlerinin eşyaları ise yoktu etrafta. Kapıyı araladığımda üst katta koşturan ev cinlerinden biri yanıma telaşla yaklaşmaya başladı, kürkümü ona uzattıktan sonra daha ağzımı açamadan şef garson beni görmüş, koşar adım yanıma ulaşmıştı. "Masalar hazır mı? Herkesin adını doğru yazdınız mı? Barmenler geldi mi? Bugün kimsenin elinin boş kaldığını görmek istemiyorum, içkiler her saniye yenilenecek. Siz içmeyeceksiniz, tatsızlık istemiyorum. Mutfakta bir sıkıntı var mı?" Adam bana cevap vermekle uğraşırken ben aynı zamanda etrafı kolaçan ediyor, merdiven basamaklarını tek tek inerken gözlerimle sergi salonunu tarıyordum. Marcel'i görünce onun yanına doğru ilerlemeye başladım. Bu sırada ben gelmeden Bay Barthélemy'nin çoğu şeyi hallettiğini söylemişti yanımdaki adam. Geriye sadece gelenleri karşılamak kalmıştı anlaşılan. "Elinize sağlık Bay Barthélemy, anladığım kadarıyla her şeyle ilgilenmişsiniz çoktan." İyi planlama yapan insanlar, her ayrıntının düşünülmesi ve ayarlanması beni aşırı cezbeden ayrıntılar. Marcel de aynı benim gibi, hiçbir ayrıntıyı kaçırmayan ve kontrolcü bir kişilik. Bu yüzden çok ilgimi çekiyor işte, yakınlaşmak istiyor ve sırlarını öğrenmek istiyorum. Kafasından başka hangi planların geçtiğini anlama isteğimi bir türlü bastıramıyorum. Etrafımdaki herkesin ne düşünüp neler yaptığını bilmek isterim ama bu adamın hayatının daha gizemli olduğuna inanıyorum ve bu da ona karşı çekilmemi sağlıyor.

Diğerleri gelene kadar sohbet etmek istediğimden arka bahçeye geçmeyi önerdim Marcel'e. Hızlı adımlarla ilerleyip açık alana çıktığımızda gözlerimi özellikle adama dikiyor, tavırlarına ayrı bir dikkat ediyor ve merakla onu gözlemliyordum. Konu açmak adına ilk başta ikizini ve nişanlısını sordum. Fırsat olsa konuyu Fransa'ya kaçışlarına da getirmek ve evlerinin yanmasıyla iligli ayrıntıları sormak istiyordum bir gün ama şu an çok uygunsuz kaçardı. Bunları konuşmak yerine açılış saati yaklaşana kadar siyaset üzerine sohbet edip birkaç tur sigara içtikten ve planlamaları tamamen hallettikten sonra Simon ve Marcel'in arkadaşı Oliver da gelmiş, ekip tamamlanmıştı. Çevremi sarmış bu yakışıklı erkek ekibinin üzerinde gözlerimi gezdirdim. "Beyler, Büyücedünya'nın büyük yardımseverleri olarak anılmaya hazır mısınız?" Bir sonraki günlerde çıkacak olan gazete haberlerini ve Bakanlık'taki konuşmaları düşündükçe sırıtma isteğimi bastıramıyordum. "Dedikodu, en büyük güç kaynağımız olabilir. Ne kadar çok konuşulursak, o kadar iyi. Tabi dikkatli olalım, sonuçta hepimiz seçkin insanlarız, yanlış bir haber istemeyiz." Sonrasında gülerek elimi Marcel'in koluna yerleştirdim. "Yanımızda Bay Barthélemy varken pek mümkün olmasa gerek zaten." Bakanlık'taki yerimi güçlendirmek adına benim de ilişkilerimi iyi tutmam ve iyi bağlar kurmam gerekiyordu. Bu gece her açıdan oldukça işe yarar bir etkiye sahip olacaktı.

Herkes söyleyeceklerini söyledikten sonra gelenleri karşılama amacıyla girişte kokteyl masalarından birinin yanına içkilerimizle dizildik. Yüzüme büyük bir gülümseme yerleştirdim, gözlerime tatlı bir parıltı, elimdeki kadehten beyaz şarabı yudumlarken ilk konuklar da içeri girmeye başlamıştı.

RPlerinizi yazarken dikkat etmeniz gerekenler:


En son Adrasteia Ovis Lloyd tarafından 13.07.21 10:28 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://hogwarts-rpg.forummotion.com/t6350-adrasteia-ovis-lloyd-
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet


Ne kadar insanlara emir vermeyi sevsem de, bu sene baya önemli bir şey öğrendim. Eğer önemsediğin bir işi kendin yapmazsan, ilerlemesini yakından takip etmezsen, istediğin gibi olmuyor. Yaptığım şeylerin mükemmel olmasını istiyorum, bunun için de birilerine güvenmek oldukça yanlış. Topluluğumuzdaki insanlara daha tam anlamı ile güvenmiyorum ancak bu yardım gecesi muhabbeti Adrasteia Lloyd ile çalışma fırsatı sundu bana. Kadının bakanlıkta önemli bir yerde olmasının artısının yanı sıra, sorumluluk sahibi ve planlı olması benim için çok iyi oldu. Bayadır hayatımda profesyonel bir şekilde hareket eden insan yok. Yüzüne rahatça söyleyemem kadının ama dürüst olmak gerekirse, Bayan Lloyd ile çalışmak stresimi azalttı. Ona güvendiğimi sanmayın. Sadece çalışma ve planlama yöntemlerimiz oldukça uyumlu. Peki ne yaptım? İlk olarak Bayan Lloyd'un galeriye çok karışmasını engelledim. Bana istediklerini söylemesini, hazırlıkları yapacağımı, kendisinin konuklarla ve davetiyelerle ilgilenmesini istedim. Ben pek güvenmesem de, Simon güveniyor diye ses etmediğim Excalibur'a gecedeki garson, barmen ve yiyecek olayını devrettim. Topluluğun galerinin içişlerini bilmemesini, aynı zamanda Lavinia'nın da topluluğa yakınlaşmamasını sağladım. Zaten gelecekteki eşimin karnı burnunda, bu aralar işlerle çok ilgilenemiyor. Valéria gelmemek için bir sürü sorun çıkarsa da biraz insan içine çıkmasının ve özellikle buraya gelecek insanlarla tanışmasının önemini kavradı. Gazete işlerimin arasında baya büyük bir zaman ayırdım her şeyin mükemmel olması için. Güzel parçalar getirttim ki insanlar para vermekte çekinmesinler. Hepsi hakkında ayrıntı bilgiler edindim. Gece düzgün bir şekilde ilerleyecektir eminim. Önemli olan Simon ve Adrasteia'nın kendilerine düşen küçük bölümleri en iyi şekilde değerlendirmeleri...

Yanımda uçan sihirli kalem yerlere kadar değen bir sayfayı taşıyor, çevremde gördüğüm, mevcut olan her şeyin yanına bir tik atıyordu. Hızla büyük salonun içinde yürüyor aklımdaki şeyleri tekrar gözden geçiriyordum. "Bayan Barthélemy sizi çağırıyor efendim." Bir çalışan gelip bana bu lafları söyleyince gözlerimi devirerek yürüdüğüm yönü değiştirdim. Valéria yine eve gitmek istediğini söyleyecek ben de reddedecektim herhalde. Red Galeri yine kırmızı renklerle döşenmişti. Kırmızı ve beyaz renkler neredeyse her şeyde yoğunluktayken, aralara serpiştirilmiş koyu yeşil ayrıntılar hafiften noeli andırmıştı bana. Sahnenin bulunduğu yeri kaç kere değiştirmiştim kim bilir? En sonunda salonun girişinin tam karşısında karar kılmıştım. Masalar ise daha çok herkesin rahat bir şekilde sahneyi görebileceği açılarla serpiştirimişti büyük salona. Çalışanların, açık büfeyi kenara taşıması için emir verdikten sonra büyük salondan çıkıp girişe, oradan da arka taraftaki odalardan birine doğru hareketlendim. Valéria'yı kıyafetini giyip, son hazırlıklarını tamamlaması için buraya yönlendirmiştim. Kapısını çaldım. Açmamı söylediğinde açtım kapıyı ve karşıma çıkan görüntü ile gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Çok garip oldum!" diyordu kardeşim. Turuncu saçları ile tezat, mavi renkteki kıyafetinin içinde bir su prensesi gibi duruyordu. "Sanki... Ben gibi değilim!" Aynaya baktı ve etrafında döndü rahatsız bir şekilde. Sonra da bana dönüp yüzünü ve göğsünü gösterdi. "Baksana!" Baya etkilenmiş bir şekilde ilerledim yanına ve yüzüne baktım. "Simler!" diyerek gördüğüm şeyin sim olduğunu doğruladı. Çok hafiften gülüyordum. "Çok... Fazla... Şey... Ew!" Sessiz kalıp kız kardeşimin rahatsız olduğunu vurguladığı cümlelerini dinledim. Sonunda ise, "Saçmalama." dedim gülümseyerek. "Aşırı güzel gözüküyorsun. Sen dikkat çekmek istemeyip kabuğunda saklanırken hayat geçiyor. Güzelliğinden utanma." Arkasına geçip omuzlarından yakaladım. Sıkıca ve güven veren bir şekilde baskı uyguladıktan sonra kafamı, kafasının yanına koyup onunla birlikte baktım aynaya. Gözlerim buğulaştı bir kaç saniye sonra. Aşırı sessiz bir şekilde "Keşke." dedim. "Onlar da burada olup seni böyle görebilselerdi." Biraz durup aynada kız kardeşime baktım. Ancak sonra simlerin bana da yapıştığını fark edip bıraktım kız kardeşimin. Evet, kadınlar için belki bir gideri vardı ama benim üstümde olması pek hoş değildi. Ellerimi ve üstümü temizlerken aynada yakamı ve gömleğimi de düzelttim. Ceketimi topluluğun buluşması için ayarladığım odada bırakmıştım. Bu gece için simsiyah bir görüntü seçmiştim. Siyah gömlek, siyah bir takım... Papyonumu düzeltirken "Hem..." dedim. "Bir sürü önemli insan gelecek bu geceye, belki arkadaş bulursun kendine. Belki de..." Çevirdim kafamı ve bir omzumu silktim cümlemin devamını getirmeden. "Gidiyorum, ve lütfen Val. Hayalet olma bu gece. Sana ihtiyacım var."

Kız kardeşimin odasından ayrıldım. Kapıda beni bekleyen kağıt ve kalem de peşime düştü. Buradan Lavinia'nın bulunduğu ofise geçtim. Lavinia fazla ayakta durmak istemediği için ofise çekilmişti. Kalemin yanındaki uzun kağıdı havada yakalayıp Lavinia'nın masasına bıraktım. Kızın dudağına sakin ve sıradan bir öpücük bırakıp "Eksikleri aldırtırsın." dedim. "Her şey neredeyse hazır. Havyarı getirecek olan çocuk tam bir gerizekalı. Bana kalsa çoktan kapıdaydı ama seviyorsun diye ses etmiyorum. Yine de sabrımı taşırmasına az kaldı." Doğrulup havadaki kalemi yakaladım. Lavinia'nın masasının üstüne bıraktım. Kızın yüzüne ve kıyafetine baktım bir iki saniye. Saçını elimle çok minik düzelttikten sonra da bir şey söylemeden çıktım ofisinden. Evet, her şey yerinde gözüküyordu. Şimdi ise aşağıya inip her şeyin doğru ilerlediğine emin olmak kalmıştı. Bu tarz iş olaylarını seviyorum, nedeni beni saçma sapan düşüncelerimden ayırması ve tamamen kafamı başka şeylerle meşgul etmesi. Ne ailem, ne intiham duygum, ne de Rohan. Bayadır olmadığım kadar iyi hissediyorum kendimi. Bir şeylerin ilerlediğini görmek mükemmel. Büyük salonda süslerin takılmasını uzaktan izliyordum ki kalın, keskin bir kadın sesi beni transtan çıkardı. "Bayan Lloyd." kadını şöyle bir süzüp gülümsedim. Yeşil kıyafet gerçekten iyi fikir. Galerinin adına bakarak dekorasyonların ne renk olacağını kestirmek çok zor değil. Kırmızının yanında, yeşil renk çok iyi bir tezatlık sağlıyor. "Hoşgeldiniz." dedim reverans yaparak. Diğerleri gelene kadar arka bahçeye geçmemizi önerdiğinde düşünceli bir şekilde sağıma ve soluma baktım. Her şey yerli yerinde mi? Geri geldiğimde bir sorunla karşılaşacak mıyım diye bakmak için. Herkese işini tam bir şekilde söylemiştim. Adrasteia'ya olumlu bir şekilde kafamı salladıktan sonra kolumu uzattım girmesi için. Birlikte yürümeye başladık. Bahçeye ilerlerken, şef garsona tek kafa hareketi ile bir sorun olduğunda bana söylemesi gerektiğini belirttim. Arka bahçede Adrasteia ile yürürken kadının hareketleri paranoyaklığımı tetikliyor, bunu belli etmemek için yüksek çaba harcıyordum. Neden bu kadar ilgi duyuyordu ki? Amacı neydi? O bir bakandı ve ben, bir gazeteciydim. Benim onun hakkında bilgi sahibi olmam normaldi, o ise benim hakkımda bir şey bulmakta zorlanacaktı doğal olarak. Belki de bu eşitsizlik için rahatsız oluyordu. Olmalıydı da, çünkü bu eşitsizlik benim kazançlı olduğum bir eşitsizlikti. O bu kadar üstüme düştükçe, benim de tam tersi saklamam gerekiyordu. Bu yüzden ne yaptım? Tamamen aptala yattım. Bana ikizimi ve nişanlımı sorduğunda en basit, en yüzeysel insanlar ne derse aynı o şekilde cevapladım. Hayatımdaki bu iki kadının benim için ne kadar önemli olduğunu, bir nevi onlar için çalıştığımı. Mutlu etmek için elimden geleni yaptığımı söyledim. İleride bir çocuğumuzun olacağını, ne kadar mutlu olduğumu. Hayatımın mükemmel ilerlediği gibi bir sürü yalan. Yüzümde de bunları destekleyen bir gülümseme ile. Adrasteia'nın bunu yiyeceğini düşünmüyordum. Zaten bu yüzden güzeldi. Ona karşı bu rolü takıldığımı bilecek ama çok da emin olamayacaktı. Birlikte sigara içtiğimizde tüm centilmenliğim ile yaktım sigarasını. Adrasteia'ya verebileceğim en yüzeysel sohbeti verdim ardından da. Sigarayı bırakmamız gerektiği geyiğinden başlayıp, mugglelar ile büyücülerin arasındaki olaylardan devam ettim. Kendimi bile şaşırtıp ciddi ciddi mugglelar ile barış içinde eşit yaşamamız gerektiğini savunduktan sonra, alakasız insanların dedikodularından devam ettim. Bakanlıkta tanıdığımız insanların özel hayatı ve yüzeysel dedikoduları. Adrasteia konuyu ne kadar derinleştirmeye çalıştırdıysa da, ben de o kadar yüzeyde kalmaya çalıştım. Tabi ki gazeteci olarak bu tarz şeyleri en derinlemesine bildiğim için arada Adrasteia'nın aradan seçebileceği bazı detaylar da söylüyordum. Hem kadının konuştukları ilgimi de çekiyordu ama planıma sadık kalmak amacı ile anlamıyormuşa getiriyordum. Kadına, şuanda bir andavalla mı konuştuğunu sorgulatıp, sonra da küçücük bir derinlik umudu salıyordum. Millete karşı çok hissettiğim bir şeydi bu. Tabi benimkilerin sonu hep hüsran çıkıyordu o ayrı. Quarta Paradisium'un tüm üyeleri yavaş yavaş yanımıza toplandı. Oliver ile el sıkıştım, Gwyndolin'e uzaktan selam verdim ama Simon'a oldukça dostane bir şekilde sarıldım. Gwyndolin çalışanları düzene sokmak için uzaklaşınca Adrasteia tam kadeh kaldırmalık bir konuşma yaptı. Koluma elini koyup beni övdüğünde gülümsedim utangaç bir şekilde. Nereden çıkmıştı şimdi bu? Oliver ve Simon yanında güzel bir kadının beni övmesi ne kadar hoşuma gitmiş olsa da, hoşuma gitmesini sağlayabilmesi bile Adrasteia'ya dikkat etmem gerektiğini beynime kazımıştı. "Neden yanlış haber çıksın ki Bayan Lloyd?" dedim utangaç bir tavırla. "Yanlış bir şey yapmıyoruz sonuçta. Bu yardım gecesinden, aksi bir anlam çıkaracak kişiler safi kötülerdir. Siz," Simon ve onu gösterdim elimle "Gönlü bol, geleceği parlak kişilersiniz. Gazeteler sadece gerçeği yazacak." Cümleleri söylerken bunlara gönülden inandığım rolüne yatmıştım. Öyle ki, normalde kendimi sevmem ama bu mal halimden daha da tiksinmiştim.

Herkes konuştuktan sonra anlaşıp içeriye geçtik gelen konukları karşılamak için. Val ve Lavinia'nın da aşağı inmesi için odalarına uğramam gerektiğini söyleyip ayrıldım onlardan. Odada bıraktığım ceketimi de bu bahaneyle alıp tekrar girişe döndükten sonra garsondan bir kokteyl alıp bizimkilerin yanına ilerleyip bardağımı havaya kaldırdım. Kafamda başka şeyler için kadeh kaldırmak olsa da en sevimli halimle, "Çocuklar için!" dedim ve kadehimi kaldırıp diğerlerininki ile buluşturdum.


Out: Davetiye ile gelen kişiler isterse NPC olarak beni kullanıp konuşturabilir. En kibar, en ilgili insan vibe'ı ile hareket ettirtebilirsiniz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
Lavinia Sieghardt
Özel Sektör
Ϟ Rp Beğenileri : 76

Lavinia Sieghardt
Özel Sektör


Ofisinde oturmuş  yapılması gerekenlere bakıyordu genç cadı. Düzenlenecek olan yardım gecesi  için hazırlıklar devam ederken  iki işle birden uğraşmak zorunda kalmıştı.  Yine de   buranın kalabalık olması onun işine gelmiyor değildi elbette.  Ne de olsa  kazandığı para bir nevi bu galeri sayesinde geliyordu. Tabiki hç kimse -Valeria bile- buranın asıl amacını bilmiyordu. Söylemek gibi bir niyetleri de yoktu üstelik. Ona güvenmediği için değil de kızın başını belaya sokmak istemediği için olayları anlatmamayı tercih etmişti. Hem böylesi herkes için daha iyi idi.  Düşüncelere dalmışken kapıda duran  nişanlısını fark edememişti bile. Konuşmaya başlamadan önce elbette her zaman yaptığı gibi cadının dudaklarına öpücük kondurmuştu. Her zaman yaptığı bir şeydi bu. Bir nevi ritüel haline gelmişti onun için. Hayatları bir nevi yalanlar üzerine kurulmuş olsa da yine de memnundu. En sonunda genç adamın sesi ofiste yankılanmaya başladığında kafasını  kaldırdı ve  bakışlarını sessizce ona çevirdi. "Her şey neredeyse hazır. Havyarı getirecek olan çocuk tam bir gerizekalı. Bana kalsa çoktan kapıdaydı ama seviyorsun diye ses etmiyorum. Yine de sabrımı taşırmasına az kaldı." Demek memnun olmadığı bir takım şeyler vardı. Bununla ilgilenmesi gerekecekti elbette. Adrian favori çalışanlarından biri idi Lavinia'nın. Marcel'in neden bu kadar sinir olduğunu çözemese de bu olayın derinlerine inecekti elbette. ''Merak etme ben onunla konuşur daha dikkatli olmasını söylerim. ana bırakırsam olayı bu işten  sağlam çıkması pek mümkün gözükmüyor buradan bakınca. Konuşmasını bitirdiğinde karnında hissettiği hareketlenme ile duraksadı. Beşinci ayda olduğu için böyle hareketlenmelerin olması mümkündü  ancak hala alışabilmiş değildi.

Aklına dimitri'yi getirmemeye çalışsa da bu pekte mümkün olmuyordu onun için. Sevgi değil de nefret vardı ona karşı şuan içinde. Neden bir anda her şeyi silip attığını da anlayamıyordu. ''Keşke Marcel rusyaya gittiğinde dövmekten beter etse idi. Böylece bunları düşünmek zorunda kalmazdım '' diye düşündüğünde bütün öfkesi tavan yapmıştı şimdi. Lakin her şeyi dağıtıp ta herkesi başına toplamaya hiç niyeti yoktu.

Sessizce oturduğu yerden kalkmaya çalıştığında başaramamış ve gersin geri sandalyesine çöktü. Bir çok kez pratik yapmış olsa da tek seferde oturduğu yerden kalkmak mümkün olmamıştı.  Hamileliği yüzünden daha çabuk yoruluyor ,  çalışmadığı günlerde bütün gün uyuyor ve  koca malikanede miskinlik yapıyordu. Bu durumdan memnun değildi ki o daha çok deli dolu bir kız olduğu için bu anlaşılabilir bir şeydi.  Eskiden olsa oradan oraya koşturur, bir yerleri devirir ve suç kendisine atıldığında da her zamanki gibi inkar ederdi. Kafasını iki yana salladığında bu sefer nihayet kalkmıştı oturduğu yerden.

Yavaş adımlarla  gecenin yapıldığı sergi salonuna gitmeye başladığında aklındaki tek soru gelen büyücü ve cadıların burayı beğenip beğenmemesi idi. Suratındaki endişe de bu yüzdendi. Yine de eli ayağı birbirine dolanan bir genç gibi davranmamak için kendini zorluyordu. Alkol almadığı için garsonlardan birinden meyve suyu istediğinde çoktan Marcel'in yanına gelmişti bile.  Hiç düşünmeden koluna girdiğinde  elinden geleni yapmaya çalışıyordu sakin bir şekilde. Konuklardan biri konuşmaya başladığında ise sanki hiçbir şey olmamış gibi Soğuk bir surat ifadesi ile onu dinliyordu. Ağzında bir şeyler gevelemeye başladığında o da herkes gibi alkışlamaya koyudu. Kadının tavırları hoşuna gitmiyor olsa da belli etmeyecekti bunu. Aklında gecenin nasıl biteceği hakkında fikirler uçuşsa da düşünmemeye çalıştı. Belki de sadece paranoyaklaşıyordu.

Bir süre sonra  gecenin nabzını tutmak için konuklar arasında dolaşmaya başladığında en sevimli halini göstermeye uğraşıyordu. Bunda becerikli olup olmadığını bilmese de içinden geldiği gibi davranmaya karar verdi Lavinia. Kendini sıkmanın bir anlamı yoktu ona göre. İnsanlarla anlaşmanın en iyi yolu da bu değil miydi zaten? Hem stresten sinirden uzak durması gerekiyordu bir yandan da. Pek konuşma taraftarı olmasa da  herkesi başı ile selamladıktan sonra ilk bulduğu yere oturdu. Bunu yapınca aslında ne kadar yorulduğunu ilk o zaman anlamıştı. Şuan için tek istediği şey ise  gecenin kazasız belasız bir şekilde bitmesi idi. Çocuklar için yardım gecesi olması ise bu düşüncesini destekler nitelikteydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Earlena Amberlyn
Daire Başkanı
Ϟ Rp Beğenileri : 5

Earlena Amberlyn
Daire Başkanı


Uzandığım yatağımda ayaklarımla çarşafı tekmelerken sağa dönmeye çalışıyor, aynı vakitte de elimdeki kitabın iki yüz yetmiş ikinci sayfasını kaçırmamak adına parmağımı kuvvetlice bastırıyordum. Tam anlamıyla aylaklık yapacağım ve üstelik kendime de uzun süredir ayıramadığım bir zamanı sunacağım gündü. Bir süre öncesinde bakanlıktaki dairemin penceresinden süzülen ufak bir davetiye beni uzak kaldığım zevklerimi hatırlamaya itelemiş, bugün gelene dek de bir çetele tablosu tutmama neden olmuştu. Sanat ve operaya deli bir ihtiras ile yaklaşırken nasıl olduğunu bilmeden kendimi ondan çekip koparmıştım ve daire başkanı olduğumdan beri aslında bu kopmanın farkına varamamıştım. İlk günler her şey eskisi gibi gidiyordu fakat kıymetli galerilerin, beklenen seremonilerin nerede olduğundan çok; hangi büyücünün nerede ne tür usulsüzlükleri taşıdığını okuduğum dosyalar içinde kayboluyordum. 

Son satırları bitirmek için acele ederken parmaklarımı gevşettim. Yatağımın yanı başında duran davetiyeyi tekrardan avucuma sıkıştırarak saat konusunda kendimi telkin etmeye çalıştım. "Elena!" diye seslenerek yerimde kıpırdandıktan sonra kalçamı kaydırdım ve ayaklarımı soğuk zeminle buluşturup titredim. Bütün vücudum bu anlık sızlamayla deşarj olarak beni kendime getirdi. Küçük ev cini elinde tuttuğu beyaz perdeler ile yanıma ulaştığında suratımı mıncıklayıp uykumu açmakla meşguldüm. "Günaydın." dedim yaptığım harekete son vererek. Ev cinlerine eziyet edilmesinden hoşlanmıyordum zira bir noktada onlara ihtiyacım olduğunu biliyordum. Bu ev cinlerine muhtaç olmak anlamına gelmezdi tabi. Ancak bakanlıkta çalışmaya başladığım andan beri üzerimdeki gereksiz sorumlulukları çekip atıyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse bu işime de geliyordu. Üstelik ismini Bulgarlardan alıyor ve bu bana geçmişimi hatırlatıyordu; insan geldiği yeri unutmamalı. "Sana dün akşam söylediğim elbiseyi hazırladın mı?" dedim olduğum yerden kalkarak. Pencereyi açmak için yeltendiğimde "Evet efendim. Temizlendi ve askıya asıldı."  dedikten sonra elindeki kumaş parçalarını kırışmaması için hafifçe savurdu. "Tamamdır, teşekkür ediyorum." diyerek başımla onay verdim ve çıkmasını bekledikten sonra kapıyı ardından kapattım. 

Saatler geçtikçe heyecanım katlanıyordu. Aldığım duşun arkasından bigudi ile sardığım saçlarımı açmadan hemen öncesinde siyah bir göz makyajı yapıp dudaklarımı tatlı ve yumuşak bir kayısı rengi ile renklendirdim. Daha sonra bundan pek de memnun olmayarak kayısının rengini vişneye bıraktım. Üzerime geçirdiğim kadife, vücudumu pek ala nazik gösteren uzun kollu elbiseyi de fermuarından kapattıktan sonra saçlarımı hafifçe dolayan bigudileri açarak hazırlığımı tamamladım. Ayağıma giydiğim siyah topukluları ahşap zeminde yere vurarak ilerlerken cisimlenmeden hemen öncesinde davetiyeyi yanıma almadığımı fark ettim. Çantamı sol elime sabitleyip zarif zarfı ve asamı da sağ yanıma yerleştirdikten hemen sonra yardım gecesinin olacağı galeriye gitmek üzere gözlerimi kapattım. 

Yolculuğum minimalize edilmiş bir sarsıntıyla, ayaklarım Londra'nın şehir merkezini döverken sonlandı. Sağ yanımda yer alan The Red Art Gallery'yi gördüğümde sırtımı dikleştirip asamı çantanın içerisine salıverdim ve köşedeki pastanenin üzerinde yer alan büyük saate bakarak harekete koyuldum. Kapının girişindeki kalabalıktan ve sihir basınının kargaşasından olabildiğince uzaklaşarak herhangi bir görüntünün arka perdesinde yer almaya özen gösterecektim fakat bu girişimim ne yazık ki pek de başarı ile sonlanmadı. Suratımın sağ çeperinde patlayan gürültülü bir deklanşöre gülümserken kırmızı kadife halının üzerinde duraksayarak etrafta işini yapmaya çalışan basın görevlerine istediklerini bir an önce vermek konusunda yardımcı olmaya çalıştım. "Bu etkinlik öylesine özverili bir biçimde düzenlendi ki, bu yardım gecesinde emeği olanları takdir etmemek ve bu kıymetli geceye saygı duymamak mümkün değil." derken birkaç soruyu daha yanıtlayıp köşeye çekilmekle uğraştım. En nihayetinde kim olduğunu kestirememiş olsam da  klasik bir aracın galerinin önüne gelmesiyle odak noktası olmam son bulmuştu.

Kırmızı halıda salınarak yürüdüğümde elimdeki davetiyeyi kapı girişinde yer alan görevlilere gösterdim. İçten bir gülümsemeye karşılık teşekkür ettikten sonra dudaklarımı yalayıp etrafıma bakındım. Holün biraz ilerisinde tanıdık simalar karşılamak için beklerken bu göz kamaştırıcı rengin hapsolduğu duvarlara baktım. Niçin daha öncesinde, en azından ilk açıldığında burayı gezmediğimi bilmiyordum. Topuklarımı yere biraz da kendilerine yaklaştığımı ifade etmek istercesine sağlam bir duruşla basarken ilk olarak Muggle İrtibat Dairesi'ne başkan olarak atanan cadı ile karşılaştım. Minnet duyan bir ifadeyle gülümseyerek "Bayan Lloyd..." dedim ve elimi kaldırdım. Üzerindeki yeşil elbise cadının gözlerini daha da ön plana çıkartırken iltifat etmeden duramamıştım. "Çok zarif görünüyorsunuz." Bundan tatlı bir hoşnutluk duyarak teşekkür eden kadını geçtiğimde ise Simon'ın otoriter ve planlı yüzüyle karşılaştım. Onu seviyordum. Sahiden hayatım boyunca edinebileceğim en iyi arkadaşlardan birisiydi belki de. Ben Bulgaristan'dan taşınıp bakanlıkta çalışmaya başladığım ilk vakitlerde onun da bu büyücü dünyasındaki ilk kariyer adımıydı ve birbirimize bu anlamda destek olup arkadaşlığımızı sürdürmek her anlamda iyileşmemize neden olmuştu; en azından benim için. İlk başlarda bu zarf bile elime geldiğinde yorgun ve yoğun olduğumdan yakınmış, onu kıramamıştım. Elimi uzattım. Ciddi bir ifadeyi sürdürmeye çalışırken "Sizi görmek güzel Bay Wordsworth." diyerek başımla selam verip yanındaki büyücü oğlana geçtim. Elimi tokalaşmak için uzattığımda nazik dudakları elimin yüzeyini buldu ve mavi gözleriyle keskin bir bakış atarak "Sizi görmek de güzel Bayan Amberlyn." dedi. Bu nazik hareketi için başımı yana eğerken ufak bir tebessüm sundum ve dizlerimi kırarak nazikçe bir hareket savurdum. Leydiler böyle yapıyordu, değil mi? Bay Repaer ve bir diğer Bay Wordsworth ile de tokalaştıktan sonra Barthélemy'lerin varisinin yönlendirmesine kulak astım. "Lütfen bu taraftan ilerleyin Bayan Amberlyn ve gecenin keyfini çıkarın. Beklerken isterseniz bir şeyler içebilirsiniz. Daha sonrasında sizleri, eşsiz eserlerimizle tanıştıracağız." 

Bulunduğum yerden süzülerek kokteyl masalarına ilerlerken tanıdığım birkaç kişiye selam verip bara doğru yöneldim. Ufak tefek de olsa işinin ehliymiş gibi görünen sarışın çocuğa "Bir ahududu likörü alabilir miyim lütfen?" dedim ve kısacık beklemeyle olduğum yerde dikilerek etrafı kolaçan etmeye çalıştım. Hemen ileride düzgünce dizayn edilmiş sahneyi görebiliyordum ama devamını kestiremiyordum. Tüm bu sırada içerisi de büyücü ve cadı kalabalığı ile dolmaya devam ediyordu. Barın arkasındaki sesin bana seslendiğini duyduğumda hazır olan içkimi elime aldım ve tanıdık birkaç yüz daha aramak üzere yavaşça yürümeye başladım.


En son Earlena Amberlyn tarafından 13.07.21 10:43 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t5864-earlena-amberlyn-lejant#10221
Silas Wordsworth
Bakanlık Çalışanı
Ϟ Rp Beğenileri : 4

Silas Wordsworth
Bakanlık Çalışanı

Kendimi elimdeki deniz insanları hakkındaki kitaba vermiş, odağımı orada tutmaya çalışıyordum. Lanet olası Marwood, bu kadar dilbilim odaklı anlatıma gerek var mıydı cidden? Odaklanamıyorum… Şu anda ise odaklanmaya en ihtiyaç duyduğum zamanlardan biri içerisindeyim. Sıkıcı bir kitap, içinde bulunduğum parfüm kokulu odada kaçınmaya çalıştığım vaziyet ve kendini dışarıya kapatmaya çabalayan zihnimin arasında adeta bir Bermuda Üçgeni’ne sıkışmış vaziyetteyken duyduğum ses ile irkildim ansızın.

“Aslında çıksak iyi olur, efendim,” şeklinde karşılık verdim sakin kalmaya çalışan bir ses tonuyla. Karşımdaki kadının, patronumun çarpıcı elbisesini bir anlığına merak ile süzdüm ve rahatsızlık verme ihtimalimden çekinerek hızlıca gözlerine çevirdim bakışlarımı. Hazır olduğunu fark etmemle oturduğum koltuğun kenarına bıraktığı kürkü aldım ve yerimden doğrulup, gri ceketimin eteklerini düzelttikten sonra attığım bir iki adım adımın ardından kadına uzattım. Uzatmak mı? Ben ne yapıyorum ya? Geçirsene kürkü üzerine efendi efendi... Hay kafamı… Üzerine kürkünü geçirmesiyle beraber yeşil elbisesi ve yüzü arasına bir renk geçiş hattı eklenmiş kadınınsa mavi gözleri alabildiğine göz alıcı hale bürünmüştü. Bana gülümserken elime nazik parmaklarıyla tutuşturduğu not ve verdiği talimatlar karşısında yalnızca “Tabii efendim…” diye mırıldanabilmekle yetindim.

Yanağımda hissettiğim… Yüce Merlin aşkına, ben ne yapıyorum? Yalnızca sekreterliğini yaptığım departman başkanına elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyordum. Dört hafta olmuş muydu bu işe gireli? Ne zaman nasıl oldu da şu anda işverenimin yatak odasında bulunabiliyorum? Bana ne söylese çok mantıklı ve doğal geliyor ilk anda… Benimle konuşması bittikten sonra ve kendimle baş başa kaldığım ilk anda ise olmamam gereken yerlerde, yapmamam gereken şeyler yaptığım hissiyatıyla baş edemiyorum. Oysaki hazırlık için odasına kadar benim eşliğimi isterken her şey çok doğal geliyordu. Saçma şeyler düşünmemeliyim. Ben sadece işimi iyi yapmaya çalışan bir sekreterim ve karşımda bakanlığın en nüfuzlu isimlerinden biri var. Bir bildiği vardır; belki bu iş dışı yakınlığı, güven ilişkisini kurma ve ifade etme yoludur. Evet, böyle olsa gerek…

Burası görev kısmı, mekandan bağımsız olduğu için geçebilirsiniz:

Yolculuk sırasında evinde, tablolarını ilk defa bizzat gördüğümü ve ne denli beğendiğimi anlatıp muhabbeti canlı tutmayı denedim. İnsanlar kendileri haklarında konuşmayı severler neticede. Ne var ki ya sanat konusundaki cahilliğimden ya da başka sebeplerden ötürü konu kendi sanatı olunca neredeyse hiç konuşmadı yaşlı kadın. Ben de haliyle sohbet konusunda ilk girişimimin başarısızlığı sonucu biraz afalladım. Garip sessizlikler yolculuğa zaman zaman hakim olmuş olsa da bir şekilde The Red Art Gallery’nin önüne gelmeyi başardık ve misafirimizi kırmızı halı üzerinden içeri buyur ettim.

Kapıdaki kodaman ekibini görmemle yutkunma ihtiyacı hissettim. Bu vakfın başında gerçekten çok fazla kodaman vardı… Bayan Lloyd’un sekreteri olarak kendileriyle topluluk adına birkaç minik münasebetim olmuştu, daha çok ayak işlerini yapan biri olarak ama hepsiyle aynı ortamda böyle denk gelmek her daim çekindiriciydi. İşverenime görevimi yerine getirdiğime dair hafifçe başımı salladım. Ardından bu iyi giyimli ve yüksek mevkili insanların yanına geçtim, tabii onlardan biri olmadığımın bilinciyle çok hafiften mesafeli bir şekilde. Sonrasında potansiyel yeni görevlendirmelerimi beklemeye ve yeni gelenleri karşılamaya başladım. Bay Barthelemy’nin kadeh kaldırışına da bu sebeple uzaktan ince bir gülümsemeyle kadehimi havaya kaldırarak fakat tokuşturmayarak katıldım. Acaba bu mesafeli davranışım bir soğukluk olarak gözüküyor mudur? Umarım doğru olanı yapıyorumdur fazla yakınlaşmayarak, neticede bir Wordsworth olsam da ailedeki konumum pek mühim değil ve bu insanların yanında basit bir sekreterim.

Karşılama komitesi olarak Bayan Amberlyn dahil birçok mevkili insanın elini sıkmak bir hayli garip hissettiriyordu ancak duruşumu bozmamalı, sıcakkanlı ve özgüvenli bir ev sahibi olmalıydım. Zira konuklar, benim önemsizliğimi bilmiyorlar ve burada karşılama ekibindeyken yanımdaki tüm nüfuzlu figürlere karşı bir temsil sorumluluğu içerisindeyim. Bir noktada kokteyl salonundaki müzisyenlerin muhtelif ihtiyaçlarını görmek üzere karşılama komiteliğine kısa bir ara vermem icap etti ve dönüş yolunda da yardıma ihtiyacı olabilecek gibi gözükenlere yardım etmeye çalıştım. Aynı şekilde ilerlerken mekanın sahibi olan Bayan Sieghardt’a da minik bir ziyarette bulundum: “Yorgun görünüyorsunuz efendim, bir isteğiniz var mıdır?” Ufak ziyaretimden sonra ise garsonlardan birisine yönelip “Bayan Sieghardt yorgun görünüyor, her ihtiyacının görüldüğüne emin olabilir misin?” diye ufak bir ricada bulundum ve işverenim Bayan Lloyd’un dahil olduğu kodaman ekibinin yanına geri döndüm.


Not:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucifer Feodor Helios
Baş Seherbaz
Ϟ Rp Beğenileri : 30

Lucifer Feodor Helios
Baş Seherbaz
19 Kasım, Cumartesi

Merdivenlerden aceleci adımlarımla çıkarken, bir yandan da baba yadigarı köstekli saatimi avucumun arasına alıp kalan dakikaları hesaplamaya çalışıyordum. Hafta sonu olmasına rağmen, bugüne özel bir yoğunluğa sahip işlerimi düzene soktuktan sonra sağ salim evime gidebiliyordum Merlin sağ olsun. Davetiyesini evin neresine sıkıştırdığımı bile hatırlamadığım bir yardım gecesine yetişmem gerekiyordu. Kapıdan içeri sessiz küfürler ve söylenmeler eşliğinde girdikten hemen sonra, yatak odasında Sınbira'nın benim için hazırladığı takımı görünce bir nebze rahatladım doğrusu. Kendisi bu davete katılamıyordu ama varlığını hissettirmeyi bir şekilde başarıyordu akıllı hayat arkadaşım benim. Hiç beklemeden giyinmeye koyuldum tabi. Bir yere yetişmek zorunda kalmak en haz etmediğim durum olmuştur hep. Seherbazlık mesleği, zamansızlık konusunda insanı o kadar gafil avlıyordu ki, bazen buraları terk edip o küçük Yunan kasabasında çiftlik işletme fikri acayip derecede cazip geliyordu. Tabi birkaç dakikalık bu ideal değişimi çok geçmeden yerini meslek aşkına bırakıyor ve olumsuz düşüncelerim uçup gidiyordu. Ailemin can sağlığını tehlikeye atmadığı müddetçe, kendi keyfim için, bırakmazdım bulunduğum konumu. 

Gömleğimin düğmeleri ile cebelleşirken bir anda aklıma gelen, davete benimle gelecek olan kişinin Lilith olduğu düşüncesi ile "Lilith hazır mısın?" diye bağırdım olduğum yerde. Eve hakim olan derin sessizlik yüzünden kızımın evde olmadığı düşüncesi ile dehşete kapılmak üzereyken asık bir surat ifadesi ile belirivermişti Lilith. Geç kalmam hakkında söylenmeye başlamıştı bile. Ben giyinme işimi hallederken, sonrasında bir de davetiye peşinde koşmamak için asık suratlı cadıyı araması görevlendirmiştim. Elindeki iki parşömen parçasıyla odada beliren Lilithimi "Yetiştik işte." diyerek sakinleştirdikten sonra, alnından öperek ona teşekkürümü ettim. Annesi gibi ufak tefek ama oldukça şirin bir genç kız olmuştu. Şimdi benimle böyle davetlere katılacak konumlara bile gelmişti. Arkadan yetişen oğlum Jack'in de böyle günlerini görmek için sabırsızlanıyordum. İçimden 'Yaşlanıyorsun be Lucifer.' demeden edemedim. Zaman hız konusunda rakipsizdi. 

Serginin yapılacağı salonun önüne geldiğimiz de, girişte bekleyen iki görevliye sırayla gösterdik davetiyelerimizi ve sorunsuzca içeri girdik. Ciddiyete bakılırsa oldukça düşünülmüş ve özen gösterilmiş bir organizasyon var gibiydi. Helios ailesi adına birkaç parça almak vardı aklımda geceye dair. Bir de meslek hastalığı olsa gerek, Lilith'den yardım gecesine ev sahipliği yapan yada geceye katkıda bulunan her isim hakkında ufak bilgilendirmeler istemiştim. Basına, bu davetle alakalı konuşması gereken kişilerin bizler olmadığını düşünerek, hiç pas vermemeye karar vermiştik çoktan. Lilith oldum olası hiç haz etmiyordu basına ve çalışanlarına. Bilgi kaçırma yada değiştirme çabasında olan basına karşı ben de aynı fikirdeydim. Ama gerekli olduklarına dair hiç bir şüphem yoktu tabi. 

Kırmızı halının bizi götürdüğü mekana ilerlerken ilk olarak, bakanlıktan tanıdık bir sima olan bayan Lloyd ile karşılaşmıştık. Lilith, daha görür görmez, sessizce Muggle İrtibat Dairesi Başkanı olduğu bilgisini fısıldamıştı bana. Kuru bir "Merhaba." ve kısa bir el sıkışmasının hemen ardından, yine bakanlık siması olan Simon Wordsworth gözümüze ilişmişti. Bakanlıkta aynı katta görev yaptığımızdan sık sık gördüğüm bir yüzdü. Genç yaşta daire başkanı olabilmesi, arkasında ki gücü yada zekayı sorgulamama neden olmuştu zamanında. Bu yardım gecesinin sahibi olan örgütün lideriydi kendisi. Bu başarılı genç büyücü ve cadıların uğrağı olmuş örgüte karşı içimde oluşan şüpheyi perdelemiyordu tabi bu yardım gecesi ayakları. Onunla da selamlaştıktan sonra asıl karşılaşmayı beklediğim sima görünmüştü: Lilith'in selam bile vermek istemediği, hakkında hiç de iç açıcı düşüncelere sahip olmadığını sezdiğim genç büyücü Marcel. Basın çalışanı olduğu için uzak durduğu kanaatine varsam da, selamlaşmaya bile tahammül edememesi beni biraz meraklandırmıştı. Kızımın hiç istifini bozmadan, başı dik şekilde uzaktan görünen yemek masalarına doğru hızlı adımlarla yürüyüşünü izlerken "Tanıdık birisini görmüş olmalı." diyerek aceleci tavrını genç büyücüye açıklamaya çalıştım. Sahi o Logan isimli taş kafa geliyor muydu acaba bugün? Kısa bir selamlaşmanın ardından, "Genç yaşta böyle bir yardım gecesine ev sahipliği yapıyor olman çok güzel." diyerek başladım söze ama aklımda başka bir konuya değinmek vardı. "Birkaç yıl önceki o müze açılışında yaşananlardan sonra bakanlık hala nasıl böyle gecelere izin veriyor anlamış değilim. Her ne kadar sizin gibi gençler iyi niyetli bir iş yapmak istiyor olsa da, bozuk niyetliler de çok ve iyi niyetli maskesi giyiyorlar. " genç büyücünün bakışlarına çöken huzursuz tavır beni biraz keyiflendirmişti doğrusu. Son olarak "Örgütte bakanların olmasının getirisi olsa gerek. Umarım bu gece amaçlarından sapmadan, güzel şekilde biter." cümlelerini kurduktan sonra cevap vermesini bile beklemeden yanından ayrıldım. Örgütte görevli olan diğer cadı ve büyücülerle de selamlaşma faslının ardından, yemek masalarının sıralandığı salona sonunda giriş yapabildim. Gözüm hemen Lilith'i aramıştı, az önce kurduğum cümlelerde samimiydim, kızımı gözümün önünden ayırmamaya niyetliydim bugün. Kaprisli ufaklığı elinde şampanya kadehi ile bir masanın başında görmemle, gözlerimin iyiden iyiye açıldığını hissetmiştim. İçki Lilith'e hiç yarayan bir şey değildi. "Bugün çok içmek yok küçük hanım." derken elindeki yeni doldurulmuş bardağı alıp, bir güzel kendim içtim. Kulağa çalınan hafif müzik ve içeri doluşanların yaptığı uğultu yüzünden ne dediğini pek anlamasam da, yine söylendiğinden emindim. "Gözümün önünden kaybolmadan, gidip bardan meyve suyu falan alıp içebilirsin." diyerek alay etmiş gibi görünsem de, onun için en sağlıklı kararın bu olduğunu da biliyordum. Cadı ufak adımlarla bara doğru ilerlerken, o gelene kadar etrafı izleyebilir ve kısa sohbetlere katılabilirdim.   

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t5679-lucifer-helios-lejant
Lilith Helios
Seherbaz
Ϟ Rp Beğenileri : 31

Lilith Helios
Seherbaz
19 Kasım, Cumartesi

Aynada, kendimce şık görünmek için seçtiğim elbisemi, makyajımı ve takılarımı kontrol ederken, babamın geciktiği gerçeği yüzünden derin bir nefes verdim. Ne zaman bir yerlere yetişmesi gerekse, son dakika da illaki ek bir işi çıkardı. Evliliği aniden gelişen bir durum olmasa, kesinlikle ona da gecikmeyi başarırdı. Hoş biricik kızının olmadığı bir anda evlenmeye karar vermiş olması ne kadar takdire şayandı tartışılır. Ama şuan mutlu olduğunu görmek benim için yeterli. Ne kadar surat yapıp birkaç gün onunla konuşmamış olsam da içten içe annemin ölümü ile sarsılan babama yeniden hayat veren bu evlilik adına mutluyum.

Meslek hastalığı olduğu kararına vardığım, olası her kişi ve kuruluştan şüphelenme huyu, bu konuda bile kendini göstermişti. Davetiye eline geçtiği anda, yardım gecesini düzenleyen örgütü ve üyelerini yakın takibe alma işini bana vermişti. Ama dediğini yaparken, beni olası zararlı görevlerden koruma içgüdüsü ile verdiği bir iş olduğuna emin oldum. Biraz araştırınca anlamam zor olmadı yani. Bazı makamlı bakanlık çalışanlarına ve vasıfsız züppe bir basın çalışanına ev sahipliği yapan, yardımlaşma amaçlı zararsız ve gereksiz bir örgüttü bana göre. Bu düşüncelerimi ve bulduğum bilgileri tek tek anlatmıştım bay Helios'a tabi, son karar onundu.

Son defa rujumu düzeltmek için aynaya yakınlaşırken, eve paldır küldür giren birinin hemen sonrasında kendini yandaki yatak odasına attığına dair sinyaller alacaktım. Sınbira, bazı ziyaretleri yüzünden davete katılamamıştı ama işlerin kocası için yolunda gittiğinden emin olmak için bazı düzenlemeler yapmayı ihmal etmemişti. Odasında takımını hazır bulan büyücünün rahatlama nefesini verdiğini duymak zor değildi. Geç kalırsan tabi nefesin kesilir sevgili babacığım. Çok geçmeden, bay Helios beni hatırlamış olacak ki, ismim evin içinde duvarları delercesine yankılanmıştı. Ses etmeden rujumu düzeltmek için biraz oyalandım, meraklanacağını da bildiğimden işim bitince hemen yanına giderek daha da gecikmemizin önüne geçtim tabi. "Ben tabi ki hazırım, ama sen tabi ki değilsin baba." diyerek girdim içeri. Beni odadan davetiyeleri bulmam için kovalarken, kendisininde acele ettiğini görebiliyordum. 

Sonunda gecenin başlamasına daha epey dakika varken, mekanın önüne varabildik. Benim gözlerim gelip gelmeyeceği pek belli olmayan Logan'ı arıyordu doğrusu. Babamın ondan pek, hatta hiç haz etmediğini de bildiğimden sormaya cesaret de edemiyordum. Çalıştığı dairenin gizliliği ve güvenliği açısından hangi günde nerede olduğunu bilmek zordu bey efendinin. Ama işte kalbim izin vermiyordu ona kızmama yada hesap sormama. Bu özlem dolu düşüncelerle varlıklarına dayanamadığım basının önünden hızlıca geçip, bize rehberlik eden kırmızı halının üzerinde yürümeye başladık. Haklarında araştırma yaptığım için ismen bildiğim kişileri yakından inceleme fırsatı bulmak güzeldi doğrusu. Bu kadar genç yaşta, böyle önemli konumlara gelerek güç sahibi olmak harika olmalıydı. Ve bu güç duruşlarına, cümlelerine hatta tavırlarına bile yansıyordu benim gözümde. Ayaklı bir kütüphane gibiydiler resmen. Bayan Lloyd ve Bay Wordsword şuan önümde duran harika rol modellerdi benim için. Tabi babamın gölgesi o kadar büyüktü ki üzerimde, basit selamlaşmalardan başka bir getiri sunmuyordu bu gibi karşılaşmalar benim için. Bu ikilinin parıltısından kör olan gözlerime bir karanlık gibi çökecekti  sonraki isim; basına çalışan zengin veledi Marcel. Benden yaşça küçük olan bu büyücüye selam vermek içimden gelmediği için, ayaklarım beni doğrudan salona götürüyordu. Bay Helios selamlaşmalarını bitirirken, ben çoktan kendimi bir masanın başında elinde içki bardağı ile bakışlarıyla kalabalıkta Logan ararken bulmuştum. Tabi zihnime dolan karamsarlık ve huzursuzluk da bana eşlik ediyordu. Okuldan tanıdıklarım dışında, iş ortamında tanışıp arkadaşım diyebileceğim kimse yoktu. Gülen yüzlerin bana mı yoksa babama mı olduğunu anlamam güçtü, bu yüzden kimseye güvenemiyordum. Böyle anlarda yalnız kalmama sebep oluyordu işte bu duvar. Aslında içki içmem de yasaktı ama hissettiğim mutsuzluğumu maskelemeye yardımı olur diye birkaç bardaktan zarar gelmez diye düşünüyorum. Biraz aklımı bulandırırdı ama istediğim de buydu zaten. Birkaç fondip sonrası, tam işe yarıyor gibi geldiği bir anda elimdeki bardağı babamın dudaklarında görünce epey şaşırdım ama olanı algılamakta ve tepki vermekte güçlük çekmeye başlamıştım. Yüzüm asılmıştı sadece. Beni meyve suyu içmemle ve gözden kaybolmamakla alakalı öğütlerken, bara gidebileceğimi söylediğinde bir şey demeden barmenin yanına doğru yöneldim. Sarhoş değildim, zihnim yerindeydi ama işte içki bağışıklığım düşük olduğundan sorgulama yetim kayboluyordu. Bu yüzden de babam onun sözünden çıkmayacağımı bildiğinden, gözü arkada kalmadan beni buraya göndermişti. "Bir portakal suyu alabilir miyim?" dedikten sonra barmenin işe koyuluşunu izlerken, "Muhtemelen taaaa bizim çiftlikten gelmiştir." diye söylendim kendi kendime. Bu gece bir an evvel bitse de evime gitsem diye düşünmeye başlamıştım. 

   

Lilith Kıyafet:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t5680-lilith-helios-lejant
 
Quarta Paradisium Topluluğu Yardım Gecesi
Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Quarta Paradisium Topluluğu Yardım Gecesi Neden Yapılıyor?
» Bir Değnek Uzat Derneği Yardım Balosu

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts-RPG :: İngiltere :: The Red Art Gallery-