Bellatores
Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir.
Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır.
İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
KARAKTER DEĞİŞİM ARACI
♣ Karakter Değiştir ♣
K.Adı:
Şifre:

HOGWARTS: AÇIK!
TARİH: ŞUBAT 1976

Paylaş
 

 Son Yağmur Damlası

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sınbira Harvelle
Seherbaz
Ϟ Rp Beğenileri : 24

Sınbira Harvelle
Seherbaz
Son Yağmur Damlası
Sınbira Harvelle




28.09.1972  - Londra

Kumral cadı masasının hemen solundaki çekmeceyi çektiğinde en üstteki bulduğu kahverengi kapaklı dosyayı eline aldı. Kırmızı yazılar ile üzeri yazılmış ve bakanlık mührü olan bir dosyaydı. Eve pek iş getiren birisi değildi ama bu dosyayı bitirmesi gerekiyordu ve daha bitmemişti kaç gecedir de büroda sabahlamaktan cadı çıkmıştı ve en iyi yöntemin bu olduğunu düşünmüştü. Dosyayı masanın üzerinde bıraktığında çekmeceye döndü bakışları bir kaç altta kalan dosyaları düzeltip çekmeceyi kapatacaktı ki bir fotoğrafın ucunu gördü küçük bir defter arasında sıkışıp kalmıştı adeta. Dosyaları kaldırdığında küçük, bordo renkli defteri eline aldı. Üzerine mavi renkte el yazısı ile Sandradan küçük kızına yazıyordu. Bu annesinin ona doğum günü için verdiği bir defter di,defterin kapağını  açtı yavaşça. İçerisinde kurumu çiçekler vardı, annesi ile beraber topladıkları farklı çiçekleri kurutup bu küçük defterin arasına koyardı ve yaşlı kadın çiçeklerin isimlerinin sadece latincelerini altına yazardı. Genç cadı defterin arasında bulunan mavi ve morumsu tonlarda küçük küçük bir dalda bir sürü çiçeği olan bitkiyi elini gezdirdi. Büyüdüğü evin bahçesinde çoğunlukla gül yetişirdi, kırmızı ve beyaz renkli güller. Söylenene göre beyaz gül saflığı simgelerdi ailenin safkan olduğunu vurgulamak için ekilmişti kırmızı gül ise gücü simgelerdi. Herkes onun aşkın veya sevginin simgesi sanıyordu fakat bu iki kavram da güçlü anlamlar ifade ediyordu. Büyüdükleri evin bahçesinde gezinirken gülün tatlı kokusu rüzgarla beraber etrafını sarardı ve tabi birde lotus çiçekleri. Ailesinin simgesiydi lotus çiçeği kendisi de çok severdi bu çiçeği gülden daha çok severdi en azından. Suyun üzerinde süzülerek yüzen renk renk lotus çiçekleri. Fakat yinede renk renk faklı çiçekler bulabileceği bir yer vardı ve küçükken annesi ona göstermişti o yeri. İki söğüt ağacının arasından geçiliyordu ve küçük, bir sürü çalı ve sarmaşıkların arasından. Orayı gördüğünde çok sevinmişti cadı renk renk bir sürü çiçekler vardı bu elini gezdirdiği çiçek o bahçeden di sadece bu çiçek değil defterde bulunan çoğu çiçek oradandı. Bir kaç sayfa çevirdikten sonra defterin arasında ki fotoğrafı çıkardığında buğulanan gözlerinde ki bir damla yaş serbest kalıp fotoğrafın üzerine düştü. Göz yaşlarını kovmak için kirpiklerini bir kaç kere kıpırdattı ve bakışlarını yukarı kaldırdı. Boğazında adeta düğümlenmişti onu çözmek için yuttuğunda adeta kalbinin üzerinde tıkanıp kalmıştı. Tekrardan fotoğrafa baktığında ilk baş küçük bir kız gördü kahverengi saçları ile ve hemen yanında ondan sadece iki yaş küçük olan erkek kardeşi, onların sağında ve solunda ise genç bir kadın ile adam vardı. Dört kişilik bu aile fotoğrafta oldukça mutlu gözüküyorlardı. Sınbira elini ilk baş annesinin sonra da babasının fotoğrafının üzerinde gezdirdi onları çok özlemişti daha sonra erkek kardeşine baktı. Şimdiki haline bakılacak olursa oldukça farklı gözüküyordu. Gerçi kendisi de pek aynı değildi orada sadece on beş yaşındaydı. Genç cadı elindeki defter çekmecenin içine geri bıraktı ve çekmeceyi kapattı. Elinde bulunan fotoğraf ile beraber yatağına yöneldi ve bir köşesine oturdu. O fotoğraf uzun zamandır oradaydı ve kumral cadı bunu unutmuştu. Belki daha önce hatırlasa daha farklı tepkiler verebilirdi ama şimdi ailesini kalbinin bir köşesine gömmüştü. Fotoğrafı yatağının yanındaki komidinin üzerine bıraktı ve ayağı kalkıp pencereye yöneldi. Perdeyi biraz araladığında güneşin batmak üzere olduğunu gördü. Hava kızarmıştı ve güneş son ışıklarını onlara sunuyordu. Kısa süre içinde gök yüzünde küçük yıldızların görünmeye başlayacağından emindi. Gerçi şehrin ışıklarından dolayı burada pek gözükmüyordu. Bakışlarını tekrardan batmakta olan güneşe çevirdi. Kumral cadı sağ eli ile yanağından süzülen göz yaşını sildi ve daha sonra derin bir nefes çekti.

1969/ Kasım - Newbury

"Hayır..." dedi genç cadı kısık ve fısıltılı bir sesle. Hayatta en çok sevdiği kadının elli kendi elinden kayıp giderken cadının gözlerindeki bulutlar adeta yağmur bırakmaya başlamışlardı. Yanağından süzülen bir damla yaş çenesinden serbest kalmış ve yaşlı kadının buruşmuş eline damlamıştı. Sınbira hala şuan ki zamanı algılayamıyordu en azından beyni bunu algılamakta reddediyordu, gerçekler ortada olsa da isyan ediyordu. "Hayır, an...an..." sözlerini bir türlü tamamlayamıyor ve boğazında takılı kalıyordu aynı bir kılçık gibi. Onu bu hayatta seven tek kişiyi de kaybetmişti. Bu hayat ta yalnız kalmıştı işte hiç kimsesi kalmamıştı artık. Çevresinde ne kadar çok insan olursa olsun yine de yalnızdı sevdiklerini tek tek kaybetmişti. İlk babası bırakıp gitmişti onu bir gece ansızın. Onun ölüm nedenini bile bulamamıştı, hayatta ilk sevdiğini böyle almıştı ölüm meleği ondan. Şimdi ise ona kalan tek şeyi alıp gitmişti. Genç cadı dizlerinin üzerine adeta bir boş çuval gibi yığılırken dudaklarından sadece anne sözcüğü dökülüyordu titrek ve fısıltılı bir şekilde. Bir kaç kere daha tekrarladı bu sözcüğü hayatında bir daha belki hiç bir zaman kullanamayacaktı. Bu sözcük onun için kutsaldı nasıl baba sözcüğünün kutsallığı varsa anne sözcüğü de kutsaldı ve iki sözcüğü de bir daha hayatında kullanamayacaktı. Babasının öldüğü daha doğrusu genç cadıya göre öldürüldüğü gün kaybetmişti bu sözcüklerden birisini. Annesinin haykırışları kendi hıçkırıklarına karışmıştı şimdi ise ondan başka ağlayan yoktu. Hatta kendisi bile annesinin son dileğini getirmek için hıçkırıklarını saklıyordu. Yüreği paramparça olmuşken bedeni artık emirleri algılamıyordu. Göz yaşları yanaklarından sessizce süzülürken dudaklarından dökülmek için oluşturduğu kelimeler boğazında takılı kalıyordu. Onları yutmak için yutkunduğun da ise göğüs kafesine sanki her defasında hançer saplanıyor ve parçalanıyordu. Yaşlı cadının mavi gözlerine son kez baktı genç cadı. Daha birkaç dakika önce az da olsa gördüğü ışık şimdi karanlığın yerini almıştı. Bom boş ruhsuz ve kap karanık. Genç cadı üşüdüğünü hissetti, evin içi soğuk değildi yada içerisi karanlık mumların aydınlattığı oda aydınlıktı ama genç cadı kendisini soğuk ve karanlık bir boşluğa düştüğünü hissediyordu. Sınbira acısını bastırmak için alt dudağını ısırdı, derin derin nefes alırken her nefesi verdiğinde göğsünün altına saplanan hançer ile bir hıçkırıp koptu. Genç cadı kendisini tutmaya çalışsa da hıçkırıklara yenileri ekledin ve göz yaşları en sonunda dayanılmaz bir hal alırken kumral cadı annesinin üstüne kapanıp ağlamaya devam etti.

Sanki ruhu gibiydi gök yüzü karanlık ve yağışlı. Sanki hiç durmayacakmış gibi düşüyordu toprağa. Küçücük bir damlanın verdiği zarar küçük olabilirdi fakat bunun acısı büyüktü. Uzaktan sadece küçük bir damla gibi görünüyordu fakat içeride yaşattığı acı en azından arkada bıraktığı kişiye göre büyüktü. O küçük su damlası bile yürekte bir kıvılcıma dönüşür ve büyürdü. Büyüdükçe alevlenir ve yanardı yandıkça da etrafına zarar verirdi. En azından şuan zarar verdiği kişi kumral cadıydı içten içe yanmak böyle oluyordu demek. Bir an için insan artık yanmanın son bulması için yalvarmak istiyor ve yanıp bir kül parçasına dönüşmek istiyordu. Küllerini de rüzgarda savrulmasını ve rüzgara karışırken acının dinmesini istiyordu belki göğüs kafesinin içinde çırpınan kalbi işte o zaman özgür kalırdı. Kumral cadının gözünden süzülen küçük damla gökyüzündekilere kavuşurken kalbindeki acının da onlara kavuşmasını istiyordu.

Gece gibi karanlık, uzun elbisesi rüzgarda dalgalanırken adım attıkça sanki bıçak yarasıymış gibi kalbine saplanıyor bacaklarında dayanılmaz bir acıya sebep oluyordu. Yanında ki kuzeni genç cadının koluna girmeye çalıştı ama Sınbira bunu istemedi. Zayıf görünmek istemiyordu en azından birinin karşısında güçlü durmalıydı fakat çokta yenilmiş ve her şeyini kaybetmiş biri gibi yıkılmıştı.  Ayaklarını sürükleyerek zorda olsa bir kaç adım attı genç cadı. Siyah elbisesinin eteklerine bulaşan çamur ve toprak ile birlikte sadece bir toprak yığınına bakıyordu artık. Buraya gelirken gördüğü tek şey acı ve korkuydu ve tabi bide büyük demir parmaklıkların etrafı çevirmiş olduğu ve sadece tek girişi bulunan bu yerde kapının büyük mermer ve örme demirden yapılmış bir halde üzerine oyma işlemesiyle "Harvelle Aile Mezarlığı" yazdığıydı. Şimdi ise tek gördüğü tam önünde duran toprak yığınıydı. Sol yanağından süzülen göz yaşı toprak ile buluştuğunda genç cadı artık bedeninin oluşturduğu his ile dizleri üstüne yıkıldı. Ayakları beyninin verdiği emirleri daha fazla taşıyamamıştı,  adeta boş bir çuvaldan farksızdı artık. Başını yere eğdiğinde arkasından gelen uğultuları duymamazlıktan geliyordu. Yerden aldığı bir avuç toprak ile beraber yumruğunu sıktı, göz yaşları boşalmaya başladığında "Beni yalnız bırakın" dedi arkasındaki uğultuya. Fısıltılı çıkmıştı sesi ve biraz da titrek ama arkasındaki kuzenleri ve dedesi olacak adam duymuştu. Sol omzunun arkasından arkadakilere bakıyordu. Adam sanki hiç bir şey olmamış gibi yüz ifadesi takınmış ve ciddiyetini bozmadan arkasını dönmüştü. Genç cadının sözlerinden önce gitmek için hareket etmişti gerçi. Sınbira onun hiç bir zaman ne kendisini nede annesini sevdiğini sanmıyordu. Onun duyduğuna göre annesini yani Sandrayı hiçbir zaman kabul etmemişti fakat kadının safkan olduğu için evliliğe karşı gelememişti. Şimdi ise istediği olmuş ve kadından kurtulmuştu. "Gidin" diye bağırdı genç cadı orada bulunup hala fısıldaşanlara. Ayak seslerini duyduğunda çevresindekilerin oradan ayrılmaya başladığını anlamıştı. Genç cadı elini toprağın üzerinde gezdirirken "Ona bunu ödeteceğim" diye fısıldadı. Tonlarca duygu sarmıştı bütün bedenini. Öfke, hüzün ve kin... belki de daha fazlası ama o bu üçünü ağırlıklı olarak hissediyordu. Gözünden süzülen yaşlar toprağa bir bir kavuşurken annesinin bunu duyduğuna emindi. Genç cadı bunu yapacaktı her ne olursa olsun belki içinde bulunduğu aileyi uçuruma sürükleyecekti belkide bu olay kendisine dönecek ve kendisi annesine kavuşacaktı ama bunu yapacağını biliyordu. Ne kadar ağır gelirse gelsin bu enkaz yığınının altında zor da olsa kalkacaktı.

"Annemi sen öldürdün" diye büyük ve ahşap kapıdan geçti kumral cadı. Karşısındaki kitap dolabının hemen önünde bulunan ahşap masada oturan ailenin en yaşlı olan üyesi tam karşısında duruyordu. Adamın kırmızıya dönük gözlerini gördüğünde adeta kanı çekilmiş gibi hissetti ama duruşunu bozmadı. Karşısında ki adam ona dikmişti gözlerini ve devam et der gibi bakıyordu. Adamın kendisini hiç bir zaman istemediğini biliyordu. Onun tek derdi kendisinden iki yaş küçük kardeşiydi. Uzun ömrünü sadece aile soyuna adamıştı ve bunun için aile üyelerini bile bir birlerine öldürte bilecek durumdaydı. Annesi ona iki kardeş olan Orion ve Orlandoyu anlattığında genç cadı dışlanmış olan kardeşin nasıl ölmediğini anlamamıştı. Steven'ı kandırmayı başarmışlardı ve yaşlı vampir her ne kadar gizlese de ailedeki bir kaç kişide onun ölümünün parmağı olduğunu biliyordu genç cadı bunu sadece o değil annesi de biliyordu. Belki babasını da o öldürmüştü ve şimdi de annesini öldürmüştü. "Onu sen öldürdün ve babamı da sen öldürdün bunların hepsi senin suçun" diye bağırdı soluk almadan. Sözleri bittiğinde ise ciğerlerine derin bir hava çekti. Çektiği hava ise ciğerlerine bir hançer gibi saplandı tekrardan. Kızgınlığı dışa vurmuştu ve bedeni sanki sinirden dolayı titriyor gibiydi. Yaşlı adam masasından kalkıp kumral cadının yanına geldi. "Bunlar benim değil senin suçun" diye fısıldadı yaşlı vampir. Genç cadı bu cümleyi duyduğunda bakışlarını kırmızı gözlere dikti. Nasıl oluyor da onlar kendisinin suçu olabiliyordu. "Ailenin ölümü tamamen senin suçun" diye tekrardan fısıldadı. Sınbiranın  yüzüne tokat gibi vurduğu bu sözlerden sonra masasına geri yöneldi. "Steven sen..." dedi genç cadı ama cümleyi devam ettiremedi. Sözler boğazında düğümlenirken göz yaşlarının serbest kalmasını engellemeye çalışıyordu. Nasıl oluyor da onun suçu olabiliyordu, kendisi şuana kadar ona karşı gelebilecek hiç bir şey yapmamıştı ama yine de sevilmeyen torun olmuştu onun gözünde. Dudaklarının kuruduğunu hissediyordu, alt dudağını ısırırken gözlerini kapattı. Bu onun inandığı şey bu değildi onun inandığı karşısındaki adamın ailesini yok ettiğiydi. "Sana tek bir şey soracağım, Samuel..." dedi genç cadı "Kardeşim nerede?"adamın cevap vermeyeceğini biliyordu. Samuel'i uzun zamandır görmemişti küçük kardeşini eğitim alması için göndermişlerdi ama ondan ne haber alabiliyordu nede onun hakkında bir şey öğrene biliyordu. Annesinin cenazesine bile gelmemişti. Bakışlarını tekrardan vampire sabitlediğin de soruyu tekrarladı. Yaşlı vampir hiç bir şey demeden sadece kapıyı gösterdi. Genç cadı ağzına gelen kan tadı ile dişi ile alt dudağını fazla ısırdığını anladı. Karşısındaki vampirin bunun kokusunu aldığını biliyordu ve kırmızı sıvı onun için bir tutkuydu ama torununun bu sinir arzusunu görmezden geliyordu. Genç cadı sağ elliyle dudağında ki kırmızı sıvıyı silerken tekrardan aynı yere geri dönmesi canını sıkmıştı. "Lanet olsun sana Steven" dedi genç cadı ve sinirle kapıya doğru yöneldi. Kumral cadı kapıyı açarken arkasından duyduğu ses ile bakışlarını ona doğru çevirdi. "Ben senin torunun değilim" dedi genç cadı. Kapının kolunu bıraktı ve yaşlı vampirin masasına doğru yürüdü. Ya kendisini özgür kılacaktı ve bu kafesten uçup gidecekti yada annesinin yanında bir toprak parçası olacaktı. İkinci seçeneği seçerdi ona kalırsa ama bu da kaçmak olurdu bu olaydan hiç bir şekilde çaba harcamadan sadece kaçmak ve o kaçmayı değil ailesine bunu yapanı o toprağın altına gömmeyi istiyordu. "Sen benim hayatıma şuana kadar karışmadın ve bundan sonra da karışamayacaksın" dedi kumral cadı. Steven'ın hayatına karıştığı tek kişi Samuel'di kendisi annesi ve babasının istediği gibi yaşamıştı onlar tarafından sevilmişti şimdi ikisi de karşısındaki adam tarafından elinden alınmıştı. "Artık Sınbira adında bir torunun yok..."  dedi gen cadı adamın kırmızı gözlerinde ki kan arzusunu görürken. Belki de bu odadan çıkamayacaktı ama bunları ona söyleyecekti. "Çünkü onu da annesi ile beraber gömdün"

Annesinin son sözleri hala kulaklarında çınlarken arkasında dönüp büyük eve tekrardan baktı. Yıllara meydan okumuş malikane'ye son kez bakışıydı bu. Burada doğmuş ve büyümüştü. Annesi, babası ve kardeşi ile beraber burada zaman geçirmişti fakat o bütün bunları annesi ile beraber toprağa gömmüştü. Artık bir an önce burada gitmek istiyordu derin bir nefes aldıktan sonra adımlarını ileriye doğru attı. Artık tek başınaydı ve ona yardım edecek kimse yoktu, kimseye güvenemezdi.





En son Sınbira Harvelle tarafından 23.11.17 12:24 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t4135-snbira-harvelle-karakter-kart
Matthew William Harvelle
Büyücü
Ϟ Rp Beğenileri : 18

Matthew William Harvelle
Büyücü
Son Yağmur Damlası
Matthew William Harvelle




Kasım 1969

Kulaklarında sonsuza kadar dinmeyeceğini sandığı bir uğultu elinde altın sarısı kanatlı ceviz büyüklüğünde topla sahanın etrafında turluyordu. Zafer ,zaferin sesi olmalıydı bu uğultu. Yada küçük altın topa yaklaştığında rüzgarla karışık kularına çalınan o kanat sesi. İki elinide süpürgesinden bırakmış havaya kaldırmış önünden geçtiği tribünleri selamladı. Ne zaman süpürgenin üzerinde olsa yaşadığı bu mükemmel heyecan asla dinmiyor, üstelik daha da artıyordu. Her maçta biraz daha hızlanıyor biraz daha hırslanıyordu. Süpürgesinin yönünü hakemin uzun düdüğü ile yere çevirdi ve hızla diğer oyuncular eşliğinde yere indi. Üzerine doğru çoşkuyla gelen arkadaşlarını kucakladı. Zafer! Sırtında ki sert dokunuşları kabul etti. Övgüleri almaya açıktı. Sonunda 5 saate yakın süren maç bitmişti. 3 saat boyunca ustaca saklanan snitch Matthew’ın gözünden daha fazla kaçamamıştı. Rakip takım Matt küçük topun peşine düştüğünde altın snitchin sonunda saklanmaktan vazgeçtiğini anlamıştı. Türlü tehlikeler atlatmış olsada sonunda topu yakalamıştı. Çılgın kalabalıktan gelen tezahuratlar eşliğinde takımla birlikte küçük bir kutlama turu attılar her zaman ki gibi. Asalarından kıvılcımlar saçarak sürdürdükleri turları bittiğinde sahadan ayrıldılar. Genç adam sahadan son ayrılan takım üyesi olmuştu. Tribünlerden gelen uğultuda adını seçe biliyordu. Yitip giden umutlarını hayranlarında gelen sahte sevgiler ile taze tutmaya çabalıyordu.

Soğuk bir Kasım gecesiydi. Matt takım arkadaşlarının arından soyunma salonuna geçtiğinde kutlama çoktan başlamıştı. Moose Jaw Meteorites üyeleri genç adamı alkışlayarak karşıladı ve teker teker tebrik etti. Genç adam hepsine teşekkür ettikten sonra  hepsini kutladı. Sonrasında salondan Meteorites nidaları yükseliyordu.

Matt süpürgesini adının yazılı olduğu süpürge askılığına bıraktı ve elini sırtına attı. Formasını sırtından çekiştirerek tek hamlede çıkarttı. Terli vücudunu formasına hızlıca sildi ve çaprazında duran takım arkadaşına fırlattı. “Bu gece koklayarak uyumak istersin belki!” Adam güldü ve havada yakaladığı formayı Matthew’ın başına doğru geri fırlattı. Sol eliyle yakaladı adam ve gülerken terli saçlarını formasına sildi. Yorucu bir maç olmuştu. Sonra ki maç için tam on beş günleri ve onları bekleyen sıkı bir çalışma temposu vardı. Süpürge üzerinde oldukları idmanların yanı sıra uzun koşulara çıkıyor ve kuvvet idmanları yapıyorlardı. Yalnızca dinlenmek için 2 günleri olması biraz acımasızdı. Adam altında siyah formayı çıkarttı ve kendini tahta banka bıraktığı sırada içeri giren beyaz paçalı baykuş tüm takımın dikkatini çekti. Üç kişi aynı anda Oooooooo nidalarıyla baykuşun kime geldiğini  takip ederken Matthew gülerek başını salladı. Artık hayran mektuplarına alışmışlar hatta bir skor tabloları oluşturmuşlardı. Matt in süpürgesinin üzerine konan baykuşla birlikte az önce formasını attığı arkadaşının sesini duydu. “Harvelle için bir puan daha! Bu hızla giderse iki maç sonrasında hepimizi sollamış olacak.” Genç adam arkadaşının söylemlerine güldü ve kaşlarını kaldırıp umursamazca baykuşun yanına gitti. Mektubun üzerinde ki tanıdık mührü gördüğünde bir an için duraksadı. Sınbira… Kalbinin heyecan dolduğunu hissetti. Nice maçların heycanını sollardı. Kadının onu affettiğini yada en azından dinlemek istediğini okumak için her şeyi yapabilir miydi? Kırmızı mumun içerisine gömülmüş S ve H harfleri Harvelle ailesinin mührü. Aynı soydan geliyor olmasına rağmen asla kullanmadığı bu mührü daha önce sevgilisinden aldığı bir çok mektuptan evlerinin girişinde ki büyük demir kapıdan ve Steven Harvelle tarafından dışlandığı aile hakkında ki her şeyle bağlantılı olarak tanıyordu. Mektubun ön yüzünde mühürden başka bir şey yoktu. Takım arkadaşlarının yersiz esprilerine kulak asmadı. Maçlara çıktığı zamankilerle bie kıyaslayamayacağı büyük bir heyecan yüreğinde artıyordu. Kalbi ağzında atıyordu adeta elini baykuşa doğru uzattığında baykuş usulca mektubu salladı düğümü açtığında hızla arkasını çevirdi. Kadının el yazısını görme umuduyla ama hiç beklemediği bir yazıyla ve isimle karşılaştı. Brooklyn Vigoureux. Matt yırtarak mektubu açtı ve başına gelip okumak isteyen arkadaşlarını teselli etti. “Üzgünüm beyler. Bukez hayran mektubu değil.” Üzülerek yerlerine dağılan adamlar giyinmeye devam ederken Matt hızla okumaya başladı.

Sevgili Matthew,
Ne acı ki bu kötü haberi vermek benim için görev edinmem gereken bir şey oldu.- kötü haber. Sınbira’ya bir şey mi olmuştu. Büyücünün heyecanı yerini çoktan endişeye bırakmıştı. Sakin kalmaya çalışarak okumaya devam etti. -Ailemiz için çok kıymetli olan birini kaybettik. - Adam bir anda göğüsüne Bludger çarpmışa döndü nefesinin kesildiğini hisseti. Gereksiz uzunlukta ki mektupta kadının adını taradı hızla gözleri 3 satır sonrasında gördüğü ismiyle küçük bir rahatlama yaşadı. -Sınbira’nın sana ihtiyacı var… Lütfen Sandra Harvelle’in cenazesi için buraya gel. Biliyorum seni görmek onun için oldukça zor olacak ama yanında olmana ihtiyacı var. …
En iyi dileklerimle…


Matt elinde ki mektubu farkında olmadan yumruğunun içinde buruşturdu. Mektup ne kadar sürede eline ulaşmıştı. Cenazeyi kaçırmış mıydı? Sınbira… Peki ya Sınbira nasıldı. Zorla yutkundu ve hızla dolabının içinde ki temiz idman sweetshirtünü üzerine geçirdi. Altına pantalonunu giydi. Buruşturduğu mektubu yere atmıştı. Postacı tipi çantasının içine eşyalarını hızla tıkıştırdı merakla neler olduğunu soran arkadaşlarını es geçti yere attığı mektubu ve dolabına koyduğu süpürgesini aldı. Doğruca takıp kaptanının yanına gitti. “Ben gidiyorum. 10 gün sonra geleceğim.” dedi telaşla kapıya yöneliyordu ki kaptan yolunu kesti. “Hey hey buda ne demek 2 gün sonra idmanlar başlıyor. Sen arayıcısın. “ Matt çantasını yere bıraktı dudaklarını ısırdı ve elini henüz teri kuramamış saçlarına daldırdı. “Biliyorum. Ama bu önemli. Daha önce onu yarı yolda bıraktım ve.” Yerde ki çantayı geri aldı açıklama yapacak zamanı yoktu. “ İdmana ihtiyacım yok. O maçı kazanacağız. Beş gün benim için yeterli bir süre kaptan.” Dedi kendinden emin tavrıyla arkasından seslenen adamın sözlerini dinlemedi ve koşarak dışarı çıktığı anda süpürgesine atladı. Bulunduğu bölgede güvenlik önmeleri nedeniyle cisimlenmesi mümkün değildi. Sınırı süpürgesi ile hızla aştıktan sonra yere indi ve tok bir sesle ortadan kayboldu. 

Kanadanın soğuk kasımını ardında bırakıp büyük demir kapıdan içeri girdiğinde genzine dolan gül kokusunu aldı. Tahta kapıya nasıl geldiğinin yada eşyalarını ne yaptığının farkında değildi. Ona mektup atan sarışın cadıyı bir an için gördü. Onun yönlendirmesiyle koşarak üst kata çıktı. Kapının önünde duran Ethelred’ın genç adamı engellemesiyle bir an için durdu ve etrafına baktı. Kalbinde büyük bir sızı hissediyordu. İliklerine kadar yaşadığı zafer duygusundan eser yoktu. Matt Ethelred’in yaşlı gözlerine baktı ve yutkundu. Zorlukla konuştu. “O içeride mi?”

Normal bir zamanda olsa bu kapılar içeri adım atmasına izin vermeyecek olan Stevan her zamanki ruhsuzluğu ile aile mezarlığının önünde duruyordu. Matt mezar taşlarına baktı. Büyük büyük dedesinin ikizinin  adını gördüğündün de Steven dan bir kez daha nefret etti. Tüm aileyi karıştırmış ve her şeye hayatı boyunca burnunu sokmuştu. Siyah elbisesinin etekleri topağa bulanmış genç kadına baktı. Yürümekte güçlük çekiyordu. Bir sene içinde zaten kendi yüzünden çektiği acılar yetmemiş miydi? Kadını böyle bitkin ama bir o kadarda kuvvetli gördüğünde ona olan hayranlığı biraz daha artmıştı. İçinde baskıladığı pişmanlığı gün yüzüne çıkmak için çabalarken tökezleyeceğini düşündüğü kadının koluna girmek için yanına ulaştı. Genç kadın müsade etmedi. Güçlü duruşunun zedelenmesine göz yumamazdı. Düşse bile tekrardan ayağa kalkardı. Onda aşık olduğu şeyde bu değil miydi zaten. Ne diye bunu bildiği halde ona bu adiliği yapmıştı. Ya annesi, annesi Sandra, Matthew hakkında neler düşünüyordu. Onu her zaman sevmişti oysa, desteklemişti. Moose Jaw Meteorites’e transfer olduğunda en büyük destekçilerinden biri değil miydi Sandra. Yalnızca Sınbira’ya değil Sandraya da ihanet etmişti. Gözü gibi baktığı ve kendisine emanet ettiği kızını bir hiç uğruna ortada bırakmıştı ve şimdi yapayalnız kalmıştı kadın. Matt kadının kendini annesinin cansız bedeninin üzerinde ki toprak yığınına bırakışını izledi. Oysa bu zamanlarda bir cenazede değil aksine düğünde olmaları gerektiğini anımsadı.Sınbira’nın ona aşkla bakan gözlerini. Dolan gözlerine engel olmaya çabaladı. Yitip giden hayallerine kendini toprağa kapamış kadına ithafen akmak isten göz yaşlarını yüreğine gömmeyi tercih etti. “Beni yalnız bırakın" Kadının sitemkar sözleri kulaklarında çınlarken kuzenlerinden ve kadından uzaklaştı usulca insanlar dağılırken onu görebileceği uzaklıkta bekledi bir süre. Hıçkırıklara boğuluşunu izledi. Yanına gitmek kadına sarılmak istedi. Sarılıp onunla birlikte ağlamak… Yapamadı yapamazdı. Belki de burada olmaya dahi hakkı yoktu. Sandrayı ve onun biricik değerli kızını bu kadar üzmüşken şu an hangi vasıfla burada bulunuyordu. Kuzen Harvelle’ler den biri mi?

Adam usulca aile mezarlığından çıktığında herksin toplandığı eve girmek istemedi. Zaten Steven cenazede bulunmasına bile nasıl müsade etmişti anlayamamıştı bu da muthemelen melez bir kadına aşık olup evlendiği için büyük büyük dedesini öldürmediği gibi bir boş anına gelmişti. Adam malikanenin dışına çıktı asla ait olmadığı büyük eve baktı. Arkasında büyük bir fırtına bıraktığını biliyordu. Mayıs ayından beri kadını ilk kez görüyordu ve onunla konuşmak zorunda hissediyordu kendini. Yinede yapamadı. Şimdi zamanı değildi.Kadının evden çekip gideceğinden emindi ama beklemedi. Yanında görmek isteyeceği son kişi Matt olmalıydı. Bir kaç dakika boyunca sesizce yürüdükten sonra aniden cisimlendi. Londranın arka sokaklarından kalabalık caddelerine ve kalabalık barlarında soluklanmak ve yitip giden hayallerinin yanında hayal kırıklığına uğrattığı  Sandra’ya içmek adına kendine gecenin soğuk kollarına bıraktı.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sınbira Harvelle
Seherbaz
Ϟ Rp Beğenileri : 24

Sınbira Harvelle
Seherbaz
Aileden başka kimse yazmadığı için bu rpde burda bitmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t4135-snbira-harvelle-karakter-kart
 
Son Yağmur Damlası
Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts-RPG :: İngiltere :: Harvelle Ailesi Malikanesi-