Bellatores
Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir.
Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır.
İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
KARAKTER DEĞİŞİM ARACI
♣ Karakter Değiştir ♣
K.Adı:
Şifre:

HOGWARTS: AÇIK!
TARİH: ŞUBAT 1976

Paylaş
 

 La Surprise De Date D'anniversaire

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
Lavinia Sieghardt
Özel Sektör
Ϟ Rp Beğenileri : 76

Lavinia Sieghardt
Özel Sektör
La Surprise De Date D'anniversaire O2qWgoLa Surprise De Date D'anniversaire O2q8oHLa Surprise De Date D'anniversaire O22Sqp

Lavinia Sieghardt x Auguste Marcel x Valéria Éloïse Barthélemy
3 kasım 1975
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lavinia Sieghardt
Özel Sektör
Ϟ Rp Beğenileri : 76

Lavinia Sieghardt
Özel Sektör


Sallanan avizenin gıcırtısı sistematik bir şekilde salonu doldurmaktaydı. Akşam yüzünü göstermişti, tüm parıltısıyla ve bir müddet sonra yerini soğuk bakışlı, karanlık yüzlü geceye bırakacaktı. Gereksizlik içerisinde kendisini bulan genç bir beden, malikanedeki kocaman salonun karanlığı içerisinde oturmaktaydı; üzerindeki pembe pijamayı seçmek mümkündü, teninin beyazlığını ve gözlerinin içindeki karanlığı da. Umutsuz bakışlar hüzünlüdür; aslına bakılırsa bir şeylerden eksik hissederler kendilerini. Ama bu eksiklik umudun eksikliği değildir. Bir insan umutsuz kalmış ise, umut edeceği hiçbir şey, hiçbir eylem, hiçbir nesne, yaşanmaya değer hiçbir olay, tanımaya değer hiçbir insan kalmamıştır demektir.

Kanepeye oturmuş bir şekilde, önündeki ahşap masanın üzerindeki çizgiler ile oynuyordu. Masa üzerindeki bozulmalar üzerinde gezen parmakları, her bir kıymıkta duraksıyordu. Parmağını biraz daha geri çekiyordu. Sonra kıymığın parmağındaki hücrelere zarar verişinin acısını daha fazla hissetmek amacıyla, parmağını daha yavaş ilerletiyordu; duraksıyordu.

En sonunda aklına bir fikir geldiğinde çok ta hızlı sayılmayacak bir şekilde oturduğu yerden kalktı ve salonun ışıklarını açtı elinde tuttuğu asası ile.  Eğer aklındakini yapmak istiyorsa yardım alması gerekiyordu elbette. Tok bir sesle ''Sookey hemen buraya gel. Bana yardım etmezsen aklımdakileri  yapamam. ''dedikten sonra elinde tuttuğu listeyi ev cinine  uzattı. O gerekli malzemeleri alırken  genç cadı da evdeki dekorasyonlarla uğraşacaktı. Elbette beşinci aya geldiği için biraz zorlanacaktı ancak asası bunun için vardı değil mi . Önceden aldığı gri ve  toz pembesi balonları şişirmeye başladığında nefesinin yetmediğini fark eden genç cadı gülümsedi ken di kendine. Zamanının çoğunu uyuyarak ve dinlenerek geçirdiğinden pek te yorgun sayılmazdı. Yine de dikkat etmesi de gerekiyordu bebeğe bir şey olmaması için. Salonun kapısında  Sookey belirdiğinde elindeki malzemeleri almaya yeltendi ancak belli ki poşetleri vermeye niyeti yoktu. ''Sookey poşetleri verecek misin yoksa zorla mı alayım istersen. Hamile olabilirim ama  eşya taşıyacak gücüm var. Endişelenmene gerekmez. '' Bu sefer sesi olduğundan daha sakin olsa da yine de biraz öfke yok değildi.

Aradan bir kaç saat geçtikten sonra  nihayet her şey yerine oturmuştu çoktan. Valeria ile araları bu sıralar bozuk olsa bile  bu barışmaları için yapılan en anlamlı jest olacaktı. Gerçi hemen barışırlar mı pek emin değildi. Yine de bebek adımları atmış oluyordu böylece ki bu  da bir şeydi ona göre. Duvarlara balonlar asılmış , fransızca  mutlu yıllar  yazan  doğum günü afişi bile yerini almıştı. Geriye sadece ışıkkları halletmek  kalmıştı ki onlarda çok zor bir şey değildi. Asasının  yardımıyla nazikçe ışıkları da hallettiğinde  saatine baktı. Tam zamanında bitirmişti işleri.  Yemek masası özenle hazırlanmış etraf süslenmiş ve ev cinleri de gelen olan olursa haber vermeleri için uyarılmıştı. Zamanı geldiğinde acele ile  ışıkları kapattı ve  tam da salonun ortasındaki yerini aldı.  En sonunda malikanenin ön kapısı açıldığında ''Sürprizzz '' diye bağırdı neşe ile. İkizlerin suratındaki ifadeyi görmek paha biçilemezdi onun için.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet

Gece uyumamış, eve uğramadan ofise gitmiştim. Zaten bu haftanın tüm köşe yazıları çoktan yazılı olduğu için sadece kontrol etmem gerekmişti. İş arkadaşlarım, çoğunlukla benden yaşla oldukça büyük büyücülerdi. Yine de hepsi ile güzel bir ilişkimiz vardı. Ofisime pasta ile daldıklarında sigara-kahve ikilisi ile kendimi uyanık tutmaya çalışıyor. Bir yandan da bir haber için araştırmam gereken dosyaları düzenliyordum. Bu kafa ile okusam bir şey anlamayacağım için sadece düzenlemeye ayırmıştım zamanımı. Pastayı keserken yorgun gözüktüğümü söylediklerinde uyumadığımı söyledim. Hepsi gülümseyip gece parti verip vermediğimi sordular. Parti falan vermemiştim. Ancak Simon takma isimli bir çocukla iyi takılmıştık. Tabi hiçbir şey söylemeyip gülümsemekle yetindim sorularına karşı. Pasta yedikten sonra, bana hazırladıkları büyülü bir doğum günü kartını verdiler. Aramızdaki esprileri ve gündemle ilgili bir kaç olayı da koydukları esprili kartı ofisimin duvarına astım herkes gidince. Kahve-sigara ikilisine doğum günü pastasını da ekleyerek akşama kadar çalıştım.

Mesai bitmeden 1 saat önce gidip, bir hafta önce yazmış olduğum köşe yazımı editöre teslim ettim ve ayrıldım ofisten. Normalde erken çıkmıyordum. Meşgul olmak, iş içinde boğulmak kafamı dağıtmamı sağlıyordu. Ancak bu saatte galeriye gitmem gerekiyordu. İsteklerimi neredeyse bir ay önce söylemiştim ve bir hafta önce kesinliğe kavuşturmuştuk. Şimdi de gidip son işlemleri halletmem gerekiyordu. Kendime, doğum günüm için bir motorsiklet uygun görmüştüm. Amcam son gittiğimde bir taşıt almam konusunda beni ikna etmişti. Yeşil-gümüş, güçlü bir motora sahip, retro bir motorsiklet seçmiştim kendime. Bir çekirgeyi hatırlatıyordu bana. Renkleri tabi ki Slytherin renklerinden almıştım. Üstelik gümüş rengi çok severim. Galeriye gidince motoru eve götürmeleri için onay verdim yetkililere, sonra da Valéria'ya aldığım araba ile Dırdırcı'nın ofisine gittim. Zaten taşıtların parasını çoktan hallettiğim için sadece teslimatlarını yapmaları gerekmişti. Büyülü taşıtların bir sürü de bakanlıkta işi oluyor. Son bir haftadır işlerimin, annemin sakinleştiricilerinin üstüne bir de bakanlıkta bunların vergilerini, belgelerini halletmem gerekmişti. Valéria'nın ofisine çıkarken tanıdığım insanlara selam vere vere ilerledim. Yüzümde kocaman bir gülümseme, kendimden emin bir yürüyüş tarzı, espriler şakalar falan derken Val'ın odasına varıp kapısını tıklattıp içeri girdim. Kapıyı kapattığım an yalandan gülümsemem kayboldu ve asıl duygum olan rahatsızlık yerleşti yüzüme. "Bu insanlarla çalışmak korkunç olmalı. Hepsi çok garip." dedikten sonra Val'ın masasına yaklaşıp gülümsedim. Bu sefer içtenlikle. "Doğum günün kutlu olsun kardeşim." dedikten sonra arabanın, üstüne bir fiyonk yerleştirilmiş anahtarını masanın üstüne koyup kız kardeşime doğru ittirdim. Göz kırptıktan sonra, "Beni eve bırakırsın, hm?" dedim.

Birlikte aşağıya inerken, geldiğimin tersi bir şekilde sadece Val ile konuşup rol yapmadığım bir gülümsemeye sahiptim. "Yani, ben hallettim işleri ama fikir amcamdan çıktı. İkimizin hediyesi gibi düşün." diye anlattım araba hakkında kız kardeşime. Direkt olarak aramız iyi diye konuşmamış olsak da, ben eskisinden daha yakın davranıyordum artık ona. Yani, iyiydik. Valéria'ya yakın olmak akıl sağlığım için çok iyiydi. Val da, eskisinden daha hayat dolu geliyordu gözüme. İkimiz de kazançlıydık galiba. Arabaya atlayıp eve geri döndüğümüzde garajımızda motoru görmek hoşuma gitti. İçeri girmeden önce durup mırcırdım sağını solunu. Çok yorgun olmasam, akşam bir tur atardım ancak saatlerdir uyumamıştım ve bu halde motor sürecek kadar sorumsuz bir adam değildim. Val ile sohbet ederek eve girdik. Ortam karanlıktı. Sookey ve Rinly yanıma gelip rapor vermediği için söyleniyordum ki kapıyı açtığımız anda Lavinia'nın sürpriz diye bağırması ile ışıklar yandı. "Hıı, bundanmış." dedim tek kaşımı kaldırıp. Şöyle bir bakınca fransızca bir doğum günü yazısı, balonlar... Pasta göremiyordum etrafta. Onun yerine Lavinia ve iki tane evcininin sevinçle yüzüme baktığını görüyordum. Val önden girsin diye kapıdan biraz çekildim. Kız kardeşimin arkasından girdim içeri. Gidip uyurum diye düşünüyordum ama büyük ihtimalle biraz daha aile ile zaman geçirmem gerekecekti. İlk olarak evcinleri aptal aptal dans ettiği için onlara bir dur demem gerekiyordu. Sonra da Lavinia'ya dönüp, "Teşekkürler." dedim kuru kuru. "Yorgun olmasam dışarı çıkardık. Biraz dinleneyim belki akşam çıkarız." dedikten sonra kızlara baktım fikrime olumlular mı diye. Ona göre bir iki saat uyuyup dışarı çıkarabilirdim kızları. Yoksa onlarla biraz zaman geçirip gidip uyurdum büyük ihtimalle.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Ϟ Rp Beğenileri : 72

Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
İçerden bana seslenildiğini duyunca kafamı masadan kaldırıp oturuşumu düzelttim. Aynı anda kapının açılması ve sekreterin odama girişi bir olmuştu. Yüzümde uyuklamaktan kalan bir iz olmamasını umut ederek "Efendim? Bir şey mi olmuştu?" diyebildim. İsteksizdim, çalışma hevesi yoktu bugün içimde. Bugün doğum günüm ya! Biri de gelip kutlamadı, harika bir ofis. Yani tamam daha burada yeniyim, uğraşmak istememiş olabilirler ama iyi anlaştığımızı düşünüyordum! Marcel'e sinirli olduğum günlerde -ki oldukça olası bir durum- erkenden ofise geliyor, buradaki kızlarla dertleşiyordum sabahları. Aile işlerimizin ayrıntısını ne kadar merak etseler ve geri dönüşümüz medyatik olduğu için ne kadar ağzımdan laf almaya çalışıyor olduklarını bilsem de beni anladıklarını biliyordum, sohbet etmek de rahatlatabiliyordu. Aşırı sinirli geldiğim için bütün günü bu hislerle geçirmek benim için eziyet oluyordu yoksa. Bugün de ilgi bekliyorum tabii ki, çok normal değil mi? Bilmiyorum, sosyallik ve arkadaş edinme konusunda hiçbir zaman iyi olmadım. Bu işler nasıl işliyor pek bir fikrim yok. Belki de beklentiye girmemeliydim.

Hailey'nin yüzündeki sırıtışa anlam veremeyerek boş gözlerle yüzüne bakıyordum. "Yüzümde bir şey mi var ya?" diye söylenerek kenara fırlattığım çantama uzanıp el aynasını çıkarmaya yeltendim. Kesin iz kaldı alnımda, o yüzden böyle bakıyor. "Yok, yok." dieyerek güldü. "Gelsene bir mutfağa... Kahve içeriz, sohbet ederiz." Aynadan yüzüme bakıp hafif bir kızarıklık dışında beni komik duruma düşürecek bir şey olamdığını görünce ayağa kalktım. Kahve güzel olurdu. Zaten evdekiler bile kutlamadı daha, başkasından hatırlamasını beklemek saçma olurdu. Boşuna insanlara trip atıp dert olmak istemiyorum. "Tamam." dedim omuz silkerek ve peşinden yürümeye başladım içeri doğru. "Hey, bir şey soracağım. Benim köşemle ilgili bir gelişme var mı? Tasarımı beğenmediğini söylemişti ya şu meymenets-" "Çok ayıp!" diyip kikirdemesiyle sözümü kesmişti Hailey. "Ne var ama? Doğru! Hiçbir şeyi beğendiremiyoruz o kadına. Hem geçen ay tasarımı da görüp onaylamıştı, şimdi bizi boşuna uğraştırıyor." Omuz silkmekle yetindi sekreter hanım. Ben de üstelemedim bu konuyu, zaten onun diyebileceği ne vardı ki? Bir sekreterin bilebileceği ayrıntılar değildi bu. Zaten başka bir şeye odaklanmış gibi duruyordu; sanki gözü birini arıyor, bir planı var gibiydi. Ofiste kestiği editörü mü yoksa beğendiği yazarlardan birini mi arıyordu acaba. "Ne buluyorsun o adamlarda anlamıyorum! Hepsi bomboş insanlar, bakışları bile dümdüz." dedim ama cevap vermiyordu yine. "Pşt, sohbet edeceğiz dememiş mi-" "SÜRPRİZ!" Mutfaktaki kalabalığın yüzüme tükürklerini saçarak bağırışıyla beraber sözüm neyse ki yarıda kesilmişti. Yoksa kim bilir daha neler sayardım o adamlar hakkında.  

Yüzümde büyük bir gülümsemeyle doğum günümü kutlayıp bana sarılanlara karşılık vermeye başladım bir anda. Bütün ofis buraya toplanmış, tezgahta mumları yanan bir pasta bana bakıyor ve sırayla herkese cevap veriyorum derken yarım saate yakın bu şekilde devam ettikten sonra iş başına geri dönmüştük. Neyse ki çıkış zamanına yakın bir vakitte yapmışlardı, ben bu zevkten ve pastanın mideme oturuşundan sonra daha fazla uykusuzluğa dayanıp çalışmaya devam edebileceğimi sanmıyordum. Uykuyu çok seviyorum ya! Gerçekten bana verilebilecek en güzel hediye uyuma izni olurdu herhalde. Ama güzel hediyeler gelmişti gerçekten de. Resim yapmaya yeni başladığımı bilen biri sulu boya seti almış bana, onun dışında ortaklaşa yeni şık bir cübbe almışlar bir de. Birkaç minik hediye daha vardı, mutluydum.

Biraz daha süre geçtikten sonra keyim de iyice yerine geldiğinden odamda durmadan dönüp duruyor, olduğum yerde sekiyor ve çıkış saatini bekliyordum. Derken kapımın tıklatılmasıyla masama dönüp düzgün bir görüntü sergilediğimden emin olmaya çalışıştımi bu sırada çoktan açılmıştı kapı. Marcel'i görünce istemsizce gülümseyiverdim. Bugün ikizimi sadece kahvaltıda görmüştüm ama aşırı uykulu olduğumdan konuşacak halde değildim, yüzüm aşırı asıktı büyük ihtimalle ve selamlaşmak dışında iletişime girmemiştik. Oysa ben doğum günlerimizi gerçekten çok seviyorum, her ne olursa olsun birlikte kutlamak hoşuma gidiyor ya. Ona olan bütün kızgınlıklarımı unutuyorum doğum günümüzde, istisnasız her sene.

Çalışma arkadaşlarıma laf ettiğinde sırıttım, bugün bana güzellik yaptıkları için kanım kaynamış olsa da aynısını düşünüyordum genel olarak. "Çok bunaltıyorlar beni de." diye söylendim ayağa kalkarken. O da gülümsemişti şimdi, doğum günümü kutladığında daha da büyük bir sırıtış yerleşmişti yüzüme. "Sen de iyi ki doğmuşsun küçük kardeşim." dedim ondan sonra doğmuş olduğumu hatırlatarak. Ya ben duygusallıkla başa çıkamıyorum tamam mı, illa dalga geçmem lazım. Tarzım bu, biliyor o da bunu. Hem gerçekler bunlar, kızamaz. Geç doğan büyük olduğu için küçük kardeşine yol vermiş demektir! Önüme bir anahtar bıraktığında merakla elime aldım ve göz hizama kaldırıp incelemeye başladım. Ne ahatarıydı bu? Araba mı? Başka bir şey olabilir miydi acaba? Motor? Kamyon? Of, bir kamyonum olsa böyle kocaman... Bitkilerimi taşırdım ofise. Hem de ofise eşya getirmek çok daha kolay olurdu! Kamyonum olsa ne güzel olurdu cidden ya. Bir şey taşımama gerek de yok, onu büyüyle de hallederiz ama böyle farklı bir tarzı olurdu hani. Bu kız da neymiş böyle, ne kadar da güçlüymüş falan derlerdi. Aman neyse. Acaba Marcel'in aldığı neydi?

Heyecanla aşağı yürümeye başladığımızda çenemi kapalı tutmaya çalışsam da becerememiştim. "Nerden çıktı bu fikir? Sen buna parayı nerden buldun tam olarak? Hepsini kendin ödemiş olamazsın! Araba aldın değil mi? Modeli ne? Ben model bilmem ki zaten." Hmm, demek amcamın da fikriydi. Onlarla bunu düşünmüş olmasına biraz şaşırmıştım açıkçası çünkü ben ona hediye hazırlarken Fransa'dakilerle hiç iletişime geçmemiştim. Yanlış mı yapmıştım? Kapıdaki arabayı görünce bütün düşünceler aklımdan silinip gitti, karşımdaki makinenin güzelliğine kendimi kaptırmıştım. Bej rengi, minik ama aşırı havalı bir araba duruyordu önümüzde. "Porsche mu aldın cidden?" dedim sevinçle. Evet, çok marka bilmiyorum ama bunu kızların ofiste konuştuğunu duymuştum. Sokakta gördüğümüz nadir anlarda da içinde çok havalı kadınlar oturuyordu ve yemeğe gidene kadar bunun üzerine konuşmaları bitmek bilmiyordu. "Çok güzel!" Hemen kapıyı açıp sürücü koltuğuna oturduktan sonra elimle deri kaplamayı hissederek gülümsedim. Marcel de yanıma geçtikten sonra eve gidene kadar arabanın üstünü açmış, kardeşimin yapılı saçlarının bozulmasını umursamadan kendiminkilerin uçuşmasını zevkle izlemiştim.

araba fotosu:

Eve vardığımızda yine seke seke kapıya ulaşmıştım, yüzümde de yok edemediğim bir mutluluk vardı. Hemen ben de Marcel'e hediyesini vermek istiyordum, o yüzden sabırsızca kapıyı tıklatsam da açan olmadı. İkizime döndüm "Neden açmıyorlar ya? Boşuna mı burada çalışıyorlar?" dedim yakınarak. O da söyleniyordu, kapıyı açtığında kafamı uzatmıştım ki karanlık olduğunu fark edince korkuyla bir adım geri attım. Bu sessizlik ve karanlık uzun sürseydi aklıma daha farklı şeyler de gelecekti ama Lavinia'ymış sadece. Sürpriz hazırlamış bize. Onun ve ev cinlerimizin bağırmasıyla birlikte derin bir nefes verip içeri geçtim. "Selam..." diye mırıldandım. Lavinia'yla aramız hiç iyi değil, hiçbir şekilde sohbet etmeye de çalışmıyorum. Anca yemek zamanı birbirimizin yüzünü görüyoruz denebilir. Hatta şu anda sadece Marcel'i düşünerek kutlama yapmak istediğine bile eminim. Benimkini neden kutlamak sitesin ki? Ona hiç iyi davranmadım başından beri, sadece Marcel'e olan sevgisinden katlanıyor olmalı buna. Odama çıkmak için yöneliyordum ki gözüme takılan pembe balonlar durmamı sağladı. Marcel için gri, benim için pembe balonlar. Demek beni de düşünmüştü Lavinia. Çok şaşırtmıştı cidden ve... Mutlu olmuştum.

Gülümsemeye çalışarak Marcel'in peşinden yanlarına doğru ilerledim. "Teşekkür ederiz." dedim kolumu ovuşturarak. Doğum günlerimizi genelde evde kutlamıyorduk hiç, hep Hogwarts zamanlarına denk gelmişti ve birlikte kutlama yaptığımızı da aslında hatırlıyor sayılmam. Sadece Zoé ve Lara'nın bize, normalde hiç olmadıkları kadar tatlı davrandıklarını ve minik hediyeleriyle bizi her sene şaşırttıklarını hatırlıyorum. Daha küçükken ise Marcel'le çevredeki komşulardan arkadaşlarımız -genelde Marcel'in arkadaşları olurdu tabi- ve babamın birkaç dostu gelir, evde parti düzenlerdik. O günün gelmesini sabırsızlıkla beklediğimi ama gün içinde de kendimi hep yalnız ve ortamdan uzak hissettiğimi hatırlıyorum. Ha tabi bir de, her sene annemden bir mektup veya hediye gelmesini beklerdim. Salaklık işte. Doğum günü partilerimizde de kendimi hiçbir zaman ait hissedememiş ve sadece kardeşlerimle geçirdiğim zamanları diler olmuştum. Şimdi onların yokluğunu hatırlamak da içimin burkulmasına sebep olmuştu. Üzülmemi istemeyeceklerini biliyorum ama bugün onların olmayışıyla başa çıkabilmek için düşüncelerimden uzaklaşmam gerekiyordu. Marcel'in dışarı çıkma fikrini duyunca gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Lütfen!" dedim istekle. Alkolle pek aram yok ama kafayı dağıtmak, dans etmek ve saçmalamak en çok istediğim şeylerden biri. Hem de kardeşimle uzun süredir öyle bir vakit geçirmedik, hatta birlikte böyle bir ortama gittiğimizi de hatırlayamıyorum. Güzel olabilir gibiydi gerçekten de.

"O zaman ben odama çıkıp hazırlanayım... Çıkarken haber verirsiniz. Başka bir şey var mıydı?" Son olarak Lavinia'ya dönmüş ve onun da başka bir plan kurmuş olup olmadığını sorguladığımdan bu soruyu yöneltmiştim. Odama çekilip dinlensem ve biraz kendime gelsem çok iyi olurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2255-valeria-e-barthelemy-lejant
Lavinia Sieghardt
Özel Sektör
Ϟ Rp Beğenileri : 76

Lavinia Sieghardt
Özel Sektör

"O zaman ben odama çıkıp hazırlanayım... Çıkarken haber verirsiniz. Başka bir şey var mıydı?"

Yaptığı sürprizin hoşlarına gitmesi yüzünde gülümseme oluşmasına neden olmuştu. Her zaman sürpriz yapan biri değildi  genç cadı ancak  hamilelikten midir bilinmez iyi huylu birine dönüşmüştü. Valeria ile de pek konuştukları söylenemezdi zaten. Kahvaltıdan kahvaltıya ya da akşam yemeklerinde görüşüyorlardı. Malikaneye ilk geldiğinde yaşanan olaylardan dolayı aralarına sınır çekmişlerdi. Yine de kendini affetirmeyi  kafasına koymuştu bir kere.  Ne de olsa bundan böyle aynı çatı altında yaşayacaklardı. Marcel yorgun bir şekilde  dışarı çıkmayı teklif ettiğinde biraz düşündü. Eğer evet derse  daha fazla vakit geçerekti ikizlerle  hayır derse de  bir daha bu şansı elde edemeyebilirdi. Yavaş adımlarla yürümeye koyulduğunda ''Aslında bir dakika Valeria. Size vermem gerekenler var. Beni pek sevmiyorsun biliyorum ama  içimden geldi. '' diyerek küçük bir kutuyu karşsındaki cadıya uzattı. kutunun içinde bir kolye ve Lucky Charm dedikleri tarzda bir bilezik vardı.  Bunları cadı için özel olarak yaptırmıştı. Ne de olsa artık ailesi idi.  Valeria hediyesini açarken bu seferde dikdörtgen bir  kutu çıkarıp  genç adama uzattı ''Bu da senin için. İkinizin hediyesi de özel yapım. Umarım hoşunuza gider. Yaptırırken ikinizi de yansıtacağını düşündüm. Bu işlerde pek iyi değilimdir ama elimden geleni yaptım. Tekrar doğum gününüz kutlu olsun. Genç büyücüye uzattığı kutunun içerisinde ise cüzdan güneş gözlüğü kemer gibi  eşyalar vardı.

Etrafına şöyle bir baktığında  ailesini hatırladı bir an için genç cadı. En son ne zaman böyle bir doğum günü yapılmıştı ona karşı hatırlamıyordu bile. Anne ve babası savaşta ölmüş , abisi ise olanlara dayanamayıp intihar etmişti.  Bunları hatırlamak bile gözlerinin dolmasına  yetiyordu lakin güçlü bir kızdı Lavi. Salya sümük ağlayıp ta bu anı mahvetmeye niyeti yoktu. Sonrasında odasına gidip istediği gibi ağlayabilirdi. Ancak şuan zamanı bile değildi. Her zaman yaptığı gibi mutlu  olmaya devam edecekti şimdilik. Aradan biraz zaman geçmişti ki karnındaki hareketlenme ile duraksadı. Bir dakika... Düşündüğü şey olmuyordu değil mi. Yani bunun olmasını henüz beklemiyordu ancak anlaşılan tam da düşündüğü şey oluyordu. O kadar mutlu olmuştu ki  içinden zıplamak hoplamak geliyordu. Elbette böyle bir şey yapmayacaktı ki bebeğe zarar vermek istemiyordu.

Aklına gelen fikirle Valeriaya doğru yürüdü bu sefer. Bu sırada Marcel ise neler olduğunu çözmeye çalışan bir eda ile onlara bakıyordu. Büyücünün  elini tutup kendine çekti ve  ikizlere baktı neşeli bir ifade ile. Hiç soru sormadan ikisinin elini de karnına koyduğunda  ne tepki verdiklerini izledi sessizce. Sonrasında ''Bu güzel anı ikinizle de paylaşmak istedim.  Ailem olmaya karar verdiğiniz için teşekkür ederim. Kendimi hiç bu kadar mutlu hissetmemiştim. '' dedi ve ikizlerin hareketleri daha fazla hissedebilmesi için yönlendirmeye koyuldu. Allison hogwartsta şifacı olduğu için  okula gitmeden  önce bir kaç şey öğrenmişti elbette. Bunun için de oldukça minnettardı. Bir ara teşekkür etmesi gerekiyordu ona da.

Hareketlenmeler sonra erdiğinde izin isteyip asasına uzandı.  Bir doğum günü pastasız olmazdı değil mi. Hafif asa hareketleri ile kitap şeklinde olan pastayı masaya yerleştirdi. Üzerinde beyaz bir krema ve  bütün Hogwarts binalarının olduğu bir  logo vardı. Pasta o kadar güzeldi ki bütün hazırlıklar boyunca yememek için kendini zor tutmuştu genç cadı. Üstesinden gelebilmişti elbette. Ancak çok ta zor bir durum idi bu hamile bir kadın için. ''Pastayı unutacağımı sanmıyordunuz herhalde değil mi '' diye güümsediğinde herkese birer dilim ikram etti. Bu zamana kadar yaptığı en büyük doğum günü olmuştu ve başarıya ulaştığı için mutluydu.

hediyeler ve pasta:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet



Eskiden yaptığımız doğum günü partilerimize benzemiyor ama yeterli. Fransa'da kuru bir söz ile biterdi. Amcam bize bir sürü şey alırdı aslında ancak evde oturarak ne kadar eğlenebilirim ki? Yani süpürge alsa, arkadaşlarımla Quidditch mi oynuyorum? Kitap falan alıyordu bana. Yalan yok, bir sürü bulunması zor kitabı amcam sayesinde okumuşumdur. Yine de 16 yaşımda Hogwarts'ta olmayı, amcamdan gelen son model süpürge ile Slytherin arayıcısı olmayı; Fransa'daki malikanede oturup halam ile sihir tarihi çalışmaya yeğlerdim. Eskiyi çok hatırlamamaya çalışıyorum ama çok zor bir durum. Val'ın da benimle aynı şeyleri hissettiğine eminim. Yani, Val hiçbir zaman arkadaşları ile takılan bir kız olmadı ancak biliyorum ki, Fransa'ya olan nefreti benimkinden çok. Ben en azından ailemdekilerle iyi anlaşıyordum. O ise odasından çıkmıyordu. Felaket zamanlardı. Her neyse bugün, 20. yaş günümüzü dışarıda kutlamamız fikrini sunduğumda kardeşimin sevincini görmek harikaydı. Lütfen dediğinde 32 diş gülümsedim. Bütün stresim, bütün rahatsızlığım Val'ın bu hallerini görünce silinip gidiyor aklımdan. Mutlu olmasını gerçekten seviyorken neden üzüp duruyorum bu kızı ben?

"Odamda bir iki saat uyusam yeterli olur herhalde." dedim. Kız kardeşimin peşinden yukarı çıkmak gibi bir düşüncem vardı aslında ama Lavinia'ya başka bir şeyin olup olmadığını sorduğunda ben de durup baktım Lavinia'ya. Gelecekteki karım ise biraz çekingen bir tavırla bizden uzaklaştı. Masanın üstüne koymuş olduğu iki kutuyu çıkarttıktan sonra birini bana, birini Valéria'ya uzattı. "Lavinia..." dedim dalgın bir şekilde. Lavinia, Valéria'nın onu sevmemesinden bahsediyordu. Göz ucu ile baktım Valéria'ya. Geçen kafayı bulup odasına gittiğimde kız kardeşim ile yaşadığım kavgayı ateşleyen konuydu Lavinia. Kardeşler arasında bunlar normal. Yine de bağırışmalarımızı duyduğunu tamamen unutmuşum. O gece yanına gidip Val'ın attığı büyüyü düzelttiğinde pek konuşmamıştık. Benim vücudumda da yaralar vardı çünkü. Lavinia'nın elinden bana uzattığı kutuyu alırken. "Hediyeye gerek yoktu." dedim duygusuz bir şekilde. O ise hediyenin özel yapım olduğunu söylüyordu. "Hıhım." Dinlediğimi belli eden bir ses çıkarttıktan sonra kutuyu girişteki masanın üstüne koyup pakete en az zararı vererek açmaya başladım. Paketlenmiş kutunun içinden, klas görünümlü başka bir kutu çıktı. Onun da kapağını açtığımda... Kaşlarımı kaldırıp gözlerimi kıstım. Güzel bir gözlük, saat, cüzdan, anahtarlık ve kemer. Dudağımın bir ucu kıvrıldı bakarken. Eskisi gibi çocuk değilim artık. Bu hediye gerçekten bir iş adamına yakışacak cinsten. Gözlüğü kutudan çıkarıp gözüme taktım. Girişteki aynadan şöyle bir tipime baktım. Ya... Fazla klas görünüyorum. Gözlüğe ve saate bayıldım. Şu an odamda, 10'a yakın saatim var. Hepsini belli aralıklarla, uyumlu kıyafetlerle giyiyorum. Yakında koleksiyon gibi bir şeye dönüşecek belli ki. Çünkü her gittiğim yerde saatlere dikkat eder oldum. İşime de yarıyorlar. Üstelik özel yapımmış. Lavinia'ya döndüm. "Teşek-" sözümü bitirememiştim ki kız elimi yakaladı. Diğer eli ile Valéria'nın elini tutmuştu ve ikimizin elini de karnına götürdü. Endişeli bir ifade ile izledim yaptığını ve karnına elimi koydum. Bebek hareket mi ediyordu? Hareketi hissettiğim anda geriye çektim elimi ancak Lavinia sıkıca tuttuğu için kurtaramadım kolumu. Bebeğin Lavinia'nın karnındaki hareketlerine biraz şahit olduktan sonra Lavinia bıraktı elimizi.  O bıraktığı an geri çektim elimi ve bakışlarımı tekrar hediyeme döndürdüm. Lavinia her şeyi nasıl böyle garip bir hale sokabiliyor? Bence... Hissetmek isteyip istemediğimi sormalıydı. Evet, sorumluluğu konusunda çocuk sahibi olmakta hiç sorunum yok. Ancak sevgi? Çocuk benden bile değil. Bu olaydan sonra biraz moralim bozulduğu için Lavinia'nın yaptırmış olduğu pastayı yerken ses çıkartmadım. Zaten uykusuzdum, zaten stresliydim, zaten gece rahatsız edici olaylar yaşamıştım... Evime geldiğimde rol yapmayı bırakmak istiyordum. Üzüldüğüm şey, daha demin Valéria'nın mutluluğunun bana yansımasının bu kadar kısa sürmesiydi. Mutlu olmam için Val da yeterli değilse ne yapacağım bilmiyorum. Pastanın Hufflepuff bölümünü salona geçip yedikten sonra gümüş renkli bir peçete ile ağzımı sildim ve ikiz kardeşim ile bir süre sonra eşim olacak hanıma kibarca reverans yaptım. Lavinia'nın hediyesi olan saati kendiminkinin yanına takmıştım. Şu an saat 7'ydi. "10'da çıksak hareketli zamanlara denk geliriz. 3 saat uyku ile kendime gelirim. Hazırlanırsınız." dedikten sonra odama çıkmak için girişteki merdivenlerin yolunu tuttum. Hediye kutumu da giderken yanıma aldım.

Odama gidip ceketimi çalışma masamın sandalyesine astım. Üstümdeki siyah cekete uysun diye taktığım kırmızı saati çıkarıp diğer saatlerimin yanına yerleştirdim. Hediye olan saati bir kaç gün takacaktım. Ona uygun kıyafetlerimi dolabımda ön tarafa çıkarmalıyım. Her zamanki ritüelim olan ajandamı çıkartıp son sayfasını temize çekmek işlemini yapamayacağım için bir post-it'e sonradan yapmak için not ettim. Masam ile birleşik olan ahşap rafa yapıştırdım. Lavinia'nın hediyelerini düzgün bir şekilde yerleştirdikten sonra, kutusunu da ilaç şişelerimin boşlarını atmak için masamın yanına koydum. Bolca baş ağrımı azaltması için iksir kullanıyorum. Kıyafetlerimi çıkardım rahatlamak için. Çoğunlukla ben evde de güzel kıyafetlerle gezerim elimden geldikçe. Lavinia hırka, Valéria eşofman ile geziyor beni sinir ediyorlar. Kıyafetlerimi katlayıp dolabıma, yerli yerine koyduktan sonra bir tişört, bir de şort giyerek kendimi yatağa attım. Yatağımı bozup içine girmek için iki kere düşünmem gerekti. Çünkü saçlarımı sabahları düzgün dursun diye spreyliyorum ve böyle uyuyabilir miyim bilmiyorum? Zaten yatağa girip bir dakika kadar yattıktan sonra bir hırşımla kalkıp odama özel olan banyoya gidip saçımı yıkamam gerekti. Sucks to be me. Manyak gibi hissediyorum kendimi. Bazı şeylere o kadar takılıyor ki kafam, bir türlü rahat edemiyorum. Sonuç olarak, saçımı yıkadım. Tek yapmam gereken uyumaktı. Uyuyacağım ve sonra da kızlarla dışarı çıkacağız. Peki benim aklıma neden sürekli Simon geliyor? Simon dediğim, bakanlıktaki yakın arkadaşım olan değil... Simon takma isimli yabancı. Sağıma dönüyorum, çocuğun kokusu doluyor burnuma. Soluma dönüyorum, gözleri gözümün önüne geliyor. Bir türlü uyuyamıyorum. Adı ne acaba? Neden mal gibi kalmadım ki kucağında? Yakıştıramadım kendime değil mi? Ee Marcel? Dimitri'yi öpmeyi biliyorsun... Simon, Dimitri ruh hastasından çok daha düzgün bir adam. Neden ona gelince tutuyorsun kendini? Çünkü Valéria'yı hatırlatıyor. Saf, iyi, güzel şeyleri kendi karanlığımda boğmak istemiyorum. Yattığım yerde çocuğun gözlerini, ellerini, tenini, yakınlaşmamızı düşüne düşüne kendimi yükselttim. E böyle olunca da uyuyamayacak bir duruma geldim. Tekrar kalktım yataktan. Ellerimi kafamın üstüne koyup iki büklüm durdum yatağa oturmuş bir şekilde. Vücudumun şaha kalkmış yerlerine bakıp neden dedim kendime. Neden yani? Madem bu kadar etkileneceksin, neden izin vermiyorsun? Madem olmasın istiyorsun, neden bu kadar etkileniyorsun? Mantığım duygularıma, duygularım mantığıma söz geçiremiyor resmen. Biri gelse bana aynı bu olayı yaşadığını anlatsa, küçümseyerek çözüm bulurum kolayca. Olay ben olunca, çok çıkmaza giriyorum. O bir erkek. Ben aileme layık bir gelin bulmalıyım. Lavinia'da her şey var. Lavinia safkan. O bir muggle. Ne kadar beğenmiş olsam da, sadece yalnız olduğum için düşünüyorum onu. Canım yakınlaşma istiyor diye. Beğendiğim birinin beni istemesini istiyorum tekrardan. O duyguyu istiyorum. Aptal herif! Neden sarıldın ki bana öyle? Yani, az buz da değil... Resmen romantik bir sarılmaydı o. Ne yapmamı bekliyordu? Aşık mı olacağız birbirimize? Aptal... Yarın ilk işim ofise gitmeden önce hakkında bilgi edinmek olacak. O kadar belli ki bu. Kalktım yataktan ve tekrar tuvalete gittim. Dolu silahla uyuyamazdım. Elime tükürdüm ve ıhm... Gece barda ilk defa gördüğüm ve tanımadığım bir adamı hayal etme vakti.

10 dakika sonra etrafı temizlemiş, biraz da rahatlamıştım. Tek kötü şey... Uykum kaçmıştı. Bu yüzden gidip çalışma masama oturdum. Yapmam gereken işleri yapmaya başladım. İşte bu yüzden meşgul olmayı tercih ediyorum. İşlere dalınca her türlü leş düşüncemden kurtuluyorum. Lucifer Helios'un geçmişi ile ilgili bilgileri temize geçirdikten sonra faturalara daldım. Böyle böyle bir sürü plan çıkardıktan sonra kalkıp giyindim. Üç saat uyuyacağım diyip, bir saat sonra odamdan çıkmam biraz rahatsızlık verdi. Plana uygun ilerlemeyince hayat pek memnun olmuyorum. Bir kot pantolon, hafif topuklu deri bir çizme giymiştim. Üstüme de renkli bir tişört ve siyah deri ceket geçirmiştim. Saçlarımı bu sefer dağınık bırakmıştım. Gözümde de Lavinia'nın hediyesi gözlükler. Geçerken Val'ın odasının kapısına gelip kapısını tıklattım. "Val, uyuyamadım. Eğer uyumuyorsan gidelim. Giderken bakanlıktan arkadaşımı da alırız." dedikten sonra kardeşimin sesini bekledim içeri girmek için.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Ϟ Rp Beğenileri : 72

Valéria Éloïse Barthélemy
Bitkibilim
Sorumu yönelttiğim sırada bile pişman olmuştum çoktan. Hediye almaya çok alışık değilim, böyle bir duurmda hem de Lavinia'ya karşı nasıl bir tepki vermem gerektiğini ise hiç ama hiç bilmiyorum. O yüzden mal gibi bir suratına bir elimdeki kutuya baktım. Teşekkür edesim var ama bir yandan da diyorum ki ona bu kadar ilgisiz, hatta kötü sayılabilecek bir tavırla yaklaşıyorken o neden bu kadar uğraşıyor? Sırf Marcel'in gözüne girebilmek için olabilir mi? Çok mantıklı, beni sevmesi için hiçbir sebep yok çünkü. Ayıp olmasın diye falan diyorum ama özel yapım bileklik de yaptırmazdı bunun için. Benim Marcel'e hazırladığım hediye kadar özel hazırlanmış duruyordu bu. Ama ben takı takmam ki. Bana şans gelmesini istemesi çok komik değil mi bu arada? Cidden şanssız biriyim ben ya. Hayat bir sağdan bir soldan geçiriyor. Belki bir işe yarar bu bileklik, büyü falan yapmış olabilir mi bu taşlara? Belki de beni izlemek istiyordur. Ya Lavinia gerçekten de bize bir tuzak kurduysa? Güvenimizi kazanıp içimize sızmaya çalışıyorsa? Hala çok tehlikeli. Marcel bunları nasıl düşünmüyor ya delireceğim. Lavinia'ya kuru bir teşekkürden fazlasını veremeyecektim bu gece. Aklıma gelen deli deli- hayır ya gayet de olabilecek gerçekçi düşünceler geri çekilmeme neden oluyordu. Marcel dikkat etmiyorsa ben dikkat edeceğim bu kıza. Bilekliği de takamam, benden intikam almak için ya kara büyü yaptırdıysa? Al işte. Bana yapar da, Marcel'e yapar mı? Kardeşimin yanına yaklaşarak hediyesine baktım göz ucuyla, bu sırada içinden bir gözlük çıkarıp takmış ve kendine bakarak sırıtmıştı. Yakışıklı duruyordu, Marcel büyüdükçe karizmatik bir şeye dönüştü ama şimdi bunu söylesem iyice kalkacak bir yerleri. Önceden bir şekilde üstüne çıkabiliyordum ama artık hiç söz dinlemiyor ya! İki üç laf ederdik en azından önceden, birbirimize sataşırdık falan çünkü birbirimizin farkındaydık. Şu anda Marcel'in hayatında neler olduğuna dair bir fikrim var mı düşünüyorum. Yok. O benim hayatımı biliyor mu? Hayır. Ofise gidiyorum, Hüseyin'le ilgileniyorum, serada takılıyorum. O ne yapıyor? Bir şeyler biliyor olsaydım dalga geçebilecek malzeme de çıkardı ama son zamanlarda bu bile zevk vermeyecek bir seviyeye geldi hayatım. O da böyle şeylerle uğraşmak istemiyordu artık, büyüdü ya. Duruşunun bozulması öncekinden çok daha rahatsız ediyor artık sevgili kardeşimi.

Yüzümde sinsi bir gülümsemeyle atılıp gözlüğünü kaptığım gibi kendim taktım. Gıcık edesim geldi, işe de yarayabilirdi ama ben hiçbir şey diyemeden Lavinia'nın ikimizin de elini tutması bölmüştü bu anı. İl başta bu fiziksel temas ürküttü beni, bir şey yapacak sandım. Tetikteyim Lavinia'ya karşı. Sonra... Karnındaki hareketi hissedince donup kaldım. O an... Bilmiyorum. Çok değişik bir histi bu. Bizim kanımızdan olmadığını biliyorum, bu bebeğe karşı en ufak bir sevgi gösterme zorunluluğum yok. Asla güvenmediğim bu kadının içinde de olsa... Saflığı ve doğallığı sanırım, beni etkilemişti. Neyse ki gözümde gözlük vardı da ne kadar duygusallaştığımı fark ettirmeden kendimi geri toparlayabildim. Çektim elimi ve kollarımı ovuşturarak geri çekildim birkaç adım. Onu ailemize aldığımız için teşekkür ediyormuş. Ya... Merlin aşkına iki saniye yumuşadım diye niye böyle bir muhabbete girdik ki? Aile falan aramıyorum ben. Kimseyi de istemiyorum, onu ailemize aldığımız yok. Marcel kendi hayatına aldı, o kadar.

Her şeyin üst üste gelmesiyle yukarı çıkmak için iyice sabırsızlanmaya başlamıştım, eve gelirkenki heyecanım o kadar kolay geçmişti ki. İçimdeki bir his bana diyordu ki bundan sonra anca bu kadar mutlu olabileceksin. Sadece böylesine kısa bir süre bir şeyler sana heyecan duydurabilecek, sonra yine karşına sorunlar çıkacak. Yine yüzüme çarpacak hayatın gerçekleri ve... Neyse. Lavinia bana pastadan bir dilim uzattığında gözüm üzerindeki şekillere takılı kaldı. Düşünmeden hareket ederek elime pastayı alıp oturdum koltuğa, ama ne bir lokma aldım ne de ağzımı açıp bir şey dedim. Slytherin binası resmedilmişti pasta diliminde. Bu okula bile kendimi ne kadar ait hissedemediğimi getirmişti aklıma. Çok basit Val, dört binadan birine daha yatkın olman gerekiyor. Neden bu kadar uyumsuzsun ki? Niye yani? Hiçbirine kendini nasıl ait hissedemez bir insan? Slytherin olmuştum evet, ama en basit örnek olarak Marcel'le hiç benzemiyoruz. Onun Slytherin olmasını kanıtlayan özelliklerinin hiçbiri bende yok. "Ben." dedim bir anda. Daralmıştım bütün bu düşüncelerle. Eğleneceğim ya, bugün doğum günüm. Kötü düşüncelere yer yok bugün. Yeter. "Ben biraz dinlensem ve hazırlansam iyi olacak." Zaten Marcel de yukarı ilerlemeye başlamıştı bile, fark etmemiştim düşüncelerimden. Başka bir şey demeden dokunulmamış pasta tabağımı masaya bıraktım ve odama çıktım yorgun adımlarla.

Kendimi anında yatağıma atıp uyuyakalmışım. Eskisi kadar derin değil artık uykularım, gördüğüm rüyalar beni rahatsız ettiğinden çabuk uyanmayı alışkanlık haline getirdim. Marcel'in kapıma tıklatmasıyla uyanmışım bu yüzden hemen, mayışmış bir ses tonuyla içeri girmesini seslendikten sonra homurdanarak etrafımda dönmeye başladım. Yorganı tekmeleyerek üzerimden attıktan sonra doğrularak yüzümü ellerimle ovuşturdum. Marcel'e uykulu gözlerle baktıktan sonra odamın dağınıklığına takıldığını fark etmiştim. Yerde sabah işe gitmeden denediğim kıyafetlerden oluşan bir yığın duruyordu, çalışma masamda boyalar ve resimçizdiğim parşömenler dağılmış, yerlere boyalar akmış, kalemler odamın her yanına dağılmış haldeydi. Yatağımın üzerinde de yatmadan önce çıkarıp fırlattığım gömleğim duruyordu. Onun odasını düşününce beni şu anda ne kadar küçümsediğini tahmin edebiliyorum. Aman ne var sanki? Doğal ortamım bu benim, habitatım böyle, ben böyle rahat ediyorum. "Saat 10 oldu mu ya?" dedim kendimi yatağın ayak ucuna doğru sürüklerken. O kadar uyumuş muydum gerçekten? "Tamam merak etme ya, hemen hazırlanırım. Nereye gidiyoruz ki?" Gece dışarı çıkmayalı o kadar zaman geçti ki. Hele bir de Marcel'le. Hatta hiç birlikte dışarı çıkıp eğlendiğimizi hatırlamıyorum. Zaten son 4 senemiz Fransa'daki malikanede bildiğin tutsak olarak geçti; anca bahçeye çıkabiliyor, odamızın balkonunda hava alabiliyorduk. Kalabalığa karışmaya yeni yeni alışıyorum, hiç benlik değil gerçekten.

Ayağa kalkıp gardırobuma ayaklarımı sürüklerken "Nasıl giyinmem gerekiyor?" dedim. "Marcel, biz seninle hiç dışarı çıkmadık mı? Yani babamın bizi dışarı yemeğe götürmesini falan demiyorum, onun dışında." Kaşlarımı çattım ona dönerek. "Ben zaten istemiyordum genelde dışarı çıkmak. Ama..." Yüzüm geri heyecanlı haline bürünmüştü devamında. "Bugün çok eğlenmek istiyorum! Sen dışarı çıktığında her ne yapıyorsan, bana da aynılarını yaptır. Olur mu?" Cidden ne giyeceğim ben? Normalde hiç düşünmezdim böyle şeyleri ama hayat gerçekten çok değişti ya! Yemin ederim iki üç gün daha dayanabilirim buna, sonra eski Valéria dönecek. Eşofmanlarımı çekip dışarı çıktığım zamanları özledim ya. Her gün her gün işe gitmek için hazırlanmak hiç bana göre bir şey değilmiş! Keşke kendi şirketimizi kursaydık, kendi dergimizi falan çıkartabilsek o zaman istediğimi giyer istediğim saatte giderdim işe. Tabi Marcel öküzü patronluk taslayıp bana emirler vermeye çalışmazsa. Onun dışında çok tatlı bir hayal. Ya cidden bu çocuk ne kadar öküz ya. Yanına gidip ensesine şaklattım bir tane aniden. İçimden geldi. "Bak sen bir süredir mallık yapmıyorsun, yakında gelir bir şey diye şimdiden ben intikamımı alayım dedim." dedim ve gülerek dolabıma döndüm. Pantolonlar, eşofmanlar, tayt... Tayt nasıl olur acaba? Çok sportif herhalde. Pantolon giymekten de aşırı sıkıldım var ya aşırı hem de! Derken gözüme parlak bir şey takıldı. Lara. Evimiz yandığı için geriye hiçbir kıyafet kalmadı, ama Fransa'da yazın birkaç hafta geçirdiğimiz için orada bıraktığımız kıyafetler duruyordu. Lara'nın ve Zoé'nin giysilerini görünce de atmaya kıyamamıştım. Giymeyecek olsam da buraya getirmiştim. Doğruyu söylemek gerekirse bugün yanımızda olmayışlarını düşünmemek için kendimi baya bir zorladım. Aklıma gelince hemen uzaklaştırıp boş boş şeyler düşünerek kendimi oyaladım tüm gün. Şimdi takıldım ama tabi, gözümün dolduğunu hissediyordum ki kafamı sallayarak kendime geldim. Simsiyah ve parlak bir kumaşı vardı -sanırım saten deniyor-, diz hizasında ve derin yırtmaçlı bir elbiseydi. Lara'nın bunu Fransa'daki asil ailelerin toplaşıp birbirini kestiği balolardan birinde giydiğini hatırlıyordum, vücut hatlarını çok güzel ortaya çıkartıyordu. Bana biraz daha bol olurdu denesem, çok tarzım da değildi ama onu bugün yanımda taşımak kendimi iyi hissettirirdi. Çıkarıp gardırobun kapağına astıktan sonra ikizime döndüm.

"Aaa. Bir dakika." dedim anlık gelen farkındalıkla. "Unutmuşum ya. Niye hatırlatmıyorsun?" Hediyesini şimdiden vermek istiyordum. Zaten en başında bunun için odama çıkmak istiyordum. Aklım ne kadar havada benim. Çalışma masamın çekmecesini asamı sallayarak açıp saat kutusunu elime aldıktan sonra Marcel'in karşısına geçtim. Kutu koyu renk meşeden yapılmıştı, üzerine Barthélemy simgesini işlettirmiştim. Ona uzattıktan sonra anlatmaya başladım. "Şimdi şöyle, ben düşündüm. Dedim ki Marcel'e ben çok kızgınım, nefret ediyorum hatta o yüzden hiçbir şey almayacağım." Gözlerine baktım tepkisini görmek için, sonra omuz silktim. "Sonra bir akşam, antikacı tarzında bir yere rastladım tamam mı? Dedim 'Aa Marcel'in burada ne işi var?' Heyecanla girdim içeri ve hemen bunu aldım." Elimi kutunun üstüne koydum açmasını engellemek için. "Dur bu değil." Ayağa kalkıp yine gardırobumun karşısına geçtim ve en alt raftaki öküz başına gülümseyerek baktım. Ardından iki boynuzunu tutarak zorla kaldırdım havaya, baya havalı bir şey. Metalden falan yapılmış o yüzden ağır. Eve getirene kadar canım çıkmıştı. Taşıdım bunu Marcel'in karşısına, yere bıraktım sonunda gürültüyle. Devrildi yana doğru tabi ama yoruldum buraya getirene kadar o yüzden, "Ay şurada bir oturayım." diyerek çöktüm yatağıma. Sonra Marcel'in bakışını görerek güldüm. "Bunu odanda bir yere asacağım." Sırıttım. "Neyse sonra adamın özel saat yaptığını öğrendim. Denk geldi baya Lavinia ile aynı hediyeyi almışız gibi oldu ama bu biraz daha farklı. Açsana." İçinde bir saat, bir de yüzük vardı. Yüzüğün içinde birkaç sıra daha vardı, çıkardığın zaman bir küre halini alıyordu. Adlarımızı yazdırmıştım buraya: Marcel, Valéria, Zoé, Lara, Dylan. Ben zaten beraber olduğuömuz bir fotoğrafımızı yanımda taşıyordum, bunu da ona göstererek kızmıştım yakın zamanda. Ama onun da ne kadar değer verdiğini biliyorum ve yanında taşımanın ona da iyi gelebileceğini düşündüm. Diğeri ise bir saatti. "Kenarına bastırsana. Bak orada iki tane çıkıntı var." Bastırınca saatin kenarından iki daire biçiminde ayna çıkıyordu. "Bunlardan biri düşman camıymış. Yakınında sana düşman olan biri varsa burada görüntüsü beliriyor. İşine yarayabileceğini düşündüm, bilmiyorum. Hala tehlikede olabiliriz. Diğeri de... Çift yönlü ayna. Aynısını ben de yanımda taşıdığım el aynasına yaptırdım. Yani, ihtiyacımız olduğunda birbirimizi görebileceğiz burdan. Bir gün zor durumda kalırsak diye. Bilmiyorum belki de saçmadır, olmaz öyle bir şey ama... Öyle yani. İyi ki doğdun."

hediyeler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2255-valeria-e-barthelemy-lejant
Lavinia Sieghardt
Özel Sektör
Ϟ Rp Beğenileri : 76

Lavinia Sieghardt
Özel Sektör


Valerianın  hediyesini beğenip beğenmediğini pek anlayamamıştı yine genç cadı. Attığı adımın doğru ya da yanlış olduğundan bile emin değildi şuan için. Sadece neden  her seferinde böyle yaptığını anlamaya çalışıyordu. En sonunda da çok üstüne gitmenin sadece kafasını meşgul edeceğini anladığı için akışına  bırakmaya karar vermişti.  Ne de olsa kimseyi kendine zorla  sevdirme gibi bi durumu yoktu bu zamana kadar yalnız büyüdüğü için.  Marcel'in hediyelerini beğendiğini gözlüğü  ve saati takışından anlamıştı elbette. Bu da hediye  yaptırma konusunda iyi olduğunun kanıtı niteliğindeydi. Hediyeler için teşekkür edecekken sözünü kesmiş olmak elbette hoşuna gitmemişti ancak  bir an için çocukluğuna geri dönmüştü bebeğinin içinde hareket ettiğine şahit olduğunda. "10'da çıksak hareketli zamanlara denk geliriz. 3 saat uyku ile kendime gelirim. Hazırlanırsınız."  Herkes odasına çekildiğinde tek bir asa hareketi ile etrafı  toparladı genç cadı. Sonrasında da etrafta boşboş gezen ev cinine kaydı gözleri. ''Gerisini sen toparlarsın sookey. Etrafın temiz olduğundan  emin ol yoksa biliyorsun neler  olacağını. Sorun çıksın istemeyiz. ''  Çokta  hızlı sayılmayan adımlarla odasına doğru ilerlediğinde bir yandan da kendi kendine şarkı mırıldanıyordu. Stresli olursa sürekli yaptığı bir şeydi bu.  anki onun rutini haline gelmişti ve oldukça da eğlenceli bir yöntemdi. En azından bir süre yardımı dokunuyordu.

Bir süre sonra odasına girdiğinde kapısını arkadan kilitleyip bir süre dikildi öylece. Madem herkes uyumaya çekilmişti o da uyuyabilir ya da  rahatlamak için duşa girebilirdi elbette. Banyoya yönelmeye başladığında bir yandan da yavaş yavaş elbiselerini çıkarıyor ve rahatlamaya uğraşıyordu. Üstündekilerden kurtulana kadar ne denli yorulduğunu fark edememişti bile. Dışarıdan bakıldığında her zaman neşeli biri gibi görünebilirdi ancak hepsi sadece kocaman bir iüzyondan ibaretti. Tamam mutlu olduğu günlerde de oluyordu lakin genel olarak işi yüzünden  çok fazla müşteri ile ilgilenmek zorunda kalıyordu. Aslına bakılırsa en son ne zaman adam gibi gülümsediğini bile hatırlamıyordu. Yine de ayakları üzerinde durmaya çalışıyordu. Banyoya girdiğinde ise kendini akan suyun merhametine bırakmıştı bir süre. İstese sonsuza kadar kalabilirdi belki de lakin çok fazla sıcak su ile haşır neşir olmak ta zararlı vücudu için. Vücudunun her zerresine masaj yaparak rahatladıktan sonra kapıda asılı duran bornozuna uzandı eli. Bunu yaptığı sırada yine ailesini hatırlamıştı ancak bunun onu üzmesine izin vermeyecekti. Kafasını iki yana  sallayıp düşüncelerinden kurtulmaya çalıştı.

Yatağında üstüne koyduğıu kıyafetlerini  bir çırpıda giymeye koyulduğunda  bir yandan da karnındaki bebekle ilgileniyordu ninni söyleyerek. Bir kaç dakika sonraında hazır olduğunda kendini yatağa bıraktı  bir kez daha. Biraz uyumaya ihtiyacı vardı ancak uyuyamayacağına o kadar emindi ki.  Yine de kısa bir süreliğine gözlerini kapadı. Bir an için huzurla dolmuştu. Bunun ne kadar süreceğini bilmiyordu. Umurunda da değildi açıkçası. Tek istediği her şeyin bir an önce yoluna girmesiydi.

Aradan bir saat  geçmiş ve bir anda gözleri açılmıştı. Normalde sakin sakin uyanmaı gerekirken gördüğü rüya yüzünden uykusunda sıçramıştı.  Alnından aşağı dökülen  ter damlaları ise ne durumda olduğunu  gözler önüne seriyordu. Hızla banyoya gittiğinde soğuk suyun suratına değişine şahit oldu bir kez daha. Kendine geldiğinde ise  büyük merdivenlerden aşağı indi. Topuklu ayakkabı değil de kıyafetleri ile uyumlu bot giydiği için yürümekte zorlanmayacaktı. Boğazını temizleyip ''Ben hazırım'' '' dediğinde ise  neşeli haline geri dönmüştü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet
Ϟ Rp Beğenileri : 140

Auguste Marcel Barthélemy
Kehanet


Val içeri girmemi seslendiğinde isteksiz bir biçimde girdim. Sevmiyorum boş geçen zamanı. Direkt binip gidelim istiyorum işte. Şu yola çıkma, yolda geçen zaman, toplanmayı beklemek vs, açmıyor hiç. Neyse ki kız kardeşimin odasına girdiğim an kendime oyalanacak bir şeyler bulabildim de, boşa geçen bir zaman olmadı. Val yataktan zorla kalkarken ben de gözlerimi kocaman açmış, yüzümde iğrenme ifadesi ile odaya bakıyordum. Yerdeki kıyafet dağı, Valéria'nın kıyafetlerine ayırdığım bütçenin nasıl telef edildiğini gözler önüne seriyordu. Kız kardeşimin çalışma masası, benimki gibi, yatağının karşısında bulunuyordu. Benimkinden en büyük farkı pislik içinde olması, yaptığı resimlerde kullandığı boyaların masanın üstünü bir çorbaya çevirmiş olmasıydı. Yere mi akıyor yoksa masanın üstündekiler? İnanılmaz! Gerçekten inanamıyorum bir insan nasıl böyle yaşayabilir? Nasıl konsantre olabilir? Eğer daha yarım saat önce iksir almış olmasam başım ağrırdı sadece bakmama rağmen. Şimdi ise, ağrıyı bilinçaltımdan sanki yaşıyormuş gibi hissetmiştim ister istemez. Masasının alt kısmındaki saç yumağını da gördükten sonra yok artık dercesine değişti yüz ifadem. Val'ın bana saatin on olup olmadığını sorduğu an çalışma masasına doğru yürüyordum ve "Olmadı, uyuyamayınca erken çıkalım dedim." diye bilgilendirdim onu. Ellerimi kocaman açarak büyü yapmaya, yerdeki kirleri temizlemeye başladım. Bu temizlik olayı o kadar kafamı dağıtıyordu ki, artık asasız yapabiliyor durumdaydım. Kardeşim bir de büyücüyüz yani, bu tarz temizlik olayları zor olmamalı. Söyle evcinleri yapsın madem elini kaldırmak istemiyorsun. Kaffayı yiyeceğim. Hazırlanırım diyip kalktı kardeşim yatağından. Sürüne sürüne dolabına gitti. Ben de masanın üstünden yere dökülmüş, orada kurumuş mavi boyanın üstüne su akıtıyordum çözülsün diye. Masanın üstü zaten tamamen korkunç. Tüm boyalar birbirine girince parlaklıklarını kaybetmişler, griye yakın çirkin bir renk oluşturmuşlar. Bir de masanın üstünde kuruyunca iyice moral bozucu bir hal almış. Ellerimi masadan 30 cm falan uzakta gezdirerek tüm bu leşliğinin yavaş yavaş yok olmasını izledim. Sanki, pislikler yok olurken sorunlarım da gidiyor gibi hissediyordum. Kız kardeşim nasıl giyinmesi gerektiğini söylerken ben de "Böyle nasıl yaşıyorsun ya?" diyordum. "Şurada bir iş nasıl yapılabilir Merlin aşkına! Her yer boya olmuş. İnsanın oturup çalışası gelmez. Hoopadoruslar bile yaşar burada, sizin dırdırcıdakiler baya takıklar ya hani." Val ikimizin dışarı çıkmadığını söylemesi üzerine sustum. Etrafa dağılmış olan fırçaları parmaklarımı oynatarak havalandırırken arkadaşlarım ile gezdiğim zamanlar geldi aklıma. Hiçbirinde Val  yoktu. Yüzümü ekşiterek "Hatırlamıyorum." dedim. Ona dönüp "Sen zaten gelmezdin ki." dediğimde o da bana dönmüş, zaten o zamanlar istemediğini söyledi. Aynı anda aynı şeyi söylediğimiz için gülümsedim istemsiz. "Güzel şeyler giyin ama rahat da olsunlar." Tekrar fırçaları düzeltmeye başladım. Kiri temizlemek için yaratmış olduğum sıvıyı uçurup fırçaları tek tek içinden geçiriyor, temizlendiklerine emin olunca Val'ın masasının üstündeki, fırçalar koyulsun diye duran Capiton Ocean, Kovalayıcı imzalı kupasının içine taşıyordum. Benim uyuz kardeşim Quidditch oynamayı severdi eskiden beri ama hiçbir zaman Dünya Ligine meraklı olmadı. Bu kupayı da ben Silver Phoenix'i taraftarı olduğum için almıştı. Benim karşımda olacak ya illa ama sonra Kovalayıcılarına imzalattığında deli gibi kıskanmıştım. Ben Silver Phoenix'tekilere yaklaşamamıştm çünkü. Tipe bak, şimdi de içine fırçalarını koyuyor. Dışarı çııktığımda ne yapıyorsam aynılarını yaptırmamı söyledi ikiz kardeşim arkamdan. Tek kaşımı kaldırdım. Bu sıralar sadece eğlenmek için dışarı çıktığım olmuyordu. O kadar işlerimde boğuldum ki  gerek duymuyorum. Çünkü seviyorum bu durumu. İşkoliğim denebilir. "Hıı..." diye bir ses çıkarıp masanın üstündeki fırçaları temizlerken gözüme Valéria'nın çizdiği bir resim takıldı. Görmek için eğildim hafiften. Kağıdın üstünde, küçüklüğümüzden bir fotoğrafın suluboya halini gördüğümde içimde sıcacık bir his oluştu. Çocukken babamın aldığı mor pijama takımıyla çekindiğimiz resim. Aynı odada kalıyorduk küçükken Val ile. Çocuk olduğumuz zamanlarda... Yani Hogwarts'a başlamadan önce falan. Çok iyi anlaşıyorduk onunla. Hafiften gülümsüyordum ki bu hayvan karı gelip enseme bi tane yapıştırdı. "LAN!" oldum bir anda. Aniden gelen darbeyi beklemediğim için de havada duran su masanın üstüne döküldü. Havadaki fırçalar da sanki bir avcı tarafından vurulmuşlar gibi düştü. Tabi benim ilk düşüncem "Saçımı bozma köleee!" oldu. Ellerimi saçıma götürüp önünü düzeltmeye başladım. Val ile böyle atışmayalı baya olmuştu olmasına ama alışık olduğum şeyler arasındaydı. Yaptığını başka biri yapsa delirirdim herhalde. Val ise bazı sınırları geçebilecek yegane kişiydi. Kızın masasını düzeltmeyi bırakıp, odasındaki boy aynasının önüne geçip saçımı başımı hizaya getirmeye çalıştım bir süre. Kız kardeşim bir süre sonra aklına bir şey gelmiş gibi cikleyip odanın içinde döndü. Asasını çıkarıp masadan bir şeyler uçurdu bana doğru. Karşımda durdu, ben de tek kaşımı kaldırıp izledim yaptıklarını. Hediye mi almış bana? Fark edince, "Gerek yoktu..." dedim sessiz bir şekilde. Bu tarz durumlarda ne yapacağımı çok bilmiyorum. Bana uzattığı kutuyu aldım ve elimde gezdirdim hafiften. Kız kardeşim de, benden nefret ettiğinden bahsediyordu. Kendime verdiğim cezalardan biri işte. Bu kadar sevdiğim kız kardeşimi kendimden nefret ettirmek... Kaşlarımı çatmış verdiği hediyeye bakıyor, dinliyordum onu. Anlattığı hikaye beni antikacıda bulması ile ilgiliydi. Tek kaşımı kaldırıp öküz ile ilgili bir şey aldığına emin olduktan sonra kutuyu açmak için hamle yaptım. Kız kardeşim ise bu hareketimi engelledi. Bu değilmiş. Kız kardeşimin kocaman bir öküz başını zorla kaldırıp önüme kadar getirmesini dehşet içinde izledim sonra da... Ulan büyücüyüz kızım. Neden taşıdın onu? O kadar garip bir şey almış ki bir de ağzımı açıp ona büyü kullan diyemedim de hayran hayran metal kafaya bakmaktan. Önüme bırakınca öküz başını, eğilip üstünde gezdirdim ellerimi. Yüzümde hafif bir gülümseme. "Yalnız..." dedim. "Bir hakaret için olsa bile aşırı kıyak bir şey bulmuşsun." Valéria bir de saat yaptırdığını söyleyince elimdeki kutuyu da açtım. İçinden çıkan saat yüzümdeki gülümsemenin daha da yayılmasını sağladı. Söylediği üzerine kenarına bastırdığımda çıkan aynaların hikayesini dinlerken saati kendiminkinin yanına taktım tenimle uygunluğuna bakmak için. Biraz uzaklaşıp baktım şöyle. Çok klas. Kız kardeşimle haberleşmemi sağlayacak bir saat öyle mi? Mükemmel ya! Saatin yanından çıkan yüzüğü kurcalarken onun da bir küreye dönüşebildiğini fark ettim. Üstünde ailemizin isimleri kazınmıştı. Kız kardeşim iyi ki doğduğumu söylediğinde buruk bir şekilde baktım yüzüne. Bundna haftalar önce, keşke burada benim yerime onların olduğunu söylemişti sinirle. Hak etmiştim. "İyi ki doğduk." diye düzelttim dediğini. "Al." Üstüme giydiğim deri ceketin iç cebinden o gece Valéria'nın üstüme atmış olduğu, içinde kardeşlerimizin resmi olan aynayı çıkarıp kız kardeşimin yakalaması için fırlattım. "Madem bende bu yüzük olacak, bu da sende kalsın." Lavinia'nın sesi aşağıdan hazır olduğunu belirten bir şekilde yankılandığında duygusal anımıza ayırdığımız zamanın bittiğini anlamış oldum. Asam ile yerdeki öküz başını yerden havalandırdıktan sonra kız kardeşime bir bakış attım. Ağır bir şeydi evet, ama büyü pek ağırlık düşünmezdi. Yoksa ağır şeyleri uçuramıyor mu ya? Bu yüzden mi okulda tüy üstüne çalıştırıyorlardı bizi?

Val giyinsin diye odasında bıraktım onu. Aşağı Lavinia'nın yanına gitmeden önce Sookey'e Val'ın aldığı bu kıyak hediyeyi odama taşımasını emrettim. Giymiş olduğum saati odama gidip değiştirdim ve kız kardeşiminkini takmış oldum. Ardından da merdivenlerden heyecanlı bir şekilde inip Lavinia'nın yanına vardım. Aşağıda duran Rinly'e de adresi tarif edip, Simon'ı bulmasını ve ona bu gece dışarı çıkmak isteyip istemediğini sormasını söyledim. Bize gelip haber verecekti. Bu sırada kız kardeşim anca hazırlanırdı herhalde. Val makyaj yapmayı pek sevmiyordu ama bugün için makyaj yapmalıydı. Lavinia'nın koluna girip oturma odasına geçmesine yardım ettim. Burada oturup Val'ı beklemeye başladım sonra da. Araba onundu, o kullanacaktı. Simon'dan haber geldikten sonra çıkardık. Adresi tarif edecektim. Kafamda club gibi bir yere gitmek var. Dans ederiz, takılırız. Lavinia rahatsız olmasın diye VIP yerlerine de gidilebilir.


4-5 gündür yazıyorum bunu, bi bitmedi. Okumadan attım valla saçmalamışsam affola.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t2214-your-master-marcel
Simon Wordsworth
Bakanlık Çalışanı
Ϟ Rp Beğenileri : 5

Simon Wordsworth
Bakanlık Çalışanı
Ahşap masanın üzerine kilitlediği dirseklerinin arasındaki başını bunalmışlıkla kaldırdı Simon. Gözlerini yavaşça buruşturarak pervasızca odanın her köşesine attığı parşömen parçalarında gezdiriyordu. Kardeşinin zamansız kaybından sonra duygu durumunu kontrol etmek için kendini ya Bakanlık yazışmalarıyla oyalıyor ya da yapması gereken kişisel işlerini hallederek stabil bir ruh halinde kalmaya çalışıyordu. Akşam saati gelmeden yemeğini yemiş, erken bir saat olmasına rağmen içmeye başlamıştı bile. Kanına karışan alkolün vücuduna ve zihnine pek bir etki etmemesine ilk defa lanet okuyacak durumdaydı. Ne kadar içerse içsin içindeki boşluktan kaçamıyordu. Sürekli bir koşturmaca ile boğuşuyordu bilinçaltının en derin köşelerinde. Birkaç dostu hariç kimseyle konuşmuyor, konuştuğu kelimeler sınırlı oluyor ve geri kalanlarla bir ortamda bulunma zorunluluğu olduğu zaman metaforik bir maskenin ağırlığıyla boğuşmakla geçiriyordu vakitlerini. Ophelia'nın onu böyle görmesini istemezdi. Bu halini sevmeyeceğinden emindi. Her gece eve geç gelişlerinde onu aklı sıra sorguya çekmeye çalışan küçük kız kardeşini özlüyordu. İçindeki tükenmez yaşam sevgisini hatırladıkça göğsünün üstüne oturan gece karası acıyı tutup sökemiyordu içinden. Kül tablasının aralığına asılı kalmış sigarasına uzanırken kulağına tatlı mı tatlı bir ses doldu. "Üzüntülerimi gelinciklere benzetmişimdir hep. Yalnızca bir günlüğüne açarlar ve o kadar narindirler ki ona dokunduğun anda yapraklarını dökmeye başlarlar. İşte üzüntülerim de böyle. Hayatın getirdiği kırgınlıklarımın timsali: gelincikler. Bir bakmışsın, ertesi gün başka bir tomurcuk açmış. Ancak bilirsin ki o da ikinci gününde sen dokunmasan dahi ufak bir rüzgar esintisinde yok olup gidecektir. Mutluluklar da öyle. Acı dediğin şey kısa sürmeli Simon. Yağmur yağdıramazsın ama toprağı sulayabilirsin. Sula o toprağı. Ve hüznünü istediğin gibi yaşa, istersen yakıp yık; unutma ki tomurcuklar hep açacak. İyi veya kötü. Hayat ne olursa olsun akmaya devam edecek." Dudağının arasındaki izmaritten derin bir fırt çektiğinde dumanı geri bırakmadan önce ciğerlerinde biraz bekletti Simon. Yaşına göre ne kadar da bilge bir kız kardeşi vardı. Onunla geçiremediği her vakit için kendine kızıyordu ama Ophelia hep abisinin elini omzunda hissetmişti. Anımsadığı çınlama Ophelia'nın daha minik bir kız çocuğu olduğu zamanlardandı. Henüz toy bir gençken yılbaşı arifesinde büyükbabası ile Hogwarts zamanında yaşadığı bir sorunun arkasından desteğe gelmişti. Ağlamaktan kurumuş gözlerini artık sadece doluyordu. Erkekler ağlamaz denir ya hani, safsatadan ibaret bir söylemdi o. Dışarıya asla göstermeyecek olsa da duygusuz biri olmamıştı hiçbir zaman Simon. Bunu en iyi Ophelia bilirdi. Şimdiyse körelen duygularıyla bir başınaydı. Kalbinde çok büyük yer tutan kardeşinin bedenen aralarından ayrılışının ardından belki de ilk defa hatırlayabildiği bir an, sesinin yumuşaklığını hissedebildiği bir nüans olmuştu. Bağlam ne kadar ağır olursa olsun...

Dibine geldiği sigarayı söndürmek için yeltendiğinde ağzına kadar açık kapının eşiğinde duran Curtis'in iki kere tıklatmasıyla bakışlarını oraya çevirdi. Her zamanki gibi ciddiyetiyle ve saygısıyla dikiliyordu. Gelmesi için başını salladı. Çalışma odasının ortasına kadar geldiğinde duraksayan adam donuk sesiyle konuşmaya başlamıştı. "Bay Wordsworth, bir ev cini geldi efendim. Adı Rinly imiş. Size sahibinden bir mesaj iletmemi istedi. Marcel Barthélemy, dışarı çıkıp çıkmayacağınızı öğrenmek isti-" dediğinde bir el işareti yaptığında adam cümlesini tamamlayamamıştı. Çekmecesini bir çırpıda açıp ajandaya benzer deri kaplı bir defter çıkardı. Böyle şeyler ile Simon ilgilenmezdi, onun yerine Bakanlık sekreteri hallederdi. Mevkiisinin getirisiyle beş günlüğüne malikaneden çalışıyor, makamına uğramıyordu. Kısa süreliğine böyleydi bu. Sekreteri zaten gerekli olan şeyleri sekreteri iletiyordu kendisine. Bu defteri de yıllık, aylık ve haftalık şekilde Laila hazırlıyordu Simon'un sıkıntı çekmemesi için. Defterin içinde bulundukları ay kısmını tek bir parmak hareketiyle açtığında kısaca göz gezdirdi. Daha önce Marcel ile konuşmamışlardı ama denk geldiklerinde görüşmek üzere sözleşmiş oldukları varsayılabilirdi. Kişisel notlarının da buraya kayıt edilmesi çok işine yarıyordu Simon'ın. Doğum günü olduğunu unutmamıştı elbette. Sadece bir anlığına aklından çıkmıştı. Ne çabuk geçmişti şu ay, zamanın akışını takip edemiyordu. Curtis'e bakmadan cümlelerini sıralamaya koyuldu. Bir yandan da bir alt çekmecede önceden hazırlattığı mat siyah küçük kutuyu arıyordu. "Marcel'in gideceği yerde olacağımı iletebilirsin. Hah! İşte burada".Cümlelerini daha kurarken bulduğu kutuyu Curtis'e uzattı. O ne yapılacağını biliyordu. Kendi ev cinleriyle birlikte güvenli bir şekilde ulaştırırdı. Elden vermek istememişti. Kutunun içinde Marcel'e önceden ayırttığı antika köstekli bir saat şeklinde gözüken aslında içini açtığında fark edilen mini bir kum saati vardı. 16.  yüzyıldan kalma bu saat Babil asıllı bir büyücü grubundan kadim bilgiler kullanılarak işlevi arttırılarak nesilden nesile aktarılmış ve bir şekilde Wordsworth ailesinin koleksiyonuna aldığı bir nadide bir parçalardan biriydi. Saati göstermesinin yanı sıra no-majlar için içi boş gözüken bu saat, kullanan büyücü için epey yardımcı olabilirdi. Kum taneleri sihirli bir şekilde bir aşağıya boşalıyor, tersine dönüyor ve tekrardan doluyordu. İlk başta fanusun içinde kumda olmuyordu. Kum taneleri sahibiyle eşleştikten sonra ortaya çıkıyor ve duruma göre çoğalıyorlardı çevresinde dikkat etmesi gereken kişi sayısına göre. Kullanan kişi kumları itinayla sayarsa ve aklında tutarsa negatif düşünceleri olanları kolaylıkla ayıklayabilirdi duruma göre. Daha da paranoyaklaşmasını istemeden Marcel gibi bir adamın bunu beğeneceğini düşünüyordu. Curtis odadan çıktığında hızlıca hazırlanmak için odasına yöneldi Simon. Ophelia'nın isteyeceğini düşündüğü şekilde yapıp bir geceliğine de olsa biraz olsun çevresine vakit ayırarak yavaş yavaş topluluğa geri karışacaktı. Söylentiler olmasına izin veremezdi. İmajını zedelememesi bulunduğu noktada çok önemliydi. Önce odasının lavabosuna girip soğuk su darbeleriyle Büyücü kulubünde buluşacaklarından özel dikim İtalyan takımını üstüne geçirdi. Klasik bir takım değildi giydiği. Spor şıklığına kaçan bir tarafı vardı. Ellerini saçlarının arasından geçirip düzelttikten sonra ev halkından kimseye haber vermeden gri ışık huzmeleri eşliğinde kayboldu.

Bir süre sonra...Belirlenen adrese geldiğinde üstündeki paslanmışlığı atmak adına omzunu silkti eliyle. Diğer günlere göre yine daha az gürültü hakimdi mekana. Girişine adımlamaya başladı ki hemen binanın yan tarafına cisimlenmişti. Arka cebindeki asasını kontrol etmeyi ihmal etmeden kapıya geldiğinde tanıdık görevlilere başıyla selam verdi. Kapıda karşılayan mekan sahibi ile konuşmak için durduğunda içeriyi süzdü. Erken gelmişti anlaşılan. Canlı bir mekandı burası. Marcel'i de görememişti henüz. VIP bölümünü tercih etmek en mantıklısıydı. Ekstra koruma istemenin de gerekli olduğunu düşünüyordu. Bunu düşünmek için bir çok sebebi vardı. Ilımlı bir şekilde karşılayan mekan sahibiyle tokalaşırken sözlerine karşılık verdi Simon. "Uzun zaman olmuştu, evet. Seni de görmek güzel Peter. Barthélemyler ile birlikte olacağız. Ayarlamanı ona göre yapacağını umut ediyorum." derken ne ima ettiğini anladığından emindi Simon. İkizi olduğunu biliyordu ama kendisiyle hiç tanışma şerefine nail olamamıştı. Bu gece onunda buraya gelmemesi imkansızdı.

Adam ile ayak üstü ara kapatmak için yapılan bir gündelik sohbetin ardından yolu göstermek için elini açmasıyla birlikte ilerlediler. Ayırtılan köşeye geldiğinde deri koltuklardan birine geçmeden önce son cümlelerini tamamlıyordu. "Bakanlık'a bir suç duyurusunda bulunursan hızlı bir şekilde ilgilenmeleri için gerekli büroyla iletişime geçeceğime emin olabilirsin. Süreci takipte kalacağım."Peter'ın nacizane isteğini görmezden gelmek gibi bir niyeti yoktu adamın. Servise başlamaları için el hareketiyle çalışanlarına haber edecekken Peter'ı durdurup kendinden emin bir şekilde, "Beklemek daha uygun olur." dediği sırada Peter'ın geldikleri tarafa bakıp üstüne tekrardan çeki düzen vermeye kalkışmasıyla ağır hareketlerle yönünü çevirdi. Marcel'ın yanındaki karnı şiş olan kadına göz ucuyla bakarken hemen biraz arkadan onları takip eden kadının ortamı esir alan saçlarına takıldığında Simon'un göz bebekleri büyümüştü. Yanlış mı görüyordu acaba? Adının Lavinia olduğunu öğrendiği bu kadını uzun bir zaman boyunca aramıştı Simon ama ne yazık ki her seferinde eli boş dönmüştü. Evet, evet... Kesinlikle o idi. Ama nasıl? Hayal mi görüyordu? Aklı almamıştı o an. Zaman kavramını yitirmiş, yer çekimi kaybolmuştu sanki o kendisine doğru yürürken. Saçları... Farklıydı. Çok farklı. Güzelliğine güzellik katmıştı ama bakışları hala aynıydı. Aynı şaşkınlığı mı paylaşıyorlardı? Biraz daha yakınına gelip Marcel'in yanında yerini aldığında şaşkınlığını profesyonelce gizleyerek boğazını temizledi Simon. Hızlıca kendine gelmeliydi ki Marcel'i rahatsız bir duruma düşürmek istemezdi. Peter, hoş geldiniz klişesinden başlayıp bildiği bütün ağırlama yöntemlerini kullandıktan sonra Simon konuşabilme fırsatı bulabilmişti. O esnada kızıl kadına hiç bakmamış ve kafasında bütün taşları yerli yerine oturtmuştu. Satranç tahtasındaki atını geriye çekiyordu aslında. Peter, masayı terk edip servis ile ilgilenmek için yanlarından ayrılmaya yüz tutmuştu artık. Sırası geldiğinde Simon, Marcel'in sağ omzuna dostane bir şekilde dokunup, "Davetin için teşekkürler Marcel. Nice seneler dilerim." dedi Fransızca olarak. Yüzüne oturan bir gülümseme ile Marcel'in kardeşi olduğuna emin olduğu kadın ile tanışmalarına ve inkarına gönderme yaparak. Hiç tanımıyormuş gibi yapacaktı.  Hiç tanışmıyormuş gibi yapacaktı. Cadı olabileceğini düşünmüştü ancak aranılan şey insanın bu kadar yakınındaysa asla burnunun ucunu görmüyordu.Doğaçlama ile adının Valeria olduğunu öğreneceği kadına doğru elini uzattı. "Marcel'in ikizi olmalısınız. Simon Wordsworth... Ve siz de...?".Hamile olduğu anlaşılan kadın ile tokalaşmadan önce saygısızlık olmaması adına sırayla gidecekti. Marcel'in araya girip tanıtmasını da bekleyebilirdi ancak buna gerek görmemişti. Halihazırda kader ağlarını kimse farkında bile olmadan örmüştü çoktan. İçten içe bunun yaşandığına inanamayan Simon, heyecanını dizginlemek için kafasındaki sesler ile boğuşuyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
La Surprise De Date D'anniversaire
Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts-RPG :: İngiltere :: Barthélemy Malikanesi-