[align=justify]Yanağından süzülmek üzere olan bir damlayı hızlı ve kibar bir hareketle yok etti. Bu duygusallığının sebebi okuldan ayrılıyor olması mıydı yoksa eve gidecek olması mıydı emin değildi. Tabii ikisinin de olamayacağı ve farklı çevresel faktörlerin olabileceğini de yok saymıyordu ama şimdilik bu ikisi ana sebep gibi görünmüştü. Kendinden iğrenircesine yüzünü buruşturdu. Batan şirketinin sorunlarını bulmaya çalışan ceo gibi düşünüyordu. Ruhu bedeninden hızlı yaşlanıyor olmalıydı.
Düşüncelerini arka plana atıp çoğunlukla Ravenclaw öğrencilerinin olduğu bir vagon bulmaya çalıştı. Yeterince sinirliydi ve bir Slytherin’in de bünyesine iyi geleceğine inanmıyordu. Sonunda genellikle küçük sınıfların olduğu bir vagon bulduğunda boş kısımlardan birine geçti. Sadece ufaklıkların bulunduğu bir vagonda kimsenin rahatsız etmeyeceğini umuyordu. Normal zamanda da sinir bozucu olduğunu biliyordu ama şuan çekilmez durumdaydı. Oflayıp başını cama yasladı. Gerçekten ama gerçekten eve gitmek istemiyordu. Yine de kaderine razı olmaktan başka çaresi olmadığını da biliyordu. Hiç değilse yolculuğun tadını çıkarmaya karar verdi ve camın diğer tarafında kalan doğanın mucizelerini izledi.
Yanından geçtikleri yemyeşil ormanlar insana dinginlik veriyordu. Tatilin yaklaşması nedeniyle son iki gündür gergin ve yorgun olan bedeni trenin sakin sallantıları ve manzaraya daha fazla dayanamayarak uykuya yenik düştü.
Birkaç saat sonra.
Genç kız bulunduğu bölmenin kapısının açılmasıyla uyandı. Bekçi her zamanki nefret dolu bakışlarından atıp çıktı. Bell de uyku sersemi bir şekilde eşyalarını toplayıp treni sessizce terk etti. Etrafa bakınarak onu bekleyen birilerini aradı ama her zamanki gibi onu bekleyen şoförlerini görünce oluşan hüznü engelleyemedi. Yine saçma beklentilere girip hayal kırıklığına uğramıştı. Kendine kızıp başını iki yana salladı ve omuzlarını dikleştirip çelimsiz adama doğru ilerledi. Artık çocuk değildi ve ailesine alışmış olması gerekirdi. Bavullarının üstünde olduğu arabayı şoförün önüne bırakıp garın çıkışına doğru hareketlendi. Onu bekleyen arabanın hangisi olduğunu biliyordu çünkü bir keresinde hayatının hatasını yapıp bu arabanın rengini beğendiğini söylemişti ve o günden beri ne zaman arabaya ihtiyacı olsa aynı arabayı yolluyordu üvey babası. Tanıdık arabayı fark edince kilitli olmayan kapıyı rahatça açıp bindi. Şoför onun bekletilmekten hoşlanmadığını bildiği için o arabaya daha yaklaşırken kilidi açıyordu. Senede birkaç kez bu olay yaşansa da George üvey kızının onu sevmesi için hizmetlilerin en ufak hatalarında bile burunlarından getiriyordu. Onlar da bir süre sonra Bell’in alışkanlıklarını ezberlemişlerdi.
Genç kız sıkıntıyla arabadaki mentollü kokuyu solumaya devam etti. Araba ne kadar ferah olsa da içine çoktan kara bulutlar çökmüştü. O lanet villaya gitmek istemiyordu. Reşit olacağı günü dört gözle bekliyordu. İç çekip araba hareket ederken parlak gökyüzünü izleyerek biraz moral kazanmaya çalıştı.
Araba yavaşça durduğunda Bell başını kaldırıp haşmetli konağa öfkeyle baktı. Babasıyla zaten az olan hatıralarını yaşandıkları yerde muhafaza etmek istemişti ama annesinin zoruyla buraya taşınmıştı. Konak üç katlıydı ve yirmiye yakın odası olduğunu tahmin ediyordu ama şimdiye kadar en fazla beşine girmişti. Annesi ya da George’un da farklı olduğunu sanmıyordu. Sadece gösteriş için inşa edilmiş devasa bir beton yığınıydı. İçinde ruh olmayan evin duvarları tablolarla doldurulmuştu ama tablolar yayılan soğukluğu engellemeye yetmemişti. Bell daha ilk günden biliyordu. Geldikleri o küçük apartman dairesinin duvarlarındaki sıcaklık ve sevgi bu evi doldurmaya yetmezdi, yetmemişti de zaten.
Şoförün dışa vuramadığı bir sabırsızlıkla ne ara açıldığını fark etmediği kapının önünde durduğunu fark edince silkinip arabadan indi. Kendini kaptırmış olmalıydı. Şimdiki zamana dönünce arabaya geri binip buradan kaçmak tek isteğiydi. Hiş değilse kamburunu çıkararak ve ayaklarını sürüyerek yürümek istiyordu ama kapıda bekleyen tatlı(!) dadısını ilk günden kızdırmaya gerek duymadı. Basamakları gereğinden fazla bir yavaşlıkla tırmanıp dadısına o süslü sosyete kadınlarının yaptığı tarzdan bir selam verdi. Havayı öpmenin ona nasıl dürüstlükten daha fazla leydilik kazandırdığını bilmiyordu ama öğrendiği buydu. Dadısının nezaketen sorulmuş sorularını geçiştirip içeri geçmek için hızlı ve kıvrak bir hareket yaptı ama bugün kesinlikle şans ondan yana değildi. Üvey babasıyla burun buruna geldiğinde hemen geri çekildi. Genç kızın maviliklerine nefret parıltıları eklenirken adamın gözleri saf neşeyle doluydu. Herhalde yeni bir şirket falan satın almıştı. Onu da bir leydiye uygun bir şekilde geçiştirip kendini odasına attı. Evdeki hiç kimseye tahammülü yoktu. Öğle yemeğinin geçtiğini fark edince sevinçle sırıttı. Bu akşam yemeğine kadar odadan çıkmasına gerek olmadığı anlamına geliyordu. Bunun keyfiyle güzel bir kitap alıp yatağına yayıldı.
Kitaba başlayalı daha yarım saat bile olmadan kapısının hafifçe tıklatılması üzerine kaşlarını çattı. Kadere bir hanımefendiye yakışmayacak şeyler mırıldandıktan sonra seslendi. "Gelebilirsiniz." Kapı açıldığında ilk gördüğü üvey kardeşinin açık sarı saçları oldu, arkasından da annesi geliyordu. Sinirlenmemek için kendini kastı. Annesiyle en son ne zaman yalnız -bu çocuk olmadan- konuştuklarını hatırlayamıyordu bile. Annesine ruhsuz gözlerle baktı. O ise öz kızından çok bir misafir gibi bakıyordu. Daha fazla üzülmemek için annesininkilerin kopyası olan maviliklerini cama çevirdi. "Bir şey mi istemiştin anneciğim?" diye sordu. Ağzında eğreti duran "cim" eki sadece bir zorunluluktu. Galiba en son babası ölmeden önce ona içten bir şekilde "anneciğim" demişti. Babasının ölümünün onlardan sadece babasını almadığını yeniden fark etmek maviliklerini bulutlandırdı. Onlardan çok fazla şey götürmüştü ve Bella bunların geri getirilebilecek şeyler olduğunu sanmıyordu. En azından artık değillerdi.
Annesi sessizce yatağın ucuna oturmuştu. Sonunda konuşmaya karar vermiş olmalı ki boğazını temizledi. "Son zamanlarda aramızın iyi olmadığını biliyorum ama burada olmana gerçekten sevindim. Biliyorsun George senin için elindeki bütün olanakları önüne seriyor. Sen de biraz kardeşinle ilgilenmeye ne dersin?" Bell çığlık çığlığa bağırmamak için kendini otomatik pilota almaya zorladı. Yoksa duyduğu cümlelerden sonra sakin kalması imkansızdı. Ayrıca son zamanlarda derken? Annesinin zaman kavramı oldukça farklı olmalıydı çünkü son zamanlarda dediği şey yaklaşık olarak on yıldı.
"Öncelikle üvey kardeşim arkadaşları ve seninle oldukça mutlu görünüyor anneciğim." Üvey kelimesini annesinin kafasına iyice sokmak istermiş gibi söylemişti. "Ayrıca George'un sunduğu hiçbir şeyi istemediğimi daha önce de söylemiştim. Yine de ona bu konudaki minnettarlığımı yeterince gösterdiğimi düşünüyorum." Sözlerinin ardından başını yeniden cama doğru çevirdi. Annesinin onun da onu özlediği ve burada olmaktan mutlu olduğuyla ilgili bir şeyler söylemesini beklediğini biliyordu ama yalan söylemektense susmayı tercih etmişti. Annesi de daha fazla konuşmayacağını anlamış olmalı ki üvey kardeşini de alıp odadan sessizce çıktı. Bell süzülmek için sabırsızlanan gözyaşlarını daha fazla bekletmedi ve onlara izin verdi. Şuan ayağa kalkıp tepinmek ve "Babamı istiyorum!" diye bağırmak istiyordu ama tek yaptığı ifadesiz bir yüzle dışarıyı izlerken gözyaşlarının akıp gitmesine izin vermek oldu.
Yemek vakti.
Kapısı çalınıp dadısı ona yemeği haber verdiğinde kafasını duvarlara vurmak istiyordu. Bütün yemek üvey kardeşine yapılan sevgi gösterileri ve Bell'in eve gelişinin ne kadar güzel olduğuyla ilgili birkaç yapmacık konuşmayla geçerdi. O ise sadece başını sallayıp yarım yamalak yemek yer ve yorgun olduğunu söyleyip odasına çıkardı. Yine de dadısını kızdırmamak için kırışan kıyafetlerini değiştirdi ve çiçekli bir elbise ile pembe babetler giyip aşağı indi. George her zamanki gibi gecikmişti ve yeri boştu. Annesi ise oğluşunu beslemekle meşguldü. "İyi akşamlar." deyip yerine oturdu. George'un da aralarına katılmasıyla seremoni başlamış oldu.
"Elbisen çok yakışmış tatlım. Açıkçası bu ev sensiz çok sessiz oluyor. Hepimiz seni çok özlüyoruz Bellatrix. Değil mi hayatım?" Daha fazla saçmalayacak bir şey bulamayan George topu annesine atmıştı. Annesi ise oğluşu yüzünden ancak birkaç dakika sonra fark edebildi kendisine seslenildiğini.
"Ah, evet tatlım çok haklısın. Oğlumuz da ablasını çok özlüyor üstelik. Bu akşam kardeşine yemeğini sen yedirmeye ne dersin tatlım?" Yine kardeşin demişti. Üstelik bir de ona yemek yedirecekti öyle mi? Rüyasında bile göremezdi.
"Aslında çok yorgunum anneciğim, dinlensem iyi olacak." deyip masadan kalkmak için George'un onayını bekledi. George hoşnutsuz bir baş hareketiyle onayladığında koşarak kaçmak istese de zarif hareketlerle sandalyesinden kalktı ve herkese iyi geceler dileyip odasına çıktı. Hiç değilse ilk günü atlatmıştı. Bu da bir başarı sayılırdı.[/align]