Fern, uzun zaman önce yaşayan ve güçlü sayılabilecek viking reislerinden biri olan Gunnar'ın kızı olarak dünyaya geldi. Evlenmek için küçüklüğünden beri fazla özgür ruhlu olması bir yana, aynı zamanda altın, gümüş ya da toprak için bir başka reisin oğluyla evlenmeyi zaten istemiyordu. Açık kumral saçları, iri, okyanus mavisi gözlerinin yanında bedenine uygun şekilde uzun, ince boynu onu olduğundan daha kırılgan ve narin gösterse de, hiçbir zaman öyle olduğunu kabul etmedi.İnanılanın aksine, kadın savaşçıların çoğunlukta olduğu vikinglerin arasında ince bedeninden dolayı çok güçlü olmasa da, genç yaşına rağmen hızlı sayılabilecek bir savaşçı olmayı seçti. Babasının konumundan dolayı mutlaka evlenmek zorunda kalacaktı tabii. En azından ilk savaşı olan bir batı baskınına gitmeyi başardığında, üstelik bunu yapmak için gizlice gemilerden birine binmek zorunda kalmıştı fakat tanınmaması imkansızdı, ateşin yanında dinlenmeye çalışırken saldırıya uğradıklarında böyle düşünüyordu. Sabaha karşı çadırların yandığını ve insanların çığlıklarını dün gibi hatırlıyordu.
Yine aynı sabah ince boynuna yakışmayacak kadar büyük olan kesikten ötürü kan kaybından öleceğini düşünerek tüm ateşe rağmen karanlığa teslim olmuştu ki, bir vampir olarak uyandı. Savaşın en büyük gerçeklerinden birini o zaman öğrenmişti, ondan sonraki yıllarında da bir sürü savaş gördü. İskandinav kökenli olmasına rağmen, iyi ya da kötü bir sürü şey öğrendiği ve lanetli saydığı İngiltere'den hiçbir zaman tamamen kopamadı. Vampir olmayı, büyüyü, aşkı, savaşçı olarak öldüğünde hiçbir zaman bilemeyeceği birçok yaratığı burada öğrenmişti. Dünyanın farklı yerlerine gitse de yine hep buraya dönüyordu ve her seferinde yeni bir yer olmasına rağmen, farklı insanlar ve farklı hayatlar, hep ev gibiydi.
Zamana ayak uydurup bedeninin yaşına uygun bir şekilde yaşamayı kendine bir amaç edindi, öylesi hem daha kolay hem de uzun yaşamını daha çekilir, daha eğlenceli bir hale getiriyordu çünkü.