| 27.01.21 0:20 | | Adınız ve Soyadınız : Luca Mancini Karakter Bilgisi : (Bu alanı eksik dolduranların başvurusu kabul edilmeyecektir.) Küçük yaşta tuttuğunu koparan bir kişi olmak istiyordu. Arkadaşlarını da pek severdi. Hogwarts’a giderken tüm binadaki öğrenci ve profesörlerle arasının iyi olduğunu düşünürdü hep. Fakat ailesi, mezun olduktan sonra çok ayrı yollara saptırdı Luca'yı. Kendi hiç istemezdi böyle olmasını.
1969’da mezun olmuştu Hogwarts’tan. Ailesinin zoruyla da Scuta de Ordine tarafına katıldı. 1970’e kadar çok çalıştı tüm birliğiyle. Neredeyse tüm sığınakların yerini ezberlemişti artık kafasında. Gel zaman git zaman geçmek bilmiyordu. Fakat sonunda 1970 yılının kasım ayında büyük olaylar yaşanmıştı. Artık savaşlar neredeyse başlamıştı ve Luca’da öylece seyredecek değildi. Elinden düşürmediği asasını her tarafa ışıklar saçacak şekilde büyüler fırlatıyordu. Kimi insanlar olduğu gibi yere yığılıyor, kimi insanlar da kaçışıyorlardı. Artık içindeki tüm savaş korkusunu da yerle bir etmişti genç adam. Hiç istemeyerek geldiği bu yerlere kendisi de anlamıyordu. Zamanla anne ve babasının gücünün tükendiğini anladı ve bir gün ikisini de el ele tutuşmuş bir şekilde yerde yatarken görmüştü. Hemen baş uçlarına gidip oturdu. Gözlerinden akan göz yaşlarını durduramamıştı. Kollarını, babasının göğsüne koyup kafasını da araların yerleştirdi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Artık savaşmak istemiyordu. Hem de hiç istemiyordu.
Kendi kendine karar vermişti. Ceza alacağından, hiç olmadığı kadar emindi. Belki teslim olursa cezası azaltılabilirdi. Harabelerin içerisinden hızlıca geçti ve Bellatores tarafının adamları önünde dikildi. İlk baş ellerini havaya kaldırdı ve sırtını büktü. Asasını yere bırakıp diz üstü çöktü ve adamların Luca'yı alıp götürmelerini bekledi. Scuta de Ordine tarafında olduğu için Azkaban'da ömür boyu hapis yatmakla karşı karşıya kaldı. Onun için tam dünya biticekken aklına fikir geldi. Kendi kendisini savunabilirdi elbette. O yüzden de konuşmaya başladı. Savaşa ailesinin zoruyla katıldığını söyledi. Hiç duraksamadan devam etti. Bildiği birkaç tane sığınağın yerini söyleyebileceğini de bildirdi. Bir müddet bekledikten sonra karara varılmıştı. Yine de hapis yatacaktı fakat ömür boyu değildi bu. Sadece iki yıl. Gerçekten yardımı dokunmuştu demekki karşısındaki büyücülere. İki yıl boyunca hiç kimseyle görüşmemek uğruna girmişti artık hapishaneye. İlk başlarda çok korkmuştu. Vakit geçmek bilmiyordu fakat elbet bir gün gelicekti ve sonunda gelmişti de. Artık çıkmıştı karanlık zindanlardan.
Hiç kimseye neler yaşadığını anlatmak istemiyordu. Biraz acı çekmişti haliyle ama büyük sorunlar olmamıştı. Artık Hogwarts’a gidebileceğini düşündü. Çok uzun olmasa da bir yolculuğa çıkacağı için küçük bir hazırlık yaptı. Sonunda gidebilirdi, hazırdı da. Oraya gittiğinde başvurusunu yaptı ve bekledi kararlaştırılmayı. Orada beklerken bir an düşünmüştü; ‘ya ben hapis yattım diye almazlarsa’... Fakat iyi haberi aldığında çok sevinmişti. (Kurt Adam Dönüşüm Kısmı: ) 1974 yılında gecenin bir vakti öylesine okul bahçesinde dolaşırken gözüne, Yasak Orman’a giden bir çocuk çarptı. Hızlı adımlarla onu takip etti. Sanki gittikçe derinlere ilerliyordu çocuk. Etraf iyice karanlıklaşınca asasını çıkarttı ve ‘Lumos!’ diye bağırdı. Az da olsa aydınlanmıştı ağaçların arası. Adımlarını ileri doğru attıkça hava daha çok soğuyordu. En sonunda durdu bir yerde. Öylece ayakta dikildi, belki çocuk onu görür de yanına gelir diye. Arka çalılıktan bir ses geliyordu evet fakat bu daha çok bir hayvana benziyordu. Hızla arkasına döndü ve birden gözlerinin gördüğü son şeyin iki çift göz olduğunu anladı. Anında kapadı göz kapaklarını. Bacağında büyük bir acı hissetti. Yavaş yavaş gücünü kaybetmeye başladı ve en sonunda tümü kayboldu. Gözlerini açtığında ise Hogwarts’ta, hastane kanadında olduğunu anladı. Başında dikilen müdür yardımcısına ne anlatacağını kendisi de bilmiyordu.
İstediğiniz Meslek : Bekçi Yardımcısı Online Süreniz : Bilmiyorum her zaman olabilir Örnek Rp : (Spoiler içinde veriniz.) Benim, Edward |
|
| 12.03.21 23:28 | | Ad Soyad: Euryphaessa WilloworbKarakter Bilgisi: - Spoiler:
1949 yılının Kasım ayında, İrlanda'nın başkenti Dublin'de doğdu. Babası Fin, annesi ise Fransız asıllı olmasına rağmen, ikili, meslekleri nedeniyle sürekli seyahat hâlinde olduklarından, ikinci çocukları Euryphaessa, kök salamadıkları ülkelerden birinde dünyaya gelmiş oldu. Soyağacı iki taraftan da en az dört nesildir safkan, fakat ebeveynleri bununla böbürlenmeye pek vakti ya da ilgisi olmayan insanlar. Büyük ebeveynleri, Avrupa çıkışlı olmakla birlikte dünyanın birçok ülkesinde etkinliğini sürdüren Epsikeysi (EPK) adında, İfrit-Savar-Şifacılar takma adıyla da anılan oluşumun kurucularından. Bu nedenle Ryphs'in çocukluğu ve ilk gençliği ülkeden ülkeye seyahatlerle, muazzam derecede acı veren hastalıkların sebep olduğu çığlıkları işitmekle ve bu çığlıkları kesmek için iksirlerinin son zerresine kadar canla başla çalışan anne-babasına destek olmakla geçti.
Hayatının ilk dönemlerini, bu denli mücadeleye adanmış bir seyyah olarak geçirmek ona büyük yaşam dersleri armağan etti. Annesi Aleriah'nın sağduyulu ve azimli karakteri ile babası Belthar'ın tutkulu ve vazgeçmek bilmez doğası, kişiliğinin şekillenmesinde büyük etki sahibi oldu. Aklı ve kalbi çok hızlı olgunlaşmak durumunda kaldı. Duygularını gizlemede ustalaşmasını sağlayan sayısız haykırış işitti, insan bedeninin içindekilere karşı sonsuz bir merakla dolmasına vesile olan birçok kanlı sahneyle karşılaştı.
Ailesi, büyücü turnuvaları ile yerel ve ulusal çapta düzenlenen yarışmalarda yaşanan talihsiz kazaların düzeltilmesinde, erken dönem cisimlenme denemelerinde sıklıkla yaşanan septirmelerin şifalandırılmasında, toplumsal sınıflandırmalara ve farklılıklara dayalı zorbalık ve şiddet görmüş yaralıların tedavisinde (özellikle Kofti bireylere travmatik hasar sonrası ilk müdahalelerde) uzun süreli çalışmalarda bulunmuştur. Ryphs, çalışma sahasında ailesinin yanında gözlemci ve ihtiyaç hâlinde çırak derecesinde yardımcı olarak görev almıştır. Sonraki yıllarda EPK ekibinin araştırma ve geliştirme bünyesinde derinleşerek Kan Lanetleri*, Likantropi** gibi devası bulunmayan birtakım ciddi hastalıklar üzerine çalışmalar başlatan babasının yanında çeşitli araştırmalarda yer almıştır.
Okula başlamak için ailesinin, namıdiğer İfrit-Savarlar içerisindeki göçebe yaşayışının biraz olsun köklenmesini beklemeyi tercih etmiştir. Nekahat döneminde hızla yeniden nükseden birtakım hastalıkların şifalandırılmasını kolaylaştırmak amacıyla, ileri seviye iksir çalışmalarını kritik şekilde etkileyebilecek Sap Boynuzları üzerine araştırmak yapmak üzere Fransa'nın güneyine yerleştiklerinde, Ryphs, BeauxBâtons Sihir Akademisi'ne kaydolmuştur. Sihirli Yaratıkların Bakımı, Bitkibilim, Tılsım, İksir ve Biçim Değiştirme derslerinden TB (très bien), K.S.K.S. dersinden ise B (bien) notuyla geçmiştir.
Mezun olduktan sonra, İrlanda'daki Queen Maeve Hastanesi kurucusu, anne babasının kendilerine olan kısa süreli üstün hizmetinden çok etkilenmiş olduğu için Euryphaessa'yı kendi bünyelerinde stajyer olarak eğitimini sürdürmek ve çalışmak üzere çağırır. İlk gerçek yerleşik hastane deneyimini orada yaşayan genç kız, kurumun daha çok hastaya hizmet vererek para kazanmayı amaçlayıp, cadı ve büyücülerin hakiki anlamda şifalanmasını derinden önemsemediğini gözlemler. Üstelik Büyüsel Şifa Teknikleri üzerine geliştirmekte olduğu yenilikçi ve umut vadeden tedavi yöntemlerini uygulamaya koyması kurum tarafından kati surette yasaklanır. Genç ve araştırmacı ruhundaki potansiyelin burada ancak sekteye uğrayabileceğini, ilerleme kaydedemeyeceğini görür. Oradaki çalışma hayatına son verir. Bir yandan, babasının kendi kafasında ışık tuttuğu konularla ilgili tıbbî araştırmalarına devam edebileceği, diğer bir yandan ise sevgi ve ihtimama ihtiyacı olan hastalara, bir anne özverisi ve şefkatiyle yardımcı olabileceği bir yerde çalışabilmenin hayallerini kurmaktadır.
Yalnızlık ve ıssızlıkla başa çıkmakta dirayetlidir. Sihirli yaratıklar üzerine çalışmalar yapmaktan, gece geç vakitlerde süpürge turuna çıkmaktan, kaliteli içkiden, kalın kapaklı ve ağır kitaplardan hoşlanır (Babasının ayaklı ve taşınabilir kütüphanesi bu tür kitaplarla dolu olduğundan, çocukluğundan kalma bir fetiş de denilebilir). Sapyoseksüeldir. Genellikle kendinden yaşça büyük erkeklerle çıkmıştır. Fakat ilişkileri pek uzun seyirli olmamıştır. Çoğunlukla, karşısındaki insanlarda bulunan hataları ya da eksiklikleri hızlı bir şekilde saptayıp, bunları iyileştirme yolunda yoğun içgüdülere kapılır -ki eleştiri, yapıcı olsa dahi, insanların hoşgörüyle kabul ettikleri bir değerlendirme çeşidi değildir. Büyük ihtimalle bu nedenle, başkalarının hayatlarına karışmaması gerektiğini, yalnızca bir yaralı varsa ona müdahale etmesi gerektiğini kendine sık sık hatırlatması gerekmektedir.
*Kan Laneti: Kan yoluyla nesilden nesile aktarılan, sıralı her jenerasyonda ortaya çıkmak zorunda olmamakla birlikte, mevcut kanı taşıyan bireylerde etkilerini gösterme potansiyeli olan bir lanettir. En bilinenlerinden biri Maledictus Laneti'dir.
**Likantropi: Tükürük ve kan yoluyla bulaşan, şu an için herhangi bir çaresi bulunmayan, kurt adamlığa yol açan hastalık. İstenilen Meslek: Hogwarts Baş ŞifacısıAktiflik: Her gün, sıklıkla.Örnek Rp :- Spoiler:
Mürekkebin cam haznedeki kısıtlı dansını izlemek için şişeyi bir kez daha salladı. Cam yüzeyden kayarak akan mürekkep damlalarına bakmak biraz olsun dinginlik veriyordu. Fakat henüz ilk satırlarını olsun yazmaya başlamadığı mektubun ilerleyişini kafasında kurarken, o sakinlikten yine uzaklaştığını hissetti. Mürekkep şişesinin tıpası sonsuza dek kapalı kalamazdı. Parşömen üzerinde yaylanması gereken o eller de sonsuza dek şişeyi sallamakta bulamayacaktı çareyi, şüphesiz. Posta kutusunun yanından her geçişinde aynı suçluluk duygusuyla kıvranmaktan yorulmuştu. Haydi, tüy kalemler ön safa, kağıtlar boylu boyunca masanın şöyle ortasına, tıpalar havaya, nefesler dışarıya ve düşünceler ile duygular her neresi müsaitse oraya! Kalbindekileri bir kenara bırakıp yalnızca mantığıyla yazacağı şeyleri önündeki sayfaya nakşetmek üzere elini uzattı-
“Bayan Willoworb, üzgünüm efendim, saatinizin çoktan sona erdiğini biliyorum. Fakat, acil, hakikaten çok –“
Kapıyı neredeyse çalmadan kendini içeri atan danışma görevlisi panik içerisindeydi.
“Neler oluyor, Ollie?” diyerek sözünü kesti adamın. Sakinliğini koruyarak fakat hızlı bir şekilde yanına giderek elini onun omzuna koydu.
Adam tuhaf bir biçimde sükun bulurmuş gibi göründü. Konuşurken daha kendindeydi artık.
“Küçük bir kız, evlerinde yangın çıkmış, ölenler… Ailesinden ölenler… ve sonra Ölüm Perisi! Kızın kulakları fena durumda, kafasında nasıl bir hasar olduğunu tahmin etmek bile…”
“Pekala, Ollie.” Genç kadın, cebinden, toz hâline getirilmiş bitki özü dolu minik keselerden birini çıkarıp adama uzattı. “Kız emin ellerde olacak, sen bunu çayına karıştır, iç ve biraz sakinleş.”
Yüzündeki ifadede herhangi bir değişiklik olmaksızın koşar adımlarla koridora çıktı. Ollie kadar hassas olmayan görevlilerden biri holün diğer köşesinden ona sesleniyor, el hareketleriyle de çağrısını desteklemeye çalışıyordu.
1002 numaralı odaya adımını atar atmaz alihotsy yaprağının keskin kokusu burun deliklerine hücum etti. Anlaşılan o ki, Güldüren İksir’e vaktinde davranacak fırsatı bulamamıştı birileri; hedefini erken alt etmekte başarılı olamayan iksirden geriye kalanlar, hastane yatağında çaresizce yatan ve ayrılmış ağzında sessiz çığlıklar biriken küçük kızın üzerine dökülmüş olmalıydı.
Ryphs, otlarla, karışımlarla ve içlerindeki efsunun bir emaresi olarak kavanozlarda epey tuhaf şekilde duran sıvılarla dolu ahşap tezgâhtan eski görünümlü bir kutuyu aldı. Yanında yardıma hazır medikal bir büyücü ve de genç bir cadı vardı. Küçük kızın cüppesinin çıkarılmasında ve vücuttaki ciddi yanıkların tespitinde ikisinden de yardım alması gerekecekti, zira kulak ve kafa travmasının boyutlarının teşhis ve tedavisiyle ilgilenmesi gerekiyordu. Kutuyu yanındaki yardımcı şifacılara uzattı.
“Braniere, Oisín, yanık macunu, iki kat, çabuk,” dedi, bir yandan hastane cüppesinin iç cebinden çıkardığı asasıyla kızın kulağının vahim durumunu incelerken. “Su toplamış olan yerler için ilk iki katın ardından, yaranın yüzey alanına göre, santimetrekareye 0,2 gr. olacak şekilde çirişotu tozu serpmeyi unutmayın, sonrasında üzerine bir kat daha macun çekmeniz gerekecek.” Bahsettiği gramajı aşıp aşmadıklarını kontrol etmek için vakti olacağını zannetmiyordu; fakat onların, birlikte çalıştıkları süreçte, onun titizliği ve ölçülerdeki şaşmazlığından feyz alarak kendilerine birçok öğütler çıkardığını da biliyordu.
Dediklerini uygulamak üzere harekete geçen yardımcılar en az kendisi kadar soğukkanlı görünüyordu. Kalbindeki teklemeleri bastırabilmeyi ne kadar içten diliyor olsa da, küçük kızın içerisinde olduğu acıyı düşündükçe gözlerinin gerisinde yanan noktaları hissedebiliyor, göğsündeki sıkıntı duralayacağına, pençelerini indirmemiş elleriyle onu bir kez daha dürtüyordu. Neyse ki, teşhis ettiği üzere, kızın kafasında korktuğu üzere ciddi bir hasar yoktu. Fakat bu haber tek başına, kızın genel durumunun kritik olmadığı hususunda bir rahatlık sağlamıyordu.
Medikal cadının, kutunun içerisindeki kötü kokulu, turuncu renkli, lapaya benzer yoğun kıvamlı merhemden irice bir parçayı birkaç asa hareketiyle çıkarmış ve onu daha küçük bezelere ayırarak her birini vücuttaki belirli bir yanığa ulaşmak üzere havalandırmış, rotalarına doğru hareketlendirmeye başlamış olduğunu gördü. Bakışlarını yeni bir aceleyle kıza çevirdi. Büyücünün, “Accio, çirişotu,” diyen sesini, yarı uyurken arka plandan gelen bir radyo vızıltısı kadar duyabilmişti ancak. Oysa şu an düş görmek yerine gerçeğin öylesine kalbindeydi ki, bu muazzam odaklanış, dikkat noktası haricindeki her detayı, eprimiş bir kumaş üzerindeki cılız tiftiklere çeviriyordu.
Kızın buraya getirilmeden önce içinde bulunduğu cehennemi hayal etmesi zor değildi. İfrit-Savarlar Takımı’nın genç yaştaki bir destekçisi olarak, anne ve babasının peşinde şehirden şehre, bir ülkeden diğerine sürüklendiği dönemlerde birçok yangına şahit olmuş, yangından sağ çıkanların tedavisinin görüldüğü, uçan ve yürüyenler de dahil olmak üzere, çeşit çeşit şifa çadırında bulunmuştu. Yangında ölen aile üyelerini sezmesi pek de uzun sürmeyen bir Ölüm Perisi’nin o cehennemde belirmesi ise oradan sağ çıkma kudretini bedeninde bulmuş olan bu minik kızın bir diğer talihsizliğiydi yalnızca. İnsanı çıldırışlara sevk edebilecek o dehşetli çığlığını ondan esirgemeyen Ölüm Perisi, kızın kulaklarını neredeyse viraneye çevirmişti. İşte asıl kritik nokta tam da burasıydı.
Kulakların içinde birikmiş kan tortularını temizlemek için elzem olan ilk müdahaleyi yapmak üzere asasını hızla sallayarak büyülü sözleri fısıldadı. Ardından kulak içi tahribatın etkisini tersine çevirme amacıyla, içerisinde Flitterby kanatlarını beklettiği %0,02’lik anka gözyaşı çözeltisinden birer damlayı kulaklara damlattı. Kızın, serzenişlerinin onca zamandır sese dökülmediği dudaklarından, kısık sesli bir inilti döküldü. Ryphs, metanetini hiç bozmadan yeniden asasını havada salladı ve küçük tüpler hâlinde çekmecede duran haşhaş sularından birinin yerinden fırlayarak avucuna gelmesini sağladı. Kızın başını alttan hafifçe destekleyerek kaldırdı, birkaç yudum haşhaş suyunun, arkasında neredeyse rezil bir tat bırakarak onun incecik boğazından aşağı inmesine yardım etti; o tadı neredeyse kendisi de alabiliyor olduğu hâlde yüzünü ekşitmedi, onun yerine yüzünde içten bir tebessümle kızın başını birkaç kere okşadı. Haşhaş suyu, miniğin çektiği fiziksel acıyı büyük oranda dindirecek, vücuduna yeni ve tatlı bir rahatlığın yayılmasını sağlayacaktı. Çoçuğun hepten küçülmüş görünen suratındaki çarpılmış ifade yerini biraz olsun sakinliğe bırakırken, kadın şefkatle ona baktı. Onun simsiyah isle baştan aşağı kaplanmış tenini görmedi gözleri, baktığı yerde yalnızca güzel yürekli, masum, sevgi dolu bir ruh gördü. İşlemlere devam etmeden önce, kızın birbirine karışmış fakat hâlâ yumuşacık olan saçlarını bir kez daha okşadı.
***
“Bayan Willoworb?”
Tam mektubun başına huzursuz düşüncelerle yeniden oturmuştu ki, kapısı bir kez daha, bu defa adamakıllı çalındı. Ollie’nin sesini duymak onu keyiflendirmişti, bu yaşlı kibar adamı ve onun tatlı heyecanını çok seviyordu. Kimi zaman heyecandan ziyade kesif bir paniğe kesiyordu kafasının içerisi ve oradakileri hiçbir süzgeç kullanmaksızın dışarı vermekten çekinmiyordu. Duyguları yaşamakta değil belki ama göstermekte Ryphs’in tam aksi olsa da, bu ihtiyar, sevimli ve güvenilir bir insandı onun gözünde.
“Evet, Ollie? Ayrıca bana öyle seslenmek zorunda olmadığını biliyorsun.”
“Ama sizi ‘Suratsız Duvar’ ya da ‘Neredeyse Dilsiz Leydi’ olarak çağırmak istemem, efendim.”
Ryphs gülme isteğini bastıramadı. “Bana hastanedekilerin mütevazı seviyedeki iyi niyetli lakaplarını takmak zorunda da değilsin. Euryph, diyebilirsin, Ollie.”
Onun saygıyı bir kenara bırakmak olarak göreceğini bildiği bu tavrı benimsemeyeceğinden neredeyse emindi, ama sevdiği insanlarla samimi olmaktan her insan kadar o da hoşlanırdı. Hastanedeki, kendini duygusuz ya da ‘ıssız’ olmakla suçlayan insanlarla bir ortak nokta bulabilmiş olsa muhtemelen onlarla da iletişimi benzer şekilde olacaktı. Fakat Ollie’de gördüğü saflık ve temiz yürek, şu günlerde insanın karşısına çıkma konusunda eli açık davranan erdemlerden değildi ne yazık ki.
“Pekala, şey… Ben yalnızca diyecektim ki, orada, o kızı evine – yani evinden geriye kalanlara demek istiyorum – yani yasal vasisi olarak atanacak kişiye… Ehm, her neyse… Kızı, yuvasına sapasağlam dönebilecek hâle getirdiğiniz için, onu iyileştirdiğiniz için teşekkür etmek istedim. İnsanların yaşamlarına dokunmak – yani bunu olumlu bir biçimde yapabilmek, diyorum, çok onurlu bir davranış.”
Tedavisini hatasız yapma konusunda, diğer her hastasında olduğu gibi, müthiş titizlenerek hareket eden Ryphs, küçük kızın sağlığına kavuşması konusunda, yardımcı şifacıların da desteğiyle gerekli tüm işlemleri yapmıştı. Birkaç gün hastanede istirahat edip rutin kontrollerinin yapılması haricinde geriye kalan bir şey yoktu, şükürler olsun.
“Teşekkür ederim, Bay Dunn,” dedi ona hafiften takılarak. “Buradaki her çabanın arkasında bir ekip var, birçok şifacının emeği, birçoklarının yüreği var bu işte.” Gülümsedi, hem ciddi hem de samimiydi. “Onları iyileştirdikçe,” dedi, kızın hâlen yatmakta olduğu odayı farazi olarak işaret ederek, “Bizler de iyileşiyoruz aslında, bazen hiç farkında dahi olmadan.”
Ollie Dunn’ın yüzü, talihsiz bir hastalıktan henüz kurtulmuşçasına benzersiz bir gülüşle aydınlandı. Başını hafifçe eğerek selamını verdi, çıktı. Saçtığı parıltıyı adeta odada bırakmıştı. Yüreklerin cinsi ve iyi niyetin, huzurlu şarkıların sahibi bir kuş misali insanın omuzlarına nasıl konduğu üzerine düşünürken, gayriihtiyari eline tüy kalemini almış, başlamak için uzun uğraşlar verdiği mektubun ilk satırını nazikçe yazmaya koyulmuştu.
|
|