Bellatores
Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir.
Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır.
İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
KARAKTER DEĞİŞİM ARACI
♣ Karakter Değiştir ♣
K.Adı:
Şifre:

HOGWARTS: AÇIK!
TARİH: ŞUBAT 1976

Paylaş
 

 Ebedi Akdin, Ezeli Biktisi

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Isolde Aideen O'Malley
St. Mungo Şifacı
Ϟ Rp Beğenileri : 15

Isolde Aideen O'Malley
St. Mungo Şifacı
(Güncellenecektir.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Isolde Aideen O'Malley
St. Mungo Şifacı
Ϟ Rp Beğenileri : 15

Isolde Aideen O'Malley
St. Mungo Şifacı
Kimyasalların burun sızlatan, yoğun kokusu odayı sarmıştı; içeri girilen ilk anda insanın yüzüne çarpıyor, ne kapalı camdan, ne de bir sonraki adımda yeniden kapatılan kapıdan giremeyen hava bu kokuyu durdurabiliyor, içine çekende dayanılmaz bir öğürme isteği uyandırıyordu. Tavandan sarkan içi yeşilin insanda kasvet duygusunu uyandırdığı türünden bir sıvı dolu tüpler görünüyordu duvar kenarına bakıldığında, içlerinde farklı türlerden seçilmiş, tüysüz yaratıklar kıpırdanıyordu, ancak hareketleri anne rahmindeki cenin kadar yavaş ve durgundu. Tüplerin üstünde denek numaraları yazıyor, yanlarına da küçük notlar iliştirilmiş, deney hakkında bilgiler veriyordu. Aslında bu notlar, zindanı andıran odanın dört bir yanına asılmıştı simetrik ölçülerle, yanlarında da farklı canlılara ait anatomi çizimleri boy gösteriyordu. Cam kapaklı dolapların içindeki, malzemelerle dolu kavanozlar bile notlarla işaretlenmişti, buranın sahibi her kimse düzene önem verdiği apaçık ortadaydı.

Uzun bir çalışma masasının başında oturmuş, üzerine beyaz, lekelenmiş bir önlük geçirmiş kadın, “Denek 42,” diye yazdı, küçük bir parşömen parçasına. “Denek öldü.”

Katran siyahı mürekkep, beyaz tüy kalemin altın ucundan ağır ağır boşalarak noktayı ortadan kaldırdı, kalem orada takılıp kalmıştı çünkü, gök mavi gözleri daldı, bir elini çenesine götürürken Isolde'nin zihni düşüncelerle doldu. Yer yer lekelerin süslediği taş duvarları aydınlatan ışın küresinin ardında, metal bir sedyede kolları iki yana kelepçelenmiş, ne olduğu belirsiz bir yaratık yatıyordu. Yaklaşık yirmi dakika olmuştu ruhu bedenini terk edeli, ancak kuzgun karası saçlı kadın, halen oralarda bir yerlerde sürüden ayrılmış bir hayvan gibi aval aval dolandığını görebiliyordu. Gözlerini kırpıştırdı, kazalar yaşanırdı, eğer en ufak bir talihsizlikte yas tutsaydı hiçbir çalışmasında yol kat edemezdi. Yapılan hatalardan çıkarılan dersler filizlendirirdi başarıyı nasıl olsa, pes etmek ise günahtı ona.

Duruşunu düzeltti, leke yayılmıştı ancak onu düzeltmek için herhangi bir eylemde bulunmadı; o sırada gözleri duvara asılı olan saate takılmış, akreple yelkovanın bulunduğu konum, ona halledilmesi gereken bir başka görevi hatırlatmıştı. İşine öyle odaklanmıştı ki yine darmadağın olmuştu zaman algısı, ancak kendine kızmanın hiçbir yararı olmayacağından ayağa kalktı, yukarıda onu bekleyen askıya alamayacağı bir meseleydi. Eskimiş bir örtüyü sedyedeki yaratığın üzerine örttü çıkmadan önce, düşünceleri yeniden alıştıkları karmaşaya dönerken onun için üzüntü hissetti bir anlığına bile olsa.

İnsanda klostrofobik bir hissiyat uyandıran loş koridora çıktı, sakin adımlarla ilerlediği yol birkaç metre sonra merdiven halinde devam ediyor, ardından tik tak sesleri duyulan bir kapıya bağlanıyordu. Yol boyunca duvarlarda yankılanan seslere katlanmak güçtü, yakınlaştıkça daha da gürleşiyorlar ve nihayet dışarıya ulaştığında sükûnete eriyorlardı. Dışarısı içeriye göre aydınlıktı; laboratuvarın zindanı andıran atmosferinden uzak, ancak insana güven duygusu aşılayan o sıcaklıktan yoksundu. Bir köşede, kadehleri masaya taşımakta olan yaşlı evcininin kendisini tasvip etmeyen bakışlarıyla buluştu gözleri, ona başıyla selam verdikten sonra -evcini onu görmezden gelmeyi seçmişti- devam etti yürümeye.

Adı Karly olan yaşlı evcini, merdivenden gelen adım seslerine karışmış gıcırtıları dinledi. Bu kadının şerden başka bir şey getirmeyeceğini yıllar önce bir kış gününde yeniyetme bir büyücü olarak şatoya ayak bastığında anlamıştı Karly, ancak bunu dile getirebilme yeteneğini ondan almışlardı elem dolu bir günde. Boşluğa çizdiği bir yarım daire hareketiyle kurabiye dolu tabakları uçurdu, tabaklar süzülerek masaya yerleşirlerken kendi kendine söyleniyor fakat sözcükler anlamsız homurtular biçiminde havada asılı kalıyorlardı. Talihsiz konumu nedeniyle o oda günün çoğunda karanlık olurdu, ev cininin düşünmeyi sevdiği gibi "Tanrı'nın laneti"ydi. Ama eşyalar karanlıktan enerji alıyormuş gibi parlar, ayna gölgeleri yansıtırdı. Duvar kâğıtları ironik bir şaka gibi yeşilin her tonundaki yaprakları canlandırıyordu, üzerine ışık vurdukça ufak çıkıntılar daha da bir ortaya çıkıyor, muhtemelen hayatı boyunca ağaç görmemiş cini hayrete düşürüyordu. Ama her hayrete düştüğünde olduğu gibi ona da sinirleniyor, sessiz öfkesini ona da kusuyordu.  Kadın geri döndüğünde ise camdan yansıyan güneş şeftali rengini almıştı. Sade olduğu kadar gösterişli, antika mobilyalarla döşenmiş odayı adımladı; zar zor duyulur saatin tik taklarıyla eş zamanlı bakışları amaçsızca etrafında geziniyordu.

Gözlerinin altı kararmıştı. Aynı karanlık bakışlarında da seçiliyordu; duvarlar üzerinde gidip geliyor, sanki kusursuz duvar kâğıdında bir leke, bir hata arıyordu. O kusursuz severdi çünkü. Siyah elbisesinde tek bir leke bile yoktu, toz zerreleri bile yönünü değiştiriyorlardı sanki onu görünce, yaydığı atmosferden olmalıydı. Birkaç saçak toplanmış saçlarının arasından kaçmıştı, gözlerinin önüne gelmeye korkuyorlarmış gibi kulağının üzerinde donakalmış, tekrarlayan 'tıkıştırma' çabalarını sonuçsuz bırakmışlardı. Düzgün beslenmiyordu, bu nedenle elbisesine düşen bir saç telini diğeri izliyordu. Elbise belden sıkı, etek kısmındaysa asaletine bir zararda bulunmayacak biçimde şişkindi. Beyaz bir kurdele tam şiştiği noktadan geçiyordu, kumaş toz toplamaya fazla meyilli olmasına rağmen, adeta büyülü bir şekilde, kutusundan yeni çıkarılmış kadar temizdi. Muhatabının gireceği kapıda duyduğu ayak sesleriyle oraya baktı ve merak etti; kusursuza alışan o muydu, yoksa kusurlar onu gördükçe gider mi olmuştu?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ebedi Akdin, Ezeli Biktisi
Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts-RPG :: İngiltere :: Merovenjlerin Şatosu-