Bellatores
Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir.
Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır.
İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
KARAKTER DEĞİŞİM ARACI
♣ Karakter Değiştir ♣
K.Adı:
Şifre:

HOGWARTS: AÇIK!
TARİH: ŞUBAT 1976

Paylaş
 

 Limon Paşa Yine Haytalık Peşinde

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Parfait Chance Barthélemy
Gryffindor
Ϟ Rp Beğenileri : 162

Parfait Chance Barthélemy
Gryffindor
başlık bundan:



Parfait Chance Barthélemy
Diego Lloyd
Diana Destinee





Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t6024-parfait-lejant
Parfait Chance Barthélemy
Gryffindor
Ϟ Rp Beğenileri : 162

Parfait Chance Barthélemy
Gryffindor

"Parfait, oğlum hadi yemeğe!" Marcel'in sesi kapalı kapımın arkasından boğuk bir şekilde geldi. Odamda oturmuş Bludger büyüklüğünde bir topu duvara atıyor, o oradan sekince de yakalıyordum. Kıytırıktan da bir metal müzik çalıyordu müzik çalarımda. Kış tatili için eve yollamışlardı bizi. Ben de canım ailem ne yapıyor diye dönmüştüm malikaneye. Şaka lan, Hogwarts'ta kalmamı istememişti profesörler. Marcel'e gelin alın çocuğunuzu demişler mektupla. Her neyse, Marcel kapımı açtı ve içeri girdi. "Parfait. Hadi oğlum yemeğe?" diye söylediği şeyi tekrar edince "Ya s*ktir git başımdan ya!" dedim. Tabi bu aşırı kızdı ben böyle diyince. Uyuz oluyor bana herif. Bir de Valéria zevk mi alıyor da, yemeğe çağırması için bunu yolluyor yukarı anlamadım. "PARFAIT!" diye gürledi. Ben de karşılığında duvara attığım topu yakalayıp elimi kaldırdım. "Uğraştırma beni ya!" diye bağırdım karşılık olarak. "Oğlum bak beni sinirlendirme, GEL!" diye emretti. İnat değil mi? "Yemek falan yemicem lan ben!" dedim. Tekrar adımı bağırdı Marcel de. Sarı kafası ile sinirden kızarmış yüzü bizim binanın formalarını andırıyordu. "Evladım bak, benimle düzgün konuş beni sinirlendirme." dedi kendine hakim olmaya çalışarak. "Git ya!" dedim. "Bana el kol yapma!" dedi derken elimdeki topu çat diye kırmızı suratının ortasına çaktım!

İkimiz de bir kaç saniye kaldık yerimizde. Marcel'in mükemmel bir şekilde arkaya taradığı o sarı saçlarından bir parça diğerlerinden ayrılıp alnına düştü. Top ise çocuğun suratından sekti ve benim ellerime mükemmel bir şekilde geri geldi.  

Marcel bir anda üstüme koşmaya başladı. Ben de tam tersi yere doğru zıpladım. Odada 3 kere tur attık herhalde. En sonunda kapıdan dışarı kaçtım. Geriye baktığımda Marcel, saçı başı dağılmış bir şekilde kapıda duruyordu. Koridorda koştum ve yeterince uzaklaşınca durdum. "BU EVİN KURALLARI VAR! BÖYLE KONUŞAMAZSIN, YEMEĞE İNMEK ZORUNDASIN!" diye bağırdı. "O yasaklar boy boy, seni s**en Parfait kovboy!" dedim ben de. Ulan herif sonra asasını çıkarıp büyüler fırlatmaya başladı etrafa. Kudurdu lan herif! "VAL! YARDIM ET, CİVCİV KAFAYI YEDİ!" diye bağırarak Marcel'in attığı büyülerden kaça kaça indim malikanenin girişine. Adam büyü yapa yapa, beni yemek masasına indirdi ya la! Helal olsun.

Masanın yanına gelip koşarken çoraplarım kaydığından patinaj çekerek dönebildim. Valéria'nın arkasına saklandım. Asam odamda kalmasa görürdü o. Burada düelloya tutuşurduk. Yapmadığımız şey değil. Marcel pislik herifin teki. Şerefsiz, iki yüzlü, leş bir adam. Yumruk yumruğa dövüşmez asla. Büyü kullanır mutlaka. Safkan ya şerefsiz. Utanmasa tuvalette bi tarafını tutmak için bile büyü yapacak! Neyse ki Valéria'ya karşı bir yumuşak yanı var. İndi aşağıya sinirli bir şekilde. Baktı ben Valéria'nın arkasındayım. "Çekil." diyor kıza. "Çekil vurayım şunu." Ben de Valéria'nın arkasından bağırıyorum buna. "Çekilme Val! MADEM O KADAR GÜÇLÜSÜN, SAFKANSIN! FALSO ALDIR BÜYÜYE LAN HADİ!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t6024-parfait-lejant
Diana Destinee
Gryffindor
Ϟ Rp Beğenileri : 104

Diana Destinee
Gryffindor


Hogwarts'a dönmesine çok az bir süre kala kışın her zaman yaptığı şeyi yapıyor, soğuğa karşın verandanın bir köşesine sinerek üzerindeki battaniyenin altına gömülüp etraftaki kalın yağmur tabakasını gözlüyordu. Kar soğuğu tepeden süzülerek yere düşmüştü düşmesine ancak yağmur ondan daha güçlü çıkarak önündeki geniş araziyi yerle bir etmişti. Ara ara kayan yerlerin parlak görüntüsü gözüne çarpsa da bunu boşverebilirdi zira gittiği bir yer veyahut attığı bir adım yoktu. Noel için Galler'a gelmek tercih edeceği en son şey olsa da düşündüğü planlar bir türlü uymamış, sevdiği insanlarla bambaşka yerlere dağılmıştı. Her ne kadar mutlu bir aile tablosunun içerisinde özlem gidereceğini düşünse de kapıdan içeriye girdiğinde soğuk tablolar karşılamıştı genç cadıyı. Babası Diana geldiğinden beri Yunanistan'da küçük gruplara gezintiler sunuyor, annesi ise noelden dolayı ısrarlı bir şekilde işlettiği hanın kepenklerini açmakla meşgul oluyordu. Böyle zamanlar bu küçük bar için bir veli nimetti, zira her zamankinden on kat daha fazla para dönüp dolaşıyor; saklanmak üzere Gringotts'a teslim ediliyordu.

Bulutların dahi kendisini göstermediği gökyüzünün arasından kendisine doğru ulaşan bir baykuşu farkettiğinde yerinde kımıldandı Diana.  Ayaklarını karşısındaki sandalyeden indirerek doğruldu ve üzerindeki battaniyenin arasından kolunu çıkartarak bu küçük canlıya dal olmaya çalıştı. Sütlü kahve renklerinde, pekala üşümüş görünen bu baykuşu kendisine doğru yaklaştırmaya çalıştı. Yabani hayvanlar olduklarını biliyordu. Biraz temkinli olarak bileğine iliştirilen ruloyu bir köşeye geçip çıkarmaya çalışarak onu rüzgardan uzak bir yere koydu. Muhtemelen üşüyordu, yolunu şaşırmış bile olabilirdi. Ancak mektubu açtığında gözü her zamanki gibi ilk olarak isme iliştiğinde afallamadan edememişti. Diego, Diana'ya bir mektup göndermişti. Annalise ile ilişkileri olduklarından beridir elbet eskisine nazaran daha iyi bir arkadaşlıkları olduğunu söylemek mümkündü. Özellikle, Dylan ile kendisi arasında gelişen ilişkiyle birlikte bu arkadaşlık daha oturaklı bir temel üzerine kurulsa da yine de böyle bir mektup almayı beklemediği aşikardı. Cümleleri tane tane okumaya çalıştığı sırada yağmurdan ara ara zarar gören kelime öbekleri mürekkeplerini dağıtarak parşömene dizilse de her şey anlaşılırdı. Kendisi de Annalise ile bu kısacık süre zarfında mektuplaşamamıştı. Genellikle yaz tatili dışında tüm yaşadıklarını biriktirir, yüzyüze gelir gelmez geceyi gündüz ederlerdi. Dylan'ın kendisine gönderdiği bir mektupla her ne kadar yanı başında olmak istese de bunu erken bir tarihe sığdıramamış, en sonunda bulunduğu yeri çıkaramadığı harita bilgisiyle dımdızlak kalmıştı. Bu mektup, kendisine sunulan bir fırsat, fırsattan da öte bir hediyeydi.

Annesine bıraktığı ufak bir notla arkadaşını ziyaret edeceği, oradan da Hogwarts'a döneceğini haber verdiğinde küçük bir sırt çantası hazırlaması pek zor olmamıştı. Güçlükle geçen saatlerin ardından sabahı bulduğunda pek bir heyecanlıydı. Kalın bir paltonun üzerine atkısını geçirip şapkasını taktığında hazırdı işte, istikameti sürdürmek için yola koyulabilirdi. Bu yolun ucunda ulaşacağı malikane kendisini endişelendirmiyor değildi. Parfait'i seviyordu, eğlenceli bir çocuktu. Kendisinin bir süre önce dizginlemek konusunda çaba harcadığı tutumlarının bir kısmını aynada görürmüş gibi izlediğinde keyifleniyordu. Ancak büyücünün taşıdığı soy ad, öyle değildi. Bakanlık cezası aldıkları gün kendilerinden çok olmasa da yine de yaşça sayılabilecek Marcel'ın tutumları bilhassa rahatsız etmiş, midesini yerinden oynatmaya yetmişti.

Uçuç tozunu avucuna yerleştirip Londra'nın tam ortasına inmeyi planlayarak aklından geçirdiğinde dudaklarına dökülen kelimelerle bir anlığına karanlık bir kuyuya girmiş ardından gürültülü bir ses işiterek gözlerini aralamıştı. İşlek bir cadde peşin sıra birbirini kovalayan arabalarla, büyük paltolu insanlarla doluşmuşken saçını düzeltip bulunduğu yere uyum sağlamaya çalıştı. Elindeki parşömenin köşesini didikliyor, gözleriyle kontrol edip yolunu bulmaya çalışarak malikaneyi arıyordu. Yaklaşık yirmi dakikalık bir yürüyüşün ardından soğuk ciğerlerine işlemişti ki büyük, ihtişamlı ve göz alıcı bir bahçeye sahip bu yere adım attı. Kapı tokmağını kaldırdığında birkaç saniye için tereddüt etmekten geri kalmamıştı. Erken mi gelmişti yoksa geç mi kalmıştı? Diego da buraya varmış mıydı? Bu sorular kafasını çekince duyduğu adam yüzünden kurcalasa da hepsini bir kenara iteleyip kapıya birkaç kez vurdu Diana. Gıcırdamaktan uzak oldukça pürüzsüz bir biçimde süzülen kapının arkasından ev cini cadının yüzüne bakıp tenini buruşturarak "Buyrun." diyerek soru sormaya çalışmıştı. "Parfait Chance Barthélemy'i arıyorum." dediği sırada davet edildiği evin içerisine, uzun koridoruna adım attı. Göz hizasında kalabilmek için dizlerini biraz da olsa kırarak "Hogwarts'tan bina arkadaşıyım. İsmim Diana..." dediği sırada sözleri kesilmiş, hadsiz ev cininin yarım yamalak konuşması altında ezilivermişti. "Hah, bir Gryffindorlu daha! Sizin gibi bir kanı bozuğu eve almamalıydım, efendim bundan memnun olmayacak!" dediği sırada eldivenlerini çıkarıp ufak ev cininin arkasından söylenmeye başladı. "Hey, ben sana böyle davranmıyorum ama!" derken tekrardan kendisini dikleştirip koridorun ucunda Parfait ve Diego'yu beklemeye başladı. Tabi şanslıysa...


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t5963-diana-destinee-lejant
Diego Lloyd
Ravenclaw
Ϟ Rp Beğenileri : 148

Diego Lloyd
Ravenclaw
"Hayır, kabul etmedim!" Bağırıyorum, ama bana kınayan gözlerle bakan karanlık yüzlerle dolu etrafım, kim olduklarını göremiyorum. Etrafıma bakıyorum nerede olduğumu anlamak için, Büyüceşura'nın karşısına çıkmışım. Sandalyeme siniyorum bana bakışlarıyla. Üzerime geliyorlar, sonra kapıdan Baş Seherbaz Lucifer Helios giriyor, yanıma yürüyor bana bakarak. Başını sallıyor beklentilerini karşılayamamışım gibi. Annem beliriyor karşımda, "Oğlum... Neden?" Bir şey yapmadığımı anlatmaya çalışarak bağırıyorum ama sesimi duymuyorlar. Konuşmamı söylüyorlar, üzerime daha çok geliyorlar. Sonra bir kahkaha, büyükbabamın sesi yankılanıyor dava salonunda. Yargıç kürsüsünde, "Seni ben getirdim buralara, teşekkür etmelisin." Korna sesi yankılanıyor dava salonunda. Herkes etrafına bakıyor sesin nereden geldiğini anlamak için.

Korna mı?

Taksinin camından kafamı kaldırdım, gözlerimi ovuşturarak netleştirdim görüşümü ve yola baktım ne olduğunu görmek amacıyla. Trafik var gibiydi. "Daha ne kadar var?" dedim yanımdaki şoföre bıkkın bir tavırla. Bu kadar uzun sürmemeliydi yol, otobüsten indikten sonra en fazla 20 dakikalık mesafe kalmış olmalıydı ama uyuyakaldığıma göre çok daha fazla zaman geçmişti. Beni mi kandırıyordu bu herif? “Gelmiş olmalıydık şimdiye kadar.” dedim bastırarak. Tavrımı fark etmiş olacak o da sinirle “Kaza var ileride.” dedi kafasıyla işaret ederken. Cevap vermedim, kollarımı göğsümde kavuşturarak camdan dışarıyı izlemeye başladım.

Rüyamın etkisiyle sinirli bir ruh haline bürünmüştüm, bundan kurtulmam gerekiyordu ama aklıma Anna’nın gelmesiyle rahatsızlığım daha da arttı. Neden bana cevap vermemişti ki? Tamam, bu hareketimin aşırı kontrolcülük olduğunun farkındayım. Belki de sadece unuttu bana yazmayı, zaten çok yakın bir zamanda görüşeceğiz okulda. Veya belki de uzak kalınca beni özlemediğini fark etti. O ailedeki Marcus pisliği ilgisini daha çok çekti belki de, beni boşverdi. Böyle de olabilir. Bu ihtimaller beni çıldırttığı için yanına gitme isteğimi bastıramıyordum işte, hem endişelendiğimden hem de özlediğimden. Bu sürprizi beğenmesini ve evlerine gittiğimizde kötü bir görüntüyle karşılaşmamayı umuyordum sadece. Kötü görüntüden kastım Marcus’la beraber olmasından tut başına lafını etmek istemediğim şeylerin gelmiş olmasına kadar. Paranoyaya gerek yok tabi. Ne olabilir ki zaten? Kim ona neden zarar versin yani. O yavşak adamı görme olasılığı beni daha çok sinirlendiriyordu. Aklımdan mektubundaki sözleri çıkmıyor, Anna’yla aralarında ne olduğunu bilme isteğiyleyse içim içimi kemiriyordu. Yıldızını tamamlayacakmışmış. Aptal herif. Tatlılıkta Anna’dan aşağı kalır yanı yokmuşmuş. Bir görürsem bu çocuğu var ya... Hazır ev de boşken kıza yanaşacaktı kesin. Evet evet, iyi ki gidiyorum yanına.

“Aha geldik dediğin yere.” dedi adam bana değil de çevreye bakarken. Ormanlık bir alandaydık, hava karanlıktı, yolu parlatan tek bir sarı sokak lambası vardı. Ha bir de Barthélemy Malikane’sinin ışıkları aydınlatıyordu etrafı ama taksici muggle olduğundan göremiyordu tabii. “Emin misin burası olduğuna?” dedi kaşlarını kaldırarak sorgulayan bir ifadeyle. Cebimden muggle parasını çıkartıp ona uzattıktan sonra “Evet abicim, hadi kolay gelsin.” dedim ve omzuna hafifçe vurup çıktım arabadan. Üstünü almamıştım, zaten çok değerli değildi bu para.

Taksicinin gitmesini bekledikten sonra bahçe kapısını aralayarak girdim içeri. Kapıya ulaşana kadar yürüdüğüm yolda burnum tatlı çiçek kokularıyla dolmuştu, sanki sihirliydi bu bitkiler. Kokularını dilimin ucunda hissedebiliyor gibiydim. Bir önceki gelişimde de bu durum beni çok şaşırtmıştı zaten, 2 gün önce yani. Parfait’ye mektup atsam cevap vermeyeceğinden neredeyse emindim, bu yüzden direkt kapısına dayanmak daha mantıklı gelmişti. O gün konuşmaya ve bir plan yapmaya ihtiyacım vardı, Nita ailesiyle olduğundan da bu yeni kankamın ocağına düşmüştüm. İşte o zaman bu kokularla tanışmıştım. İçeri girmemiştim ama, şansıma Parfait’yi bahçede görmüştüm ve dışarıda takılmıştık. Şimdi içeri girip evinin nasıl bir dekorasyona sahip olduğunu görmeyi merakla bekliyordum. Çok zengindi galiba bu Barthélemyler.

Kapıyı çaldığımda beni bir ev cini karşıladı. “Parfait’ye gel-“ Sözümü kesen Diana’yı görmüş olmamdı, hemen içeri girdim ve yanına geçtim. “Gelmişsin!” dedim heyecanımı gizleyemeyerek. Demek o da Anna’dan haber alamamıştı. “Efendimiz çok kızacak. İki kanı bozuk birlikte eve ayak bastı! Bay Barthélemy uyarılmalı. Silmem lazım hemen buraları, temizlenmesi gerek. Davetsiz misafirler...” En sonunda tıslamayla cümlelerini bitiren cine dehşetle bakakalmıştım. İnanılmaz bir beyin yıkama, köleliği bu kadar gözü kapalı kabullenmek olacak iş değil. Bir de bana kanı bozuk diyor... Duymamazlıktan gel Diego, sakin ol. Onun suçu değil, onu bu durumun normalliğine inandıranlar suçlu. Diana’ya döndüm sakince, “Hadi içeri geçelim.” dedim içerinin neresi olduğunu bilmesem de. Fakat bu büyük ev birkaç ipucu veriyor gibiydi, yankılanan bağırışma sesleri geliyordu kulağımıza. Ev cininin de bize isteksiz bir biçimde yol göstermesiyle yemek odasına ulaştığımızda üç tane beyaz sarı saçlı gencin masa etrafında tartışmasının içine düşmüş gibiydik. Bu ikili Parfait'nin kuzenleri Valeria ve Marcel olmalıydı. Valeria Parfait’yi arkasına korumaya almış, Marcel’e bağırıyordu.

“Sakin olur musun?! Bak burada işte, yeter zarar vereceksin bize!” Arada dönüp Parfait’ye de “Sus artık ya!” diye bağırmayı ihmal etmemişti. İkili arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Marcel ise öylesine sinirli duruyordu ki gözlerinden ateş püskürdüğüne yemin edebilirdim. Rastgele bir Bombarda büyüsü fırlattığında duvara, etraftaki bu dağınıklığın ve parçalanan mobilyaların nedeninin de bizim görmediğimiz bu uzun kavganın sonucu olduğunu tahmin etmiştim. Normalde çok düzenli ve tertipli bir ev olduğu belliydi. Valeria sonunda ikilinin bu tavırlarına dayanamayıp “YETER!” diye çığlık attı. “Ne haliniz varsa görün! Yiyin birbirinizi!” Diana’ya dönüp dışarı çıksak daha iyi olabileceğini söyleyeceğim sırada odadan çıkmak amacıyla döndüğünde ikimizi gören Valeria sinirini bize yöneltti. “Siz kimsiniz? Nasıl içeri girdiniz?” Yanımızdaki korkak ev cinine döndü. “Yabancıları nasıl alırsın eve? Kim bunlar!” diye azarladı yüksek bir sesle.

Evcininin konuşmasına izin vermeyerek söze atladım. “Parfait’nin arkadaşılarıyız, Diego ben. Kusura bakmayın aniden geldik ama bu saatte buluşmamız gerekiyordu.” dedim kibar bir şekilde. Kabalığına aynı şekilde karşılık vermemiştim. “Dışarıda bekl-“ Sözümü kesti. “Bize böyle bir şey söylemedi Parfait. Hem burası ne zamandan beri buluşma noktası?” Anlaşılan gerçekten de davetsiz misafirdik, harika. Parfait yine sorumsuz işler çeviriyor. Ben bu çocukla nasıl arkadaş oldum ya? Şeytan tüyü cidden. Kızın bu tavrına daha fazla tahammülüm olmadığından kibarlığı bir kenara bıraktım ben de. “Hemen gideceğiz zaten merak etme. Salın da gelsin çocuk bizle.” Bu sırada Marcel’e bakmıyordum çünkü kafama bir büyü de ben yemek istemiyordum.

Valeria masa etrafında kovalamaca oynayan kuzenine döndü, “Ne demek bu? Nereye gidiyorsun?” dedi. Sanırım bu ailenin başında karşımızdaki ikizler vardı. Parfait’nin cevabının ne olacağını ben de çok merak ediyordum bu yüzden ona çevirdim bakışlarımı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t6096-diego-lloyd-lejant
Parfait Chance Barthélemy
Gryffindor
Ϟ Rp Beğenileri : 162

Parfait Chance Barthélemy
Gryffindor

Val sakin olması için bağırdı sarı pipiye. Zarar vereceksin falan diyor. "ÖLDÜRSÜN BİZİ DE AZKABANA GİRSİN RUH HASTASI CİVCİV!" diye bağırdım ben de. Val susmam için geri bağırdığında da bana emir vermemesi için geri bağıracaktım ki, arkamdaki duvarda bir bombarda büyüsü patladı! Herif ne düşündü acaba lan? Oradan patlatıp bana mı saplatmaya çalıştı nedir? Kolumla kendimi savunmak zorunda kaldım. Val yanımda yeter diye bağırdı ve ne halimiz varsa görmemizi söyledi. "LAAAN! ÇEKİLME VAL! ASAM YUKARIDA KALDI!" diye bağırdım kıza. Val önümden çekilirken onunla birlikte yana doğru yürüyordum ki Marcel'in, saldırı pozisyonunda beklediğini gördüm. Ulan çıktığım anda götüme bombarda çakacak herhalde! Tam küfür etmek için ağzımı açıyordum ki Valéria odaya giren birilerine kim olduklarını sordu. Dönüp bir baktım ve ne göreyim? LAN BUNLAR BENİM KANKALARIM! "Diana? Diego? Ne arıyorsunuz lan burada?" Şaşkın şaşkın bu soruyu sorduğum anda kafama dank etti. Ulan biz bunlarla Amerika'ya gidecektik ya la! Bugün mü gidecektik? Ben unutmuşum tamamen. Val evcinine kızdı, sonra da Diego atlayıp benim arkadaşlarım olduklarını söyledi. Kuzenim, onlara böyle bir şeyin söylenmediğini söylediğinde "eyvah" der gibi gülümsedim. Çevreme bakınmaya, Marcel'in büyüsünden nasıl kaçacağımı bulmaya çalışırken sarı pipinin sesini duydum. Val'ın omzundan baktığımda asasını indirmediğini ama artık saldırı pozisyonunda olmadığını gördüm. Şerefsiz herif! Eve aile dışından biri geldi ya, hemen o manyak yönünü sakla!

"Diana Destinee..." dedi. Sesinde deminki sinirinden hiç eser yoktu. Valla helal olsun, nasıl bir rol kabiliyeti bu? Bazen bu şerefsizi takdir etmiyor değilim ha. Diana'yı nereden tanıyor ki acaba? "Evimize gelen misafirlere iyi davranmalıyız Val. Her ne kadar davetsiz gelecek kadar kaba olsalar da... Kanıbozuklardan başka bir şey beklenemezdi."  Bunu duyunca ben bir sinirlendim! Biliyorsunuz, en nefret ettiğim şeylerden biridir ırkçılık. Ulan ben bu yüzden, Beauxbatons'ta profesör yumruklamış adamım! "DÜZGÜN KONUŞ LAN!" diye gürledim hiç düşünmeden. "ARKADAŞLARIMLA DÜZGÜN KONUŞ SIÇARIM BACAĞINA!" Bu sırada da Val nereye gideceğimi soruyordu. Diego'nun üstüne koştum ve çocuğun belinde duran asasını tek hamle ile kapıp bizimkilere doğrulttum. Sinirim Valéria'ya değildi ama o da ikiz kardeşi gibi ırkçı bir karıydı! Marcel'in bu evcinlerine yaptığı eziyetleri görüp bir şey demiyordu ve bu konuşmalarına da karşı gelmiyordu! Bu da demekti ki Valéria da aynı kafadaydı. Sinirlendiğim için ikisine de öyle bir şey söylemek istedim ki üzülsünler... Kırılsınlar! Bu yüzden acımasızca kurdum cümlemi.

"O KEFAŞE ANNENİZİN YANINA GİDİYORUM!" diye bağırdıktan sonra "SAFKANIZ DİYE ÖVÜNEN TİPLERE BAK! ANANIZ VEELA LAN SİZİN! HATTA O KADAR UCUBESİNİZ Kİ O BİLE DAYANAMAYIP TERK ETMİŞ SİZİ!"

Marcel'in kocaman açılan gözleri öfke ile parladı tekrardan. O şaşkınlıktan dolayı büyü atamadan "INCENDIO!" diye gürledim! Bu büyü oldukça çok kullandığım, bana karşı da kullanılmış bir büyüydü. Sigaramı falan yakardım bununla. Diego'nun asası benimki kadar sinirli ve yakıcı bir asa değildi. Büyük ihtimalle bu asada daha karmaşık büyüler yapsam başarılı olurdu. Ancak benim de ona pek ilgim yoktu. Asanın ucundan çıkan ateş, Marcel'in asa tutan kolunu tutuşturabildi sadece. Bizimkilere "Koşun odama gidiyoruz!" diye bağırdım ve Val'ı ittirip Marcel'e doğru koştum. Sol kolunu söndürmek için çırpınırken o, yüzüne bir yumruk yapıştırdım! Tekrar merdivenlere koşmuşken ben ve Diego'nun arasından bir bombarda büyüsü geçti. Düştüğü fayansı havaya uçururken "Dikkat edin!" dedim. Garip duygular içindeydim. İlki sinir. Arkadaşlarıma karşı böyle konuşamazlardı! İkincisi, mutluluk. Marcel'in yüzüne yumruk geçirmek iyi gelmişti. Üçüncüsü ise pişmanlık. Valéria'ya öyle demek hoş olmamıştı.

Odama ulaştığımızda yanda uslu uslu duran ayakkabılarımın içine geçirdim sol iki parmağımı. Acele ile Diego'nun asasını ona fırlattım. Masamın üstünde duran asamı aldım ve aynı masanın üstünde duran su şişesine doğrulttum. Bu dönem, sihirli taşımacılık dairesinde cezaya kalmıştım ve oraya gittiğimde öğrendiğim bir büyüyü araştırmıştım. Portus büyülü sözlerine sahip olan bu büyüyü, Hogwarts'ta çalışmıştım. Kızlar yatakhanesine giden bir anahtar oluşturabildiğimde de tamamlanmıştı. Artık rahatça yapabiliyordum. "Portus!" dedim gideceğimiz yeri düşünerek. Su şişesi bir anahtara dönüşünce asa tutan elimle bizimkilere geri sayıma başladım. "Çabuk olun kalkıyor! Üç... İki... Bir!" Kapıda Marcel'in yüzü belirdiği anda tüm oda etrafımda dönmeye başladı. Su şişesini tutmuş olan arkadaşlarıma baktım hızla dönerken. Sonra da gülümsedim dostane bir tavırla.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t6024-parfait-lejant
Diana Destinee
Gryffindor
Ϟ Rp Beğenileri : 104

Diana Destinee
Gryffindor


Kapı tokmağı ince bir gürültüyle kafasının arkasında debelenirken kapıyı açmak için uzanmıştı ki ev cini homurdanarak elini itelediğinde yüzünü ekşitti. Üzerine vazife olmasa bile durduğu yerde bir odun kütüğü gibi dikilecek hali yoktu, yalnızca dışarıdaki her kimse onun kök salmasını istemiyordu. İhtişamlı kapı aralandığında karşısında Diego'yu görünce büyük bir rahatlama hissetti. O zamana dek bacaklarının buz gibi kesildiğini ve duvarlar arasına sıkıştığını fark edememişti. Er ya da geç bu çocuğu karşısında görmek kendisini yalnızlıktan uzaklaştıracak olacak ki "Seni gördüğüme o kadar sevindim ki!" diye atılarak karşılamıştı Diego'yu. Annalise ve Dylan sayesinde paylaşımları daha çok artmıştı, yalnız olmadığını bilmek Diana'ya güven veriyordu ve arkadaşını mutlu ettiği için de ona karşı memnuniyet duyuyordu.

Ev cini bir köşeye geçmiş parmak şıklatarak koridordan ilerlemeye çalışırken duvarlara asılan tablolar görünmez birer el ile siliniyor, bezler bir ileri bir geri savrularak bu canlı resimleri parlatmak için verdikleri sözleri yerine getiriyorlardı. Diana ve Diego, bu ev cininin ağzında gevelediği laflar eşliğinde büyükçe bir salona doğru ilerlerken kulakları dolduran sesler daha da belirginleşmeye başlıyordu. Öyle ki kapı eşiğinden adım atar atmaz kendilerini resmen salonun ortasına bırakılmış bir bomba gibi bulduklarında midesine giren kramplar nefes almasını engellemişti. Oradaydı işte Marcel. Bakanlık cezasında söylediklerini sindiremeyip bütün bir yolu tüm yedikleri ağzına gelecek şekilde geçirmesine neden olan büyücü karşısındaydı. Pek ala ondan korkacak değildi. Ancak bir şeyler işitip bunların altında kalma düşüncesi öfkesini kontrol etmek konusunda kendisini zorlarsa beklemediği anlar yaşatabilirdi.

Parfait'i gördüğünde gülmeden edemedi; yine saçlarını savuruyor, güzel bir kadının arkasına sığınarak Marcel'a bağırmaya çalışıyordu. "Sana da merhaba." diyerek sırıtsa da birkaç adım geride duruyordu. Bu sırada altın tepsinin tam ortasında Barthélemylerin ellerine sunulan Diego ve Diana fark edilmişti ki Parfait'in önündeki engel hırçın bir şekilde bağırıp tiz sesinin tüm salona dolmasına izin vermişti. Dilini yutmuş gibiydi Diana. İstenmediği yerde durmak istemiyor, işitmekten haz etmediği cümleleri tekrar tekrar duymayı tercih etmiyordu. Neyse ki Diego tüm ipleri alıp akıllıca bir hamleyle alıp konuşmaya kalkıştığında Parfait'e bakıp göz kırptı. Onu özlemişti. Doğrusu başlarına açtıkları bin bir türlü işe karşılık en azından bu büyücünün çoğu konuda adilce savaştığının aşikar olduğunu biliyordu. Marcel, elindeki asayı indirip Diana'ya doğru yüzünü çevirdiğinde o sakin fakat kendisinden tiksindirecek bir surat ifadesiyle bir şeyler söylemeye çalıştı. Genç cadı dudaklarını birbirine bastırmış, dişlerini sıkar bir ifadeyle öne doğru atılıp hayalarına bir tekme savurmayı planladığı sırada istediklerini zihninin penceresine tıkamak zorunda kalmıştı çünkü Parfait'in çevik hareketleri bu arzuyu ortadan ikiye bölmüştü. Bir sineğin kanat hızı kadar çabuk gelişen saliselerde Diego'nun asası büyücünün elini boyladı ve Marcel'a dönük ucuyla bağırmaya başladı. Parfait'in bu hareketi Diana'nın gururunu okşamaya yetmişti. Gürültüler ve bağrışlar büyük bir aile dramının ortasına oturduğunda güzel kadının yüzünün kızgınlıkla birlikte şekil değiştirdiğini ve düştüğünü görmüştü. Marcel'dan hoşlanmayabilirdi ancak öbür kadını tanımıyorken bu sözleri işitmesi pek de doğru olmamıştı. Ancak onları bu büyücü çocuk tanıyabilirdi. Belli ki ikisi de aynı kılıftan çıkma birer bebekti.

Koşar adımlarla hepsi merdivendeki basamakları tırmanmaya başladığında yorulduğunu hissediyordu. Sırtındaki çantanın kendisini geriye doğru çekiştirdiği düşünülürse bu oldukça normal sayılırdı. Eliyle sallanan ipleri tutarken yükü biraz daha omuzlarına verip hafiflemişti ki büyücünün yönlendirmesiyle bir odaya dalıverdi. Gözleri aşağıdaki ihtişamdan uzak daha genç renklerle ve asi bir biçimde düzenlenen odanın duvarlarını aştığında kulağına dolu dolu erişen sesle olduğu yere dönmüş, önündeki su şişesine doğru elini uzatmıştı. "Anahtarla mı?" derken kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp inanamayan gözlerle Diego ve Parfait'e bakarken dilinin kuruduğunu hissetti. Daha önce böyle bir deneyim yaşamadı üstelik şişeden koptukları yanlış bir anda kendileri bambaşka bir yerde bulmaları olasıyken buna yeltenmek konusunda kararsızdı. Pek de ne olduğunu kestiremediği sırada her şey gözünün önünde bir sinema perdesi gibi geçerken açılan kapının önünde Marcel'ın anlık görüntüsü oluştuğunda dilini çıkarıp "έλα, πιάσε το." diyerek güldü küçük cadı. Bu kahkaha daha sonrasında yerini kuvvetli bir baş dönmesine bıraktı. O kadar büyük bir hızda kıvranıyorlardı ki önündeki pet şişe üçünün parmak uçları arasında sallanırken gözlerini kapatmadan edemedi. Boşta kalan elini de anahtarın üzerine götürdüğünde nefesini tutmuştu ki duyduğu yönlendirmeyle tek göz kapağını aralayıp her ikisine de baktı. Onlara ayak uydurup anahtarı bıraktığında çantasının ucundan tutan ağır bir kuvvet kendisini geriye doğru çekti, birkaç saniye içerisinde sırtı sert bir zeminle buluşarak yere çarptı.

Limon Paşa Yine Haytalık Peşinde Screenshot_2021-03-07-00-39-29-884_com.google.android.youtubeLimon Paşa Yine Haytalık Peşinde Screenshot_2021-03-07-00-39-46-448_com.google.android.youtube

"Ah!" diye sızlanırken çantayı sırtından çıkarıp omuzlarını ovuşturdu. Kar montunu ıslatıyor, bacaklarına yapışıyor ve şapkası kulaklarının üzerine çıkmış bir vaziyette beyaz ölümü öperken "Bunun daha acısız halini tercih edemez miydik?" diyerek olduğu yerde uzanmaya devam ediyordu. "Umarım doğru yere gelmişizdir." Eliyle yerden destek alıp kalkmaya çalıştığı sırada ayaklarını ileriye doğru uzatıp oturdu ve şapkasını kafasına geçirip düzeltmeye koyuldu. Biraz gerisinde duran çantayı kendisine çekiştirirken gülmeden edemedi. "Ama yine de bu çok eğlenceliydi. Parfait söylesene, o koca suratlı sümüklü adam senin tam olarak neyin oluyor?" Avuçlarıyla soğuk zemine dokunup ayağa kalktı, kalçasındaki karları da silkelemeye çalışıp üzerini düzeltti. "Diego, doğru yerde miyiz?"

Limon Paşa Yine Haytalık Peşinde Screenshot_2021-03-07-13-57-10-430_com.google.android.youtube


*rp out έλα, πιάσε το: hadi, yakala


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t5963-diana-destinee-lejant
Diego Lloyd
Ravenclaw
Ϟ Rp Beğenileri : 148

Diego Lloyd
Ravenclaw
Bu Barthélemyler kabalık yarışması düzenliyorlarsa birincilik baya kapışmalı olmalı. Evin reislerinin erkek olanı bizim kanımızla ilgili hakaretler edip bir de üzerine kaba olduğumuzu ima edince tepemin tası neredeyse atıyordu. BİZ KABAYMIŞIZ. TİPE BAK. Biz Diana'yla bir cevap veremeden beklenmedik bir şekilde Parfait bağırmaya başladı. Az önceki halinden çok daha ciddi gözüküyordu bu sefer. Koçum benim, bizi korudu Marcel'e karşı. İşte bu yüzden seviyorum bu çocuğu. Sonra saçlarını savura savura geyik gibi yanıma koşmaya başladı Parfait. Ne yapacak acaba bana sarılmaya mı geliyor diyordum ki elini aşağı, belime indirdi. Asamı aldı lan! "Lan!" şeklinde bir şaşkınlık nidasıyla elimi uzatıyordum ki ikizlere ucunu çevirdiğini görünce aile kavgasından uzak kalmanın mantıklı olacağı tekrardan düştü aklıma. Valéria çok şaşkın duruyordu, belli ki kuzeninin onun karşısına geçmesini beklemiyordu. "Kesin şu büyü saçmalığını." demişti sıkıldığını belli ederek. Sonra Parfait o kadar ağır cümleler kurdu ki... Ben utandım olduğum yerde. Kızın uğradığı şok çok açıktı, suratından geçen acılar ve anılar o kadar netti ki. Duyduklarını kaldıramadığı belliydi, geriye doğru bir adım atarak sendeledi. Bayılacak mıydı acaba? Nasıl biri olursa olsun çektiği acıyı görmek rahatsız etmişti beni. Bu sırada Parfait bir büyü savurmuş, üzerlerine koşmaya başlamıştı. Bize de odasına gitmemizi söylediğinde gördüğüm merdivenlere doğru koşmaya başladım. Geçen gün penceresini göstermişti dışarıdan bana, üst katta olduğunu biliyordum. Koşarken ayağımın ucundaki fayansın parçalanmasıyla "Hasss..." şeklinde zıpladım, Parafit de yetişmiş bize bu sırada. Manyak kuzeni bizi uçurmaya çalışıyordu galiba. "Oğlum! Anneden girmeyecektin konuya!" diye bağırdım koşmaya devam ederken. O kadar ağır konuşursa kafasını patlatmaları yeridir tabi. Asam da hala bunda olduğu için elimdeki spor çantasını kafama tuttum küçük bir koruma amacıyla. En fazla bu geliyordu elimden o sırada.

Sonunda odasına ulaştığımızda "Hadi hadi, çabuk." diye ayakkabısını giymekle uğraşan Parfait'yi hızlandırmaya çalışmaya başlamıştım. Yerimde duramıyordum adrenalinden, her an gelebilirlerdi bu odaya da. Cevap vermek yerine bana asamı fırlatınca tuttum çevik bir hareketle. Kendi asasını masasındaki su şişesine çevirip büyüsünü yaptığı sırada Diana şaşkınlığını dile getirince "Hee evet. En hızlısı buydu." şeklinde basit bir açıklama yapmakla yetindim. Büyüsünün başarılı oldğunu söylediğinde elimi uzattım, bu sırada da kapıdan Marcel'in suratı gözükmüştü. Çok korkunç duruyordu, her an birine Avada Kadavra fırlatabilecek kadar deli gibiydi yani. O yüzden bu son hareketimden ileride pişman olabilirim ama yine de terbiyesizlere aynı şekilde cevap vermek gerekir, bir elimle su şişesine dokunurken diğer elimle el hareketi çektim adama.

Bütün oda dönmeye başlayıp yok oldu, sanki kavisleri aşırı dar olan bir kaydırakta sonsuz bir döngüye girmiş gibi savruluyordum. Kafamı yere vurana kadar da bu midemin mıncıklanması devam etmişti. "AHhh!" Sızlanmam istemeden olmuştu, sert bir zemine düştüğümüzdendi bu da. Toprağa ve yumuşak karın üzerine düşmemiz gerekmiyor muydu? Etrafıma bakındım doğrularak. Denizle çevrili bir yere gelmişiz. Fırtına var, dalgalar kocaman. Karşıda büyük bir şehir silueti. Diana'nın da sızlanışını duyuyordum ama şu an daha büyük sorunlarımız vardı. Kafamı kaldırdım ve üzerimize gölgesi düşen büyük yapıya baktım gözlerimi kırpıştırırken. Diana da bana doğru yerde miyiz diye soruyor. "Ulan. Niye Özgürlük Heykeli'ne getirdin bizi oğlummm?" diye seslendim hala yukarı bakarken. Amerika'ya gideceğiz dedim ben evet de, kocaman ülke bu. Aklına gelen ilk yere getireceğini nerden bileyim? "Ben demedim mi sana Alaska'ya gideceğiz diye?" dedim sitem ederek. Bu sırada da kafamı vurduğum yerini ovuşturuyordum. Ayağa kalktım oflaya puflaya. Belki de dememişimdir. Ben de bilmiyorum ki sinirden ne anlattığımı, ne dediğimi. Bu yüzden yanımızda Diana'nın olduğunu unutarak konuşmaya devam ettim şimdi. "Bak şu yavşak heriften önce yanına gidemezsek ben dellenirim." Yavşak herif dediğim tabi ki de Marcus aptalıydı. Önce gitmekten bahsediyorum ama çoktan gitmişti yanına büyük ihtimalle. Belki de birkaç gündür birliktelerdi hatta. Onlara yemeğe gittiğinden beri, belki de ondan da önce başlamıştı gelip gitmeye. Nasıl bir ilişkileri vardı acaba? Anna'ya güveniyorum ama bu güvenimin boşa çıkma ihtimali de beni korkutmuyor değil. Bana mektuptan ve bu adamın varlığından bahsetseydi şimdiye kadar, farklı olabilirdi bu durum. Mektup diyorum ama kim bilir daha kaç tane mektup attı benim görmediğim... Ben düşüncelerime dalmışken Anna'nın en yakın arkadaşıyla bakıştık. Çok güzel, az önce fena frikik verdim. Ne anladı acaba? Hiç hoş olmadı bu. Benim Marcus'tan haberim olduğunu bilmiyorlardı ki. Aferin Diego.

Cebimden Anna'nın mektubunu çıkardım ve hızla tarayarak emin oldum gideceğimiz yerden. "Vancouver Dağı'nın yakınlarına gitmemiz gerek. Bak böyle bir yer." Anna'nın yolladığı fotoğrafta çevresi biraz belli oluyordu, Parfait'ye bunu gösterdim. Artık doğru yere gidebilirdik herhalde. Sabırsız bir şekilde beklemeye başladım büyüyü tekrar yapmasını. "Bizi doğru yere götür bu sefer ben öpeceğim seni." diyerek son biz gaz verdim arkadaşıma.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://www.hogwarts-rpg.com/t6096-diego-lloyd-lejant
 
Limon Paşa Yine Haytalık Peşinde
Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Hogwarts-RPG :: İngiltere :: Barthélemy Malikanesi-