Döneminin Baş Seherbazı, Ezekiel Harris tarafından kurulan örgütün anlamı Adaletin Savaşçılarıdır. Resmi olarak 1970 yılında kurulan ve kendisine bu ismi veren grup, aslında 1960 yılından beri gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir. Bu topluluk, tek bir amaç için kurulmuştur; adalet. Sihir bakanı Austin Hudson’ın adaletsizce sürdürdüğü 35 yıllık hükümdarlığa ve insanların inatla yok saydığı diktatörlüğe dur demek için, özgürlükçü ve yenilikçi bireylerin bir araya toplanmasıyla oluşmuştur. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Scuta
Ingemar Byström tarafından ‘Düzenin Kalkanı’ adı altında kurulmuşlardır. 1970 yılında, Bellatores gibi güçlü bir örgütün ortaya çıkışı ile, birnevi mecburiyet sebebiyle savunma gücü olarak ortaya çıkmıştır. İlk kuruluş amaçları düzeni (Bu vesileyle aslıda Sihir Bakanı ve bakanın inançlarını) korumak olsa dahi, çoğu üyenin katılım amacı doğrultusunda daha nebze Bellatores’u ortadan kaldırmak şeklinde amaç kayması oluşmuştur. Buna rağmen liderleri Byström, bu amacı reddederek tüm isteklerinin halk tarafından demokratik yollarla beş kere seçilmiş olan bakanı ve bununla beraber düzeni korumak olduğunu birçok kez belirtmiş, belirtmeye devam etmektedir. # Devamı İçin TIKLAYINIZ!
Ana, 1933 yılında pek soğuk olmayan, kar yağan ama tutmayan bir gecede Fransa'ya sınırı olan küçük bir prenslikte, Monaco da doğdu. Dünyanın bağımsız en küçük ikinci ülkesi olan Monaco da büyücü sayısı pek azdı. Ana ve ailesinin küçük ama sımsıcak bir cemiyeti vardı. Beauxbatons Akademisine gidecek yaşa gelene kadar muggle okuluna gitti. Şımartılan bir kızdı. Maddi durumları oldukça iyiydi. Her şeyin en iyisine en güzeline sahip oldu. İstediği bir şey olduğunda o şey ne olursa olsun alınırdı. Genel olarak güzel bir çocukluk geçirdi. Okul yılları ve gençlik yılları da aynı monotonlukta, bolluk içinde geçti. Beauxbatons Akademisinden mezun olduktan sonra Fransa da kalmaya karar verdi. Kendi başına bir hayat kurmaya heveslenip bir şeyler denemiş olsa da, tüm o sorumluluğun altında ezilip altı ay gibi kısa bir sürede Monaco'da ki malikaneye geri döndü. Bu süre zarfında kendi kendini de şımarttı. Pahalı kıyafetler, değerli taşlarla kaplı asa kaplamaları, yurtdışında yapılan pahalı tatiller. Hayatı bir süre böyle devam etti. Bir iş bulmaya yada kendi parasını kazanmaya pek niyeti yoktu. Lakin Fransa da olduğu bir zamanda başına gelen bir kaç talihsiz olay sonrasında daha sonra kocası olacak seherbaz ile tanıştı. Kendisi denk gördüğü bir adamdı, yakışıklı, zengin ve statü sahibi bir bireydi. Ana'yı kendine aşık etmesini bildi. Birbirlerinin ellerini ilk kez tuttukları soğuk bir Kasım akşamından tam iki sene sonra gene bir Kasım akşamında evlendiler. İki tane çocukları oldu bu evlilikten. Heira ve Parfait. Ana kendisi nasıl bir çocukluk yaşadıysa aynısını onlara yaşattı. Şımarttıkça şımarttı. Çocukları bir çikolata istedi, o onlara koca şekerci dükkanını kapattırdı. Babaları ne kadar çocukları disipline etmeye çalışıp şımarık birer çocuk olmalarını engellemeye çalıştıysa Ana tam tersi yönde davrandı. Günün sonunda da iki tane nurtopu gibi asi mi asi, şımarık mı şımarık baş belası iki ergeni oldu. Çocuklarından Parfait eğitimine Beauxbatonsda başladı ancak 4. yılında okuldan atıldı. Güç bela çocuğu Hogwarts'a kabul ettirdiler. Heira ise... o Ana'nın kanayan, hiç kapanmayan yarası oldu. İngiltere de, Barthelemy ailesine ait bir malikane dört yıl önce kül oldu. Kimilerine göre bir kazaydı, kimilerine göre ise kundaklama. Heira o gece o malikanede can verdi. Bu olay Ana'yı derinden sarstı. Bazı şeyler bir daha düzelmeyecek şekilde değişti. Parfait'in üzerine daha da düşer oldu. Bu olayın ardından kendini meşgul edecek bir şeyler aramaya girişti. Bir takım işler denedi etti başarılı olamadı. Lakin hem bir takım bağlantıları hemde Mugglelar ile içli dışlı olması sayesinde Beauxbatons da açılan Muggle Bilimleri Profesörü pozisyonunda görev yapmaya başladı. Herkesi şaşırtarak işini özenle ve başarıyla yapıyordu. Bu süre zarfında Uthena isminde muggle doğumlu bir kızcağız ile tanıştı. Bağnaz bir ailesi olan bu kız, büyünün günah olduğu gibi bir takım saçmalıklar zırvalayan insanlardı. Kızlarına da yıllar önce Salem şehrindeki cadılara davranır gibi davranıyorlardı. Ana bu şiddete meyilli aileyi yetkililere bildirdi. Daha sonra kızın gönderildiği kuruma başvurup kızı evlatlık edindi. Kaybettiği kızının yerine bir başkasını koymaya çalışıyordu. Ana şu anda Fransa'da yaşamakta, Beauxbatons Akademisin de profesörlük yapıp oğlunun arkasını toplamakla meşgul.
Örnek Rp :
Spoiler:
Derince bir nefes alıp verdikten sonra önündeki kağıt ve dosyalardan oluşan yığına çaresiz gözlerle baktı. Bir kaç basit hırsızlık, çok fazla sayıda hakaret ve onlardan da fazla yalan ihbarlar dolu bir dosya dağı vardı önünde. Tihami Cumhuriyetinde suç işleyen insanlar çoğunlukla böyleydi. Genellikle ülkede büyük suç sınıfına giren suçlara pek rastlanmazdı. Ülkenin kendi kendine yeten garip bir zenginlik hissi olduğundan mütevellit polislerin müdahalesini gerektiren olaylar genellikle bahçesine çöp atan komşusuna ağır küfür eden bir adama ceza kesmek olabiliyordu. Karakolda biraz bekletilip üstüne güzel bir ceza ile soğuk bir bardak su her zaman yardımcı oluyordu bu tür vakalara. Hakaret edilen insanlar bazen çok hassas olabiliyordu. Bir sinir anında sarf edilen bir kaç sözcük yetebiliyordu bir kişi için sicil kaydı oluşturmaya. Bu sicil kaydı da o insanın ilerleyen yaşamında ufak tefek sorunlarla boğuşmasına sebep olabiliyordu. Basit bir hakaret suçundan dolayı bir insanın evine ekmek götürmek için kapısını çaldığı onca işin kapılarının yüzüne kapanabiliyor olması üzücü ve üzerine düşünülmesi gereken bir konuydu. Belki başka bir yerde olsa, önünde bir dünya dosya kağıt boğucu bir sıcak ve ensesinden şıpır şıpır akan ter olmasa bu durumun etikliği hakkında arkadaşlarıyla tartışabilirdi. Lakin şu an sadece şu önündeki yalan ihbarlardan oluşan bölümü bitirip günü sonlandırmayı hedefliyordu. Daha fazla bir şey, ek bir iş gerçekten kaldıramayacaktı bugün. Hem kızlarla yaptıkları planı bir gün ertelemek zorunda kalmıştı evdeki küçük meleği yüzünden. Dünkü davayı kapattıktan sonra kızlarla günün yorgunluğunu ve stresini atmak için biraz alkol biraz ucuz ama kaliteli yemek ve muhabbetin iyi gelebileceğini düşünmüşlerdi. İnsanoğlu ne kadar komplike ve farklı olsada bazı durumlarda gerçekten sadece tek bir şeyi düşünüyor gibiydi. Yoğun ve stresli bir gün geçiren çalışanların neredeyse hepsi günlerini sonlandırmadan önce ufak bir bara uğrayıp bir kaç bardak alkol alıp kendilerini dinlendirir ve öyle evlerine giderlerdi. Okuduğu kitapların çoğunda bu böyleydi. İşçi sınıfından orta yaşlı bir adam, müdavimi olduğu bir bara girer içinde bulunduğu toplumdan şikayetlerini o bir bardak içkinin içinde boğar ve hayatının karmaşasına devam etmeye çalışırdı. Bu gücü belkide ona bir bardak içki sağlardı. Abu için durum böyle değildi. O içinde bulunduğu toplumdan memnundu. Dürüst olmak gerekirse yaşadığı toplum ve sosyolojik sorunlar hakkında üç aşağı beş yukarı herkes kadar bilinçliydi. Bazı şeylerin değişmesi gerektiğini savunsada, barışın ve onun getirdiği huzurun keyfini çıkartmasını biliyordu. Sonuçta hayat sadece sorunları düşünerek geçemezdi. İnsan elindekiyle yetinmeyi onunla mutlu olabilmeyi de bilmeliydi güzel bir yaşam için. Bir dosyayı daha kapatıp kaldırdı. Hayatındaki bazı problemleri de bu dosyayı kaldırdığı kadar kolay kaldırmak istediği günler oluyordu ama masasının üstündeki küçük çerçevenin içinden ona bakan iki sıcak gülümseme tüm bu problemleri göz ardı edebilmesi için yetiyor ve artıyordu. Özünde aslında istediği her şeye sahipti. Onu seven bir eş, sağlıklı ve güzel bir çocuk, huzurlu ve bolluk içinde bir ev. Sadece, sadece biraz daha fazla vakit geçirebilseydi o evin içinde hayatı tamamen mükemmel olacaktı.
Bir diğer dosyaya başlayacaktı ki yanına bir meslektaşı geldi. Ondan neredeyse on yaş büyük ve bir iki rütbe daha büyük olan bu adamın geçen yıl bir çocuğu olduğunu hatırlıyordu. Hatta bu arkadaşla samimiyeti çocuklar üzerinden gidiyordu. Abu onu çocuğu olduğu zaman tebrik etmiş ve çocuklar hakkında basit bir muhabbet etmişlerdi. Geçen yıl doğan çocuğu bu adamın ikinci çocuğuydu ve Abu doğum yapıp doğum izninden döndüğünde kendisi Abu'ya bir dünya nasihat ile gelmişti. İnsanlar nasihat vermekten çok hoşlanan yaratıklardı. Abu da bu kesime dahildi. Nasihat vermek, insanların bilgisiz olduğu bir konuyu daha önceden tecrübe edip bu konu hakkında bir nevi bilgiçlik taslamak sanırım insanları karşısındaki insanlardan daha üstün hissettirdiği için yapılan bir hareketti. Adamla da karşılıklı nasihatleşmeye başlamışlardı. Sonuçta Abu artık tüm bu çocuk büyütme mevzusunda o kadar toy değildi. Bir süre kendi çocuklarından, nasıl şirin nasıl haylaz olduklarından bahsettikten sonra adam Abu'nun masasına neden geldiğini söyleyebilmişti. İnsanların nasihat vermek kadar yaptığı bir diğer işte esas istedikleri şeyi dile getirmeden önce nezaketen karşısındaki insanla küçük anlamsız sohbet girişimleriydi. Tüm amaçlarını gizlemek için sarf edilen bir kaç cümle basit kahkahalar sadece vakit kaybından ibaretti. Çünkü birbirini tanımayan iki tarafta bu cümleleri zoraki bir biçimde kuruyordu. Abu sosyal bir insandı, ama birinin ondan sırf bir şey istemek için ona nazik davrandığını da anlayabilecek bir insandı. Bozuntuya vermedi, neredeyse her zaman yaptığı gibi. Adam ofisin bekleme salonunda oturan kızıl saçlı esmer güzel bir kızcağız oturuyordu. Abu kızın çillerini ve sarımtırak ela gözlerini daha sonra görecekti. Polis üniforması giyen bu kızın departmandaki ilk günü olduğunu söyledi bu orta yaşlı adam. Birinin ona ortalığı gezdirmesini neyin ne olduğunu göstermesi gerekiyordu. Bu adamda departmanın belkide en sevecen en neşeli kadınını en yorgun en bitkin anında seçmişti. Abu en iyi rolünü yaparak sevecenlikle kabul etmeye çalıştı bu işi. Tabi mesaisinin bitmesine on dakika kala böyle 1-2 saatlik bir işin kitlenmesinden hiç hoşnut olmamıştı. Üstler gene altları düşünmemişti. Adam hızlı adımlarla Abunun masasından ayrılıp bir kaç dosyayı koltuğunun altına aldıktan sonra sırıta sırıta departmanı terk etti. Bu sırada kıza Abu'yu gösterip kızı ona yolladıktan sonra Abu'ya da başıyla selam vermişti.
Derin bir nefes aldı tekrar. Biraz önce neredeyse tam on dakika sonra ofisten çıkıp kızlarla kukuruku içip balık yemeye gideceklerdi. Her şeyi hazırlamıştı, mekanı seçmişti, bütçesini ayarlamıştı ofisten kocasını arayıp haber vermiş kızının agubugularına agubugularla cevap vermişti. Şimdiyse ona kitlenmiş işle uğraşmak zorundaydı. Kız yanına geldiğinde basit bir hoşgeldin faslını geçip hızlıca etrafındaki odaları ve basitçe neyin ne olduğunu anlattı. Bekleme odasının, mutfağın, ofislerin üstünden hızlıca geçiverdi. Bunu yaparken kötü hissetmişti. Kızcağız ofise yeni gelmişti ilk günüydü ve böyle sallabaş bir tanışma merasimini haketmiyordu. Şöyle kızı süzdükten sonra aklında şimşekler çaktı. Hem kızlarla vakit geçirebileceği, hem fazla mesai yapmayacağı hemde yeni kıza ortalığı adam akıllı anlatabileceği güzel bir fikir gelmişti aklına, en azından kafası güzelleşene kadar anlatırdı her şeyi. Yüzüne güzel bir gülümseme kondurduktan sonra kıza elini uzattı. " Ah... çok baştan savma oldu değil mi? Aslında on dakika sonra çıkacaktım ama seni bana kitlediler. Hoş bir durum değil. Ama diyorum ki madem onlar kuralları biraz esnettiler gel birazda biz esnetelim." Eliyle Dukne ve Bekwo'yu gösterdi kıza. "Dün biz kızlarla ilk vakamızı çözdük, haliylede bir kutlama yapmak istedik. Ama kızımın bakıcısının önemli bir işi olduğundan bugüne erteledik sende gelsene hem departmandan bir kaç kişiyi tanırsın hemde sanada güzel bir hoş geldin hediyesi vermiş oluruz!" dedikten sonra kızı kolundan tuttuğu gibi Dukne ve Bekwo'nun yanına götürdü. "Planda ufak bir değişiklik var şeyde bizimle gelecek şey..." biraz düşündükten sonra kıza hiç konuşma fırsatı vermediğini hatta adını bile sormadığını fark etti. " Sahi adın neydi ben Abu, bu Bekwo bu da Dukne tanıştığıma memnun oldum. Arkadaş aramıza yeni katılmış ona da güzel bir hoş geldin hediyesi olur. Zaten mekanda daha da çok kaynaşırız. Size de uyar dimi kızlar?"Sebepsizce yükselmiş ve heveslenmişti. Ses tonundaki heyecan neredeyse havaya karışıp koklanabilir bir hale gelecekti.
1935 doğumlu, 40 yaşında orta yaşlı bir adamdır. Barthélemy'lerin Fransada yaşayan aile reisi. Ailenin daha iyi yerlere gelmesi için elinden geleni yapan, lider ruhlu saygıdeğer bireyidir. Her ne kadar çapkınlığını ismi Dion, yani Zeus'dan alıyor olsa da, aileyi çekip çeviren bir araya getiren koruyup kollayan odur. Kendisinden büyük ağabeyi olmasına rağmen reislik görevi ona atanmıştır. Ailenin devamını sağlamak için elinden geleni yapar. Aná M. Barthélemy'nin eşidir. Babasından aldığı ve hogwarts sayesinde geliştirdiği eğitim sonucu kendisini de geliştirerek aile şirketine katkı sağlamıştır. spora olan tutkusu sayesinde büyücüler arası kendi aralarında süpürge yarışları yapmaktadır. Bunun yanı sıra kendi buluşları, iksirleri de şirketin kartelleri sayesinde adını duyurmuştur. Aná M'den Heira ve Parfait çocukları doğmuştur. Kendisi aşırı işkolik olup gününün çoğunu kendini işe adayarak geçirir. Bu çok çalışmalar sırasında Fransa'nın ileri gelenlerinden olmuştur. Fransa'nın karanlık işleri de Godefroy'dan sorulur. Fransa'nın yeraltı işleri de ondan sorulur. Ancak bu ünü herkes bilmez. Herkesin tanıdığı Godefrey, Fransa'nın godamanıdır. Ve çok iyimserdir. Şirketi her yıl Fransa'ya bağış ve eğitim bursları ve kurslar vermekten de geri durmaz. Bu yüzden Godefrey karanlık yüzüne kimse inanmaz. Sadece düşmanları ölüm anında onu görür.
Carmenta
Game Master
Ϟ Rp Beğenileri : 1
08.04.21 2:50
Rütbe veriliyor.
Joseph Jung Han
Büyücü
Ϟ Rp Beğenileri : 0
09.04.21 19:18
Başvuru İçin:
Adınız ve Soyadınız : Joseph Jung Han Karakter Bilgisi :
Spoiler:
8 Nisan 1948 yılında Kore'de doğdu. Her iki ebeveyninin de Koreli olduğunu bilmesine rağmen, onları hiç tanıyamadı. Daha bebekken İngiltere'de yaşayan muggle bir çift tarafından evlatlık alındığını ve Hogwarts'dan gelen davet mektubu sonucu büyücü kanı taşıdığını 11 yaşında öğrendi. Ona sevgiyle kucak açan ailenin babası da bir Koreli olduğu için, ne çevresinden ne de aynada gördüğü yansımaya baktığında, evlatlık olabileceğine dair o yaşına kadar hiç bir şüphe hissetmemişti. Öz babasının Kore savaşında öldüğüne resmi kayıtlardan çok rahat ulaşsa da, öz annesiyle alakalı doğum belgesinde yazan bir isimden başka hiç bir bilgi bulamadı. Binlerce kilometre ötelerden, İngiltere'nin köşesindeki bir yetimhaneye geliş yolculuğu hakkında bildiği tek şey ise; yaşlı yetimhane müdürünün hatırladığı, onu oraya bırakan kişinin çok iyi İngilizce konuşan, Asya uyruklu bir kadın olduğuna dair silik bir anıdan ibaret. Bu kişinin annesi olduğu konusunda şüpheleri olsa da, tabi ortada kesin bir kanıt olmadığından bir şüphe olarak kaldı.
Onu evlat edinen muggle çift Joseph'i en iyi okullara göndermek için her türlü imkana sahip olmasına rağmen, 11 yaşına geldiğinde oğullarını isteği doğrultusunda Hogwarts'a gönderdiler. Seçmen şapkanın oldukça akıllı ve çalışkan genci Ravenclaw'a yerleştirmesi çok da uzun sürmeyecek, öğrencilik hayatı boyunca da başarısı ile kendinden söz ettiren öğretmenlerin gözdesi bir genç olmaya devam edecekti. Evlatlık oluğunu bilen çok arkadaşı yoktur. Joseph için çocuk yaşında öğrendiği bu bilgi pek sarsıcı olmadıysa da, yaşı ilerledikçe annesinin onu istemeyip neden bıraktığını da sorgulamadan duramamıştır.
17 yaşında mezun olup evine döndükten sonra, büyücü kanının ona açtığı yolda ilerlemek yerine muggle dünyasına atılmak istemiştir. Bu uğurda da yine çok çalışıp, muggle ailesinin de yönlendirmeleriyle kendisine çok başarılı bir avukat olma hedefi koymuştur. Asıl memleketi olan Güney Kore'de okumayı tercih ettiği Hukuk Fakültesinde ki eğitimi için gençliğinin en güzel yıllarını deli gibi çalışmaya harcamış olsa da, 27 yaşında mezun olup avukatlık cübbesini giyebilmiştir.
Örnek Rp : Lucifer Helios Rütbe: Büyücü İstediğiniz Meslek: Serbest Avukat
Carmenta
Game Master
Ϟ Rp Beğenileri : 1
10.04.21 16:32
Rütbeniz veriliyor.
Hrefna Eilífrdóttir
Cadı
Ϟ Rp Beğenileri : 0
28.04.21 18:57
Adınız ve Soyadınız : Hrefna Eilífrdóttir
Karakter Bilgisi :(Bu alanı eksik dolduranların başvurusu kabul edilmeyecektir.)
Hrefna 26 Mart 1900 yılında İzlanda Reykjavik'te dünyaya geldi. Babası Danimarka'lı olup hükümet tarafından hakimiyetleri altındaki İzlanda'nın atanmış görevlilerindendir. 1904 yılında yani Hrefna 4 yaşındayken İzlanda'ya özerlik tanınması ile birlikte başlayan olaylar neticesinde 1918 yılında devlet olmasıyla ailecek Danimarka'ya göç etmişlerdir. Burada eski yazıtlara ilgi duyan Hrefna, korunmaları, temini ve yerel dile çevrilmesi alanlarında eğitim almıştır. Bir cadı olan annesinin anlattığı aile geçmişleri hali hazırda eski olaylara merakı olan Hrefna için dönüm noktası olmuştur. 18 yaşında damarlarında akan kandan habersiz olarak terkettiği İzlanda'ya 35 yaşında ve aile geçmişine sımsıkı bağlı olarak dönmüştür. Annesinden kalan mülkleri devralıp Reykjavik'a yerleşmiştir. Sonrasında İzlanda Althing Ulusal Parlamentosu'na katılmış olup 1941'de Danimarka ile bağların kopmasında ve 1944 yılında cumhuriyet ilan edilmesinde rol oynamıştır.
Alþingishúsið binasına adadığı yıllarının ardından 1960 yılında emekli olarak Akranes şehrine taşındı. Tek bir kız çocuğu sahibi olan Hrefna aile geçmişine ve büyücülük dünyasına karşı yaşadığı tutkuyu kızına aktarmayı başaramamıştır. Kendisi gibi eski parlamento üyesi olan eşini 1961 yılında kaybetmiştir. Geri kalan hayatında tek uğraşı torunu Iona'nın aile geçmişini benimsemesini ve sürdürmesini sağlamaktır.
Sert bir mizacı olan Hrefna aynı zamanda okumaya ve şiir yazmaya meraklıdır. Kelimeler daima onun için görülebilecek her yerden ve her şeyden daha önemli olmuştur. Parlamento üyesiyken Golfstrom akıntısının ülke iklimine olan olumlu etkisine gönderme yapılarak kendisine 'Golfdóttir ' denmiştir. Zira dönemin içinde bulunduğu donmuşluk hissini heyecan parıltıları ile parçalamış ve halkı bir araya getirmiştir. Ülke kendi idaresini kazandıktan sonra halk tarafından çok sevilen Hrefna erkek egemen toplumun zorlukları ile karşılaşmış ve görevinden emekli olmaya teşvik edilmiştir. Babasına ait taşıdığı adı değiştirerek Eilífr'in kızı anlamına gelen Eilífrdóttir ismini almıştır.
Örnek Rp : (Spoiler İçinde)
Iona Ayn Chemarims Karakterime Ait Rp:
“Bir, iki, üç, dört, beş,” diye mırıldandı genç cadı parmaklarını meşe ağacından yapılma kaba çalışma masasına vururken. Boynu istemsizce kasılarak çıtırdadı. Oturduğu büyük koltuktan sarkan sağ bacağı kalp atışlarına eşlik eder bir şekilde kıpırdanıyordu. Tüm bedeni zihninden bağımsız olarak hareketlenmişti.
Kahverenginin en boğucu tonuyla döşenmiş olan oda içinde barındırdığı genç cadıdan başka yaşam belirtisi göstermiyordu. Kalın ve tozlu perdeler, arkasında kalan duvarı tek bir ışık zerresinin içeri ulaşmaması için hiddetle gizliyordu. Oda dört bir yanına yerleştirilmiş kandillerin titrek ışığıyla aydınlatılmıştı. Ahşap zemin üzerine yansıyan gölgeler koyu renkli duvara ulaştığında geri kalan karanlığa teslim oluyordu. Genç cadının bilmediği bir taraftan sızan esinti sallanmakta olan ayağının parmak uçlarına nazikçe dokunuyordu.
Ne zamandır burada olduğunu bilmiyordu. Hapsedildiğini hissettiği oda, maddesiz zincirlerle bedenini sabitlemişti. Elleri sistematik bir şekilde vuruşlarını beşe tamamlamaya, her turun sonunda boynu sertçe sağa seğirmeye, bacağı atmaya devam ediyordu. Tüm bu birbirinden bağımsız hareketler zihninde bir bütünü oluşturuyordu. Birazdan hareket döngüsüne seğiren omzu ve diş gıcırdatmaları da katılacaktı. Her şey genç cadının çocukluğundaki sıraya göre ilerliyordu.
Odaya hakim olan yalnızlık genç cadının burun deliklerinden ciğerlerine ulaşıyor, tozlu nefesine karışıp bedenine dağılıyordu. Var olduğunu hissettiği andan beri onunla olan şeyler vahşi bir şekilde koparılıyordu. Geriye genç cadının özü kalana dek onu sarmalayan her şeyi kahverengi odanın susmak bilmeyen çığlığına boyun eğdi.
Ve kasvetli odada hiçbir yaşam yaşam belirtisi kalmadı.
“Hakkettin o pis odada sıkışmayı!”
Sönük gölge her şeyi görebileceği bir yerden genç cadıdan kalan kalıntıları izliyordu. Hiçbir zaman sahip olmadığı bedeninin huzursuzlukla karıncalandığını hissetti zihninde. Belki de bu his genç cadının yaşadığı onlarca şeyden biriydi. Gölge, genç cadıyla olan ilişkilerinin nerelere uzandığını anlayamıyordu. Kendisi istediği için mi takıntılı hareketleri sergilemeye devam ediyordu yoksa genç cadı bu hareketleri yaptığı için mi gölge bunları hissediyordu?
“Aslında yaşaması gereken bendim!” dedi büyük bir öfkeyle. Karşısındaki cansız bedenin kendisini duyamayacağını biliyordu. Bu nedenle sözleriyle ulaşamayacağı cadının zihnini işgal ediyor, onu korkularıyla bezeli görüntülere hapsediyordu. Her bir takıntısını zamanın yitik olduğu burada ona yaşatıyordu.
Gölge genç cadıdan geriye kalanlara daha yakından bakmak için kasvetli odada süzüldü. Bir zamanlar yaşam belirtisinin olduğu yüzündeki sabit ifadeye baktı. Yaşattığı hiçbir şey genç cadıyı korkutmuyor, üzmüyor ve hayal kırıklığına uğratmıyordu. Cadının tüm duyguları bilmedikleri bir noktada gölgeye bahşedilmiş gibiydi. Gölge fazlaca öfkeleniyor, kızıyor, kıskanıyordu. Cadının okulda edindiği arkadaşları, sonsuz gökyüzünün altında uzandığı geceler gölgeyi oldukça rahatsız ediyordu. Bunlardan birini yaptığı her gün daha da korkutucu rüyalarla onu yakalıyor ve cezalandırıyordu.
Ama gölge bazen mutlu da oluyordu. Genç cadının ilk senesinde bazı öğrencilerin onunla alay edip, oraya ait olmadığını söylemelerinden hoşlanmıştı. Ya da cadı her yürüdüğünde diğerlerinin onu tuhaf bakışlarla izlemesi güzeldi.
Gölge varlığını hissettiği ama olmayan ellerini cadının donuk yanaklarına götürdü. Dokunuşu zihnini ve duygularını kendisi için var olan tek varlığa bağladı. Sahip olmadığı uzuvlarının ansız bir kasılmaya tutulduğu anılar benliğini doldurdu. Cadı tek merkez kendisiymişçesine gölgeyi içine çekti. Ait olduğu yer cadının çarpık zihninden başka bir yer değildi.
“Ayn,” dedi zapt edilmiş varlığının ıstırabıyla.
“Beni unutma,”
Yitip gitmişti zamanın akıl almaz boşluğunda. Bedeni hiçliğin beyazlığına çekilirken hatıraları teker teker veda etti genç cadıya. Yokluk ruhunu vahşi bir canavar gibi parçaladı. Soluklaşmış vücuduna değen hayal meyal dokunuşları anımsadı.
‘Kimim ben?’ diye düşünmeye çabaladı. Varlıkları karşılayan kelimeler, karahindiba çiçeğinin hafif esinti ile savrulan beyaz tomurcukları gibi ayrıldı benliğinden. Tatlı bir nisan sabahı sıcacık meltemlere karışan toz zerreleri misali dağıldı düşünceleri.
‘Kimim ben?’ diye fısıldadı gölge. Genç cadı soluklaşan zihnine dolan soruya tutundu. Zaten cevabını bildiği soru karşı koyulamaz bir merakla kalbine ulaştı. Ona en zayıf anlarında hırsla saldıran, kabuslarının kaynağı olduğunu bildiği ses, bazı zamanlarda çöküntü ve umutsuzlukla fısıldıyordu. Genç cadı anne rahmine düştüğü ilk günden itibaren onunla büyüyen, özüne karışan sesi yaşadığını bile bilmediği zamanlardan kalan hatıralarından tanıyordu.
“Alar…” diye mırıldandı. İçine doğan umut ışığı bedeninin duvarlarını aşıp Kasım soğuğuyla donmuş çimenleri özgür bıraktı. Gökyüzü bu yeni ışığı hoşnutlukla karşıladı. Böylece gün, bilmeyenler için güneşin doğuşuyla, genç cadı içinse tek bir kelimeyle doğmuştu.
Göz kapaklarını araladığında gece boyunca hapsolduğu karanlık odanın hatıraları kaşlarını çatmasına neden oldu. Göğsü hızla inip kalkarken ellerini yüzüne siper etti. Kulaklarında tek bir kelime çınlıyordu. Bu; sonunu getirebilecek kadar yaralayıcı ama unutmasına izin veremeyeceği kadar değerli bir kelimeydi.
“Alar,” dedi düşündüğünden yorgun çıkan sesiyle. Bir karşılık gelmeyeceğinin farkındaydı. Yine de söylemesi hoşuna giden tek kelimeymiş gibi tekrarladı umutsuzca. Her söyleyişinde duyguları durulmuş bir okyanus gibi sakinleşti. Nihayet nefesi kulaklarını boğmayan bir hıza büründüğünde ellerini yüzünden çekerek kendisini selamlayan ışığa baktı. Yüklü bulutlar arasından sızarak önce havaya sonra da toprağa karışıyordu. Sadece birkaç saat önce karanlığın hüküm sürdüğü gökyüzü artık alabildiğine parlaktı.
Genç cadı sırtını nemlendiren çimenden ayrılarak doğruldu. Dün gece gördüğü rüya onu yormuştu. Bugün derslere girmeyip, sakince uyuyup uyuyamayacağını düşündü. Hiçbir şey görmediği, sadece karanlığın olduğu bir rüyaya ihtiyacı vardı. Revire uğrayıp bir şey görmesine izin vermeden onu uykuya sokacak bir ilaç olup olmadığını sormayı düşündü. Ama ilk senesinde yaşadığı sakatlanmadan sonra revirde bulunan görevlilerin onu odasında yatmaya zorlamasını tekrar yaşamak istemiyordu. Ne de olsa oda rüyaları kadar ürkütücüydü.
Dün geceden üzerinde kalan okul forması kırışmış ve lekelenmişti. Cüppesini her tarafını kapatacak şekilde üzerine geçirdi. Odasına gidip üzerini değiştiremeyecek kadar bitkin ve halsiz hissediyordu genç cadı. Hali hazırda açık olan saçlarını elleriyle düzeltip sıcak bir şeyler bulabileceği tek yere, büyük salona yöneldi. Tok olduğu zaman daha iyi hissedeceğini umuyordu.
Güne genç cadı gibi erken başlayan öğrenciler uykudan uyanmanın verdiği mahmur ifadelerle dolanıyorlardı. Sakin büyük salonda sessiz bir kahvaltı yapmak bir çok genç cadı ve büyücünün tercihiydi. Dönem ilerlerken derslerin ve ödevlerin sıkıştırdığı herkes bulabildiği huzur verici anları kaçırmadan kendini dinlendirmeye çabalıyordu. Iona’da birkaç kez tıklım tıklım olan büyük salonda bulunmuş ama gürültü ve yoğunluktan bunalarak kahvaltı etmeden kendisini dışarıya atmıştı. İnsan kalabalığı beş yıl geçse de alışabileceği bir şey değildi.
Güzel kokuları duyabileceği mesafeye ulaştığında sevinçten guruldayan karnına kollarını sararak bastırdı. Birkaç aydır yemek yememiş gibi hissettiren yoğun ve karanlık bir kabustan çıkmıştı. Normal bir insanın mental olarak çökmesi, kendine gelebilmesi için bir süre dinlenmesi gerekebilirdi. Ama Iona artık bu kabuslara karşı direnç göstermeye başlamıştı. Özellikle bu yıl her uyandığında sadece yemek düşünecek kadar toparlanmış olabiliyordu.
Dev kapılara ulaştığında ayaklarını girişte sağ ve sol olacak şekilde üçer defa vurdu. Az sayıdaki öğrenciler genç cadının ne yaptığını umursamayacak kadar yemeklerine odaklanmışlardı. İnsanlardan olabildiğince uzak bir köşeye oturduktan sonra kahvesini her iki tarafa da dörder defa karıştırdı. Acı tat önce ağzındaki paslı tadı silip, içini ısıtarak midesine ulaştı. Artık tüm o kabuslar uzak bir geçmişe aitti ve genç cadı yemek yedikten sonra gördüklerini hatırlamayacağından emindi.
Rütbe: Cadı
İstediğiniz Meslek: Eski Althing Parlamento Üyesi
Annabelle
Game Master
Ϟ Rp Beğenileri : 0
28.04.21 21:21
Rütbeniz veriliyor.
Drythen K. Guadalupe
Büyücü
Ϟ Rp Beğenileri : 0
12.05.21 22:56
Adınız ve Soyadınız : Drythen Kaleb Guadalupe
Karakter Bilgisi :(Bu alanı eksik dolduranların başvurusu kabul edilmeyecektir.)
Drythen 29 Kasım 1945 yılında İngiltere'de dünyaya geldi. Babası İngiliz büyücü Mark Guadalupe'dir. 1944 yılında yaşadığı kumar borcu nedeniyle maddi kazanç elde etmek için Güney Afrika'ya düzenlenen insan kaçakçılığına katılan Mark, dönemin Güney Afrika Baş Yargıcı Ernest Frederick Watermeyer tarafından düzenlenen operasyonda kaçakçılık yapan kişilerle birlikte yakalanır ve Ernest'in gayri meşru kızı Elna ile evlenmesi karşılığında ceza almaktan kurtularak ülkesine döner. O dönemler süregelen II. Dünya Savaşı'nın getirdiği yokluk ve birikmiş kumar borcu nedeniyle baba yadigarı evine yerleştirdiği Elna'yı bırakarak Avrupa'yı dolaşır ve muggle kumarhanelerinde büyücülük yeteneklerini kullanarak kazanç sağlamaya çalışır. Kendisi gibi büyücü olan ünlü kumarhane sahibi Maxim'e denk geldiğinde ise hile yaptığı anlaşılıp daha da büyük bir borcun altına girer.
Mark'ın uzakta ne yaşadığından habersiz olan Elna birlikte geçirdikleri ilk ve tek geceden kendisine armağan olan Drythen'e hamile kalmıştır. Dilini bile bilmediği ve ten rengi nedeniyle yabancılaştırıldığı bir ülkede Mark'ın babasının şaşalı döneminden kalan vefakar ve yaşlı kahya Patrick ile ülkesinde öğrendiği terzilik yeteneklerini kazanca çevirir. Kısa sürede yaşamlarını sürdürebilecek kadar iş alan Elna gece gündüz demeden çalışır ve savaşın gölgesinde yıpranmış İngiliz hanımlarına yeni bir heyecan olur. Günler amansız bir yarıştaymışcasına birbirini kovalayıp serin Kasım ayının 29'u geldiğinde Elna'nın hayatı kendisini son nefesine kadar adayacağı biricik oğluyla kutsanır.
Drythen bebekliğin son demlerinden çocukluğa adım atarken kendisine büyü dünyasını öğreten ve 'dede' olarak benimsediği kahyaları Patrick'in ölümüyle yıkılır. Elna arkasında hissettiği gücün yitmesiyle üzüntüye boğulsa da kendisini kabullenmeye başlayan yöre halkı ve biricik oğluyla birlikte bu sürecin üstesinden gelerek yaşamına devam eder.
Drythen 11 yaşına geldiğinde Patrick'in sözünü ettiği tanıdık mührü taşıyan mektup evlerine ulaşır. Gitmek için hayalini kurduğu okul kahyalarının ölümüyle birlikte yalnız kalan annesini geride bırakmak anlamına gelmektedir. Elna koparıldığı ülkesinden ve benliğini bulma mücadelesinden edindiği tecrübeyle oğlunun kendisini bulmasını ve olduğunu kişiye dönüşmesini ister. Bu nedenle onu ikna ederek okula gönderir. Drythen'in gidişinden sadece bir kaç ay sonra ise Elna'nın tırnakları ile kazıyarak kazandığı hayatı karanlık bulutların donattığı siyah bir gecenin gölgesinde alt üst olur. Mark, Maxim ve adamları İngiltere'nin soğuğunu yarıp geçen hırslarıyla evin her bir köşesine çöker. Mark 10 yılı aşkın süredir geride bıraktığı evine, Elna'ya bakarken şaşkınlığını gizleyemeyez. Zira bir harabeyi andıran eve bıraktığı aciz kadın gitmiş, yerine hayat dolu bir evin sahibesi gelmiştir.
Maxim paraya duyduğu ucu bucağı olmayan tutkusuyla Mark'ın borcuna karşılık bahsettiği baba yadigarı eve el koymayı planlamaktadır. Ama emektar kahya Patrick ölmeden evvel kendi üzerinde olan ev haklarını efendisinin geleceği öngören vasiyetine uyarak Drythen'in üzerine geçirir. Maxim ve adamları öfkeyle Elna'ya ve eve saldırarak hınçlarını çıkarmaya çalışırlar. Yıllarını verdiği evin talan edilmesine seyirci kalamayan Elna, terzilik yaparak kazanmış olduğu parayla Mark'ın borcunu kapatır. Altın yumurtlayan bir tavuk bulmuşcasına gözleri açılan Maxim, borcu rahatlıkla kapatacak olan parayı alır ama daha fazlasını alabileceğini gördüğü Elna'yı rahat bırakmaz. Orta yaşlarına ulaşmış olan kadın oğlunun hasretiyle sürdürdüğü yaşamını birer asalak gibi kendisine yapışan dolandırıcılara para kazanarak geçirir.
Bir oğlu olduğunu öğrenen Mark, hiç bir işe yaramayan hayatını Elna'nın sabahlara kadar çalışmasını izleyerek geçirir. Okul dönemi bitip Drythen eve döndüğünde güçlü ve ışıldar şekilde bıraktığı annesinin yıpranmış haliyle karşılaşır. Evleri sıcaklığını kaybetmiş, yerini umutsuzluğun iç titreten gölgesi almıştır. Annesinin babası olduğunu söylediği Mark'la tanışmaktan öteye gitmeyen Drythen borç ödemek için amansızca çalışan annesine yardım etmeye başlar. Bu şekilde geçen 3 yılın ardından Elna çalışamayacak kadar hastalandığında Maxim rotasını yaşından erken serpilen ve zekası gözlerinden fışkıran Drythen'e çevirir. Okul tatili nedeniyle evde bulunan Drythen, annesinin artık devam edemediği borç ödeme görevini üstlenir ve Maxim'in emriyle ufak görevler yapmaya başlar. Yaşının küçüklüğü, zekası, çevikliği, bölgeye olan hakimiyeti ve kahyaları Patrick'ten öğrendiği nezaketiyle Drythen her yere girip çıkabilen, insanların tehlike olarak görmediği, her şeyi duyan ve asla unutmayan bir piyon haline gelir. Maxim'in istediği her bilgiyi ona ustalıkla getirir ve kısa sürede kıdemli elemanlarından biri haline gelir.
Oğlunun kendi neden olduğu tehlikeli işlerde çalışması ve Elna'nın yitip giden ömrü Mark'ın amaçtan yoksun hayatını daha da çekilmez kılar ve 1961 yılının soğuk bir gecesinde yaşamına son verir. Drythen omuzlarına yüklenmiş olan sorumluluğun ve asla yaşıtları gibi olamayacak olan hayatının bilincindedir. Okula gitmesi gereken süre yaklaştıkça geride yalnız bırakacağı annesini ve kendisinin yokluğunda ondan kazanç sağlamayı düşünecek kadar alçalmış olan Maxim'i düşünür. Nihayetinde bilginin ne denli bir silah olabileceğini öğreneceği planını uygular ve Maxim'in yıllardır yürütmekte olduğu çetesini çökertir.
Her şeyin hallolup, eskisine dönebileceğine inanan Drythen zamanın gerçek anlamıyla yüzleşir ve okula dönmesine bir hafta kala annesi yaşama gözlerini yumar. Yalnızlık gençliğine adım atmış olan Drytherin'i çepeçevre sarar. Hayata dair öğrenebileceği bir çok şeyi öğrenmiş ve özümsemiştir. Elna'nın ve Patrick'in nezaketle büyüttüğü çocuk yerini her şeyi bilmeye olan karşı durulamaz açlığı ile genç Drythen'e bırakır. Bilginin ve bağlantıların başlı başına en önemli güç olmasalar da doğru kullanıldıklarında karşı durulamaz olduğunu anlayan genç büyücü bir daha asla savunmasız ve çaresiz kalmak istemez. Bu nedenle insanların girmeye çekindiği yerlere, yürüyerek ulaşamayacakları kırsallara, ışığın teğet geçtiği yer altı şebekelerine, suyu takip eden avcıların peşine takılır. Yeni çizdiği yolda önemsiz olduğunu düşündüğü okulunu bırakır ve her yerde kulağı olan bir bilgi simsarı haline gelir.
Annesinin kalan hatıralarını saklamak için özenle koruduğu evinin uzaklarında, hiç bir elemana sahip olmadan kendi iş alanını oluşturur. Kocasının kendisini aldattığını düşünen, babasının gizli mal varlığını bulmaya çalışan, kızgın olduğu patronunun açığını arayan, kısacası bilgi isteyen herkesin uğrayacağı biri haline gelir. Önemsiz bilginin olmadığını, uygun alıcının bulunması gerektiğini düşünen Drythen her yerde bulunan bağımsız muhbirleri ile bilgi akışına yön verir.
Örnek Rp : (Spoiler İçinde) Diğer karakterim Iona Ayn Chemarims.