Sihirli Yaratık Alımları

Annesinin annesi ve babası oranın etkin isimlerinden yani çok büyük bir güçleri yok ama dürüstlükleri ile nam salmışlar itibarlı bir aile. Kore savaşında güney ve kuzey bölündüğünde her şey tepe taklak oluyor. Amerikalı maceraperestler resmen onları avlıyor satmak için. Anneyi yakalıyolar ve babası ile annesi ile onun irtibatın kesiyorlar. Rus iş adamı var ona satıyolar kızı. Orada tabi rus iş adamı bunu dans vs. için kullanırken ağır konuk aleksandır gelince dansa çıkartıp kötü davranıyor. Aleksandır o ana kadar hiç bir Nympfın ağlayabildiğini görmemiş onu görünce yüreği bir tuhaf oluyor nasıl ağlayabilirler diye ? Neyse bir kaç kez daha gidiyor durum aynı böyle bir güzellik ağlamamalı diyip oracıkta iş adamını öldürüp kızı kurtarıyor hatta öldürttüğü iş adamının evini kıza tahsis ediyor. Kız teşekkür ediyor ondan para istiyor ailesine gitmek veya en azından bulmak için bulduruyor ama gitmiyor. Onun yerine aleksandırın yanında kalıyor çünkü aşık. Annesine babasına oradan ev alıyor vs. derken Aleksandırdan çocuğu oluyor. Her şey yolundayken Victoria bunu öğreniyor ve kadını elemine etmek için ona iyi davranıyor gerçek kimliğini açıklayarak çocuğun bakımını eğitimini üstleniyor vs. Aleksandırın midesi bulanıyor karısı eğer kızmayacaksa aldatmanın ne tadı var ki ? Diyip bir gece annesini çocuktan ayırıp anneyi zengin koreli bir iş adamına hemencecik hediye ediyor. Çocuğu da ingiltereye hogwartsa yatılı okutmak üzere bir eve gönderiyor. Çocuk orada halası ve amcası olarak bildiği bir çiftin yanında okul yaşının gelmesini bekleyerek büyüyor. Tabi ailesinin bu geçmişinden tamamen habersiz . Ona göre o babasının göz bebeği zengin Baron Aleksandırın birick oğlu bir eli yağda bir eli balda arada babası ile mektuplaşıyor hayat ona toz pembe.Lakin kore de annesi satıldığı iş adamından kaçıp annesi ve babasının yanına gidiyor. Annesi ve babası onun gönderdiği paraları biriktirmiş. Hatırı sayılır bir servetleri oluşmuş direk Amerikaya kaçıyorlar. Ona bu kötülüğü yapan memleket aynı zamanda kurtuluş yeri oluyor. Kurgunun ilerleyişine göre devamı şekillenecek.

1946 yılında İran’da İngiliz arkeolog Edward Carthney ve adı bilinmeyen bir yılan kadın yada diğer adıyla ‘maran’ın çocuğu olarak dünyaya geldi kadın. Babası Edward Hallmark, maran ile birleşmesinden çok önce kendisi gibi büyücü ve asil bir kadınla evlenmişti. Karısı Langley düşesi Elisa, kocasına çocuk veremediği için kocası ve çevresi çevresi tarafından sürekli kınanmaktaydı. Depresyona girmiş olan kadının denemediği ilaç, iksir ve yöntem kalmamıştı. Çevre halktan duyduklarına göre bir yılanın çorbası tüm dertlerini çözecekti. Saf kadıncağızın o kadar çaresizdi ki o yılanı yakalamaları için sabah akşam kocasına yalvardı. Adamı sürekli kısırlıkla suçlayan toplum, büyücüyü yıpratmıştı. Ayrıca karısının batıl düşüncelere olan inancı onu karısına karşı daha da öfkelendiriyordu. Karısının da ısrarlarına dayanamayan adam, en azından kadının vazgeçmesi için rastgele bir yılan yakalamayı ve ona bunun aradığı yılan olduğunu söylemeye karar verdi. İki hafta sonra bölge halkından birkaç kişiyi de çağırarak ormana yürüdü adam.
Fakat bir aksilik sonucu ormanda kimsenin görmediği bir delikten aşağıya düştü. Uyandığında başında bekleyen bir kadın ve birkaç sürüngen vardı. Korkuyla kaçmaya çalışan adam yerin altını terk edemeyeceğini kesin olarak anladığında dış dünyada bir haftadır kayıptı. Belli bir süre sonra sürüngenlerin yaşamına alışan adam, yılanların kraliçesi olarak anılan kadın tarafından takdir görüyordu. Adam ise kraliçenin zeka ve bilgeliğinden oldukça etkilenmişti. Birlikte yaşadıkları süre boyunca çok sıkı bir dostluk kuran ikilinin bu tatlı arkadaşlığı yılan kadınının adama aşık olmasıyla sonlanmıştı. Zira yılan kadın adama tutulmuştu. Bunun farkında olan adam, kadına karşılık vermezse öldürüleceğinden emindi. Bu sebepten kadınla birlikte olmayı teklif etti. Bu birliktelikten tam üç ay sonra adam yeryüzüne bir çıkış bulurak hamile kadını terk etti.
Adam kendi dünyasına döndüğünde, yılan kadın olup bitenin çoktan farkındaydı. Yeryüzünde gezen yılanları ona tüm bunlardan söz etmişti. Olanları kabul eden yılan kadın, bebeğini zorlukla doğurdu çünkü üzüntüsünden dolayı hastaydı. Yılanları ise kraliçelerinin intikamını almak üzere yeryüzüne çıkarak adamın eşinin kalbini söktüler. Fakat yılan kadın, kullarının yaptığı bu acımasızlığa sinirlenerek çocuğunu onlardan uzakta ve barış içinde büyütmeye karar verdi. Bu sebepten kendisini ve çocuğunu ölmüş gibi göstererek yeryüzüne kaçtı. Eski bir büyücü dostuna yaptırdığı özel efsunlu kolye sayesinde kuyruğunu saklayabiliyor, insanlardan korunabiliyordu.
Bebek ve anne Mısır’ın İskenderiye şehrinin doğusuna yerleşmişti. Gün geçtikçe büyüyen küçük kız hayatının yirmi senesini oldukça normal bir şekilde geçirdi. Ne ırka mensup olduğundan habersiz, bir muggle gibi yaşıyordu. Kahire Bilim Üniversitesi’nde arkeoloji eğitimi aldı. Ardından da annesinin sırrını paylaşan, babası olarak gördüğü profesör David Uncello’nun yanında asistan olarak yaşamaya başladı. Fakat annesinin 22 Eylül 1967’de yatağa düşmesi üzerine kendi hakkındaki tüm gerçeği öğrendi. Annesinin iyileşebilmesi için yeraltından yardım gerekiyordu. Zira maranlar gizli bir topluluktu ve özellikle yaşadıkları ülkede onlar hakkında yeterince bilgi sahibi birileri yoktu. Profesörün de ısrarlarıyla kadın annesini İngiltere’ye kaçırdı. Büyülü dünyanın en gelişmiş ülkesinde bir çare bulunabileceğini umarak sihirli dünyayı tanımaya başladı. Annesi gizlice burada tedavi görürken geçmişi hakkında daha fazla bilgi öğrenmek isteyen kadın öz babasının izini sürdü. Fakat bu süreçte kendi ırkının gizliliğini tehlikeye atacak davranışlarda bulunmuştu.